30 Haziran 2008 Pazartesi

Huzur

Yazlıktaki en büyük keyfimiz balkondaki kahvaltılardır. Cumartesi ve Pazar annem, ben ve kızım balkondaki uzun kahvaltılarımızın ardından annemin ayçiçek desenli salıncağına kurulduk. Huzur işte budur !

27 Haziran 2008 Cuma

Ah! Günebakan

:-)
Akşamüstü ayçiçek tarlalarının içinden geçerek denize kavuşacağız. Kızımın annemin yazevindeki keyifli tatili başlıyor...

26 Haziran 2008 Perşembe

The Partisan

Bu sabah güne başlarken dinlediğim şarkı "The Partisan".

.....

Oh, the wind, the wind is blowing
Through the graves the wind is blowing
Freedom soon will come
Then we'll come from the shadows.


...

The Partisan
Söz: Hy Zarret
Beste: Anna Marly
Leonard Cohen'in Songs From a Room isimli albümünden (1969)
Songs from a Room

23 Haziran 2008 Pazartesi

En önemli kazancımız dostlarımızdır

Dün kızım Seviye Belirleme Sınavına (SBS) girdi. Sonuçlara bakmadı hiç. Uzun bir süre test görmek ve çözmek istemiyorum dedi sınavdan çıkınca.

Pazar öğleden sonrası tam anlamıyla "anneler ve kızları" öğleden sonrası oldu. Sınav sonrasında kaç senedir görüşemediğimiz üniversiteden bir arkadaşıma gittik. İstanbul'un iki ayrı yakasında oturunca öyle az görüşebiliyorsunuz ki dostlarınızla. Arkadaşımın kızıyla benim kızımın arası üç yaş ve dün doğumgünüydü arkadaşımızın kızının. İyi ki kızlarımız var diye sohbet ettik arkadaşımla ve çok keyifli bir Pazar öğleden sonrası geçirdik. Tesadüflerin yaşamlarımızı nasıl değiştirdiğini de konuştuk.

Üniversiteden arkadaşımın evinden ayrılınca bu sefer de ehliyet kursundan arkadaşım Koyu Mavi'yi aradık. Ehliyet kursundan da dost edinebilir mi diye düşünülebilir ama gerçekten ediniliyor. Bazen kiminle nerede tanışacağınız ve o tanışıklığı ne kadar uzaklara taşıyabileceğiniz süpriz olabiliyor. Belki dışardadır ve vakti vardır ve böylece kısaca görüşebiliriz diye aradığımız "Koyu Mavi" arkadaşım kızıyla birlikte geldi. İkimiz de birbirimizin kızlarını uzunca bir süredir görmüyoruz. Çok kısa görebildik birbirimizi ama bu buluşma da çok keyifliydi.

Vapurla dönüşümüzde kızım kendi sınıfından en yakın arkadaşıyla tıpkı benim arkadaşlarımla görüştüğüm gibi çok uzun yıllar sonra bile görüşeceğini ve dostluğunu koruyacağını söyledi.

Dostluklar en önemli kazancımızdır. Ne kadar görüşemeseniz de bilirsiniz ki bir araya geldiğinizde paylaşacak halen çok şeyiniz var.

19 Haziran 2008 Perşembe

"I'm so-so"

Krzysztof Kieślowski

Krzysztof Kieślowski, I'm so-so isimli kendisiyle ilgili belgeselde "Neden sinema yapıyorsun ?" sorusunun yanıtını şöyle veriyor: "Başka bir iş bilmediğim için !"

18 Haziran 2008 Çarşamba

Dekalog On: "Komşunun ne karısına, ne kölesine, ne cariyesine, ne öküzüne, ne eşeğine, ne de herhangi bir şeyine yan gözle bakmayacaksın !" der onuncu emir.

Arthur ve JerzyKarısı ve oğluyla sakin bir hayat süren Jerzy ile punk-rock şarkıcısı olan Arthur isimli iki kardeş var bu bölümde. Arthur'un söylediği On Emir'in öğütlediği her şeyin tam tersini vurgulayan ironik bir şarkıyla açılıyor bölüm. Jerzy ve Arthur'a çok da iyi anlaşamadıkları babalarının ölümüyle birlikte çok değerli bir pul koleksiyonu miras kalıyor.

İki kardeş pul koleksiyonunun değerini anladıkça kendilerini pul biriktirme tutkusunun içinde buluveriyorlar. Bir yandan babalarının neden kendilerini ihmal ederek pul tutkusuna bağlandığını algılarken bir yandan da tıpkı babaları gibi pul biriktirmenin kendilerini de sarıp sarmaladığını ve saplantı haline geldiğini görüyorlar.

Kişisel müzemi ve biriktirdiklerimi düşündürttü Dekalog On. Engelleyemediğiniz bir duygudur birirktirdiklerinize bağlanmak !

*************
Dekalog Dokuz: "Komşunun evine tamah etmeyeceksin !" der dokuzuncu emir.

Bu bölümde iktidarsız bir koca (Roman) ile O'nu aldatan karısınının (Hanka) öyküsü, "içinde cinsellik olmayan aşk nereye kadar aşktır ?" sorusuna yanıt arayarak sorgulanıyor.

Roman test sonuçlarını Hanka'ya açıkladığında "Elimizde olanların kıymetini bilelim, olmayanların değil" der Hanka. Roman ise bir sevgili bulabileceğini söyler karısına...Bunun kendini rahatsız etmeyeceğini düşünür başlarda ama karısını da takibe alır. Hanka'nın genç bir sevgilisi vardır. Sevgilisiyle buluştukları yerde artık ondan ayrılması gerektiğini söyleyen Hanka kocasının da kendilerini izlediğini farkeder. Roman, Hanka'ya başkasını bulabileceği konusunda izin vermişken neden O'nu gözlemektedir ? Roman karısının kendisine olan sadakatini mi sınamaktadır ya da kendi güçsüzlüğünü mü ?

Hanka ve RomanSadakatın öncelikle insanın kendisiyle ilgili bir olgu olduğunu düşünürüm. Önce kendinize sadık olmalısınız ki başkalarına sadık olabilin !

17 Haziran 2008 Salı

Dekalog Sekiz: "Yalancı şahitlik yapmayacaksın !" diye buyurur sekizinci emir.

Zofia Varşova'da toplu konut bloklarındaki bir dairede yalnız yaşayan yaşlı bir kadındır. Üniversitede ahlak dersleri vermektedir. Bir gün dersine savaş zamanında hayatta kalabilmiş Yahudilerin kaderini araştırmak üzere New York'tan Varşova'ya gelen Elzbieta adında genç bir Yahudi kadın katılır.

Zofia'nın dersinde öğrenciler Dekalog İki'de geçen olayı tartışmaktadırlar. Hasta olan bir adamın karısı başka birinden hamiledir. Böyle bir durumda kadın ne yapmalıdır; çocuğu doğurmalı mıdır ? Elzbieta, Zofia'dan bu olayı tartışırken söylemiş olduğu "bir çocuğun hayatı her şeye değer" yargısını sorgulamasını ister ve Zofia'nın yıllarca vicdan azabı çekmesine neden olay ile tekrar yüzleşmesini sağlar.

Zofia ve Elzbieta
Altı yaşındaki Elzbieta savaş zamanı Polonya'sında Gestapo'nun elinden kaçabilmek için genç bir Katolik çiftin evine getirilir. Bu çift, Zofia ile eşidir. Çift küçük kızı evlat edinmek için Katolik dini uyarınca vaftiz edilmesini şart koymuştur. Ama aynı zamanda yeraltı hareketinde çalışan çift, çocuğu evlat edinmekle ciddi bir tehlikeye girerek hem kendilerinin hem de yeraltı hareketindeki diğer arkadaşlarının Gestapo'nun eline düşebilecekleri kaygısıyla son anda çocuğu yanlarına almayı reddetmişlerdir. Papaza söyledikleri gerekçe ise On Emir'den biridir: Yalancı şahitlik yapmamak.

Zofia yıllar boyu reddettiği küçük kız ile ilgili vicdan azabı çekmiş ve O'na ne olduğunu merak etmiştir. Yeraltı hareketindeki arkadaşlarını kurtarmak için reddettikleri küçük kız hayatta kalmıştır ve karşısındadır.

Düşünün bakalım, o koşullarda siz birisini ölüme terkedebilir miydiniz ?

16 Haziran 2008 Pazartesi

Kup Griye

Haftasonumuz çok hareketliydi. 14 Haziran 2008 Cumartesi günü öğleden sonra kızımın piyano resitali vardı. Muzio Clementi'den bir Sonatin (kısa sonat) çaldı kızım.

Cumartesi akşamüstü sevgili(m) kocamla birlikte deprem çantamızı güncelledik. Çantanın içinde yer alan konserveleri yeni tarihli olanları ile değiştirdik.

Pazar günü ise ben, kızım, kardeşimin eşi ve kızı yani anneler ve kızları dördümüz birarada Kadıköy ve Moda özel günü yaptık. Önce Beşiktaş'tan Kadıköy'e vapurla geçtik. Geziye Baylan Pastahanesi'nden başladık. Kızım henüz okumayı yeni öğrenmeye başladığında Baylan'a geldiğimiz günlerden birinde asmalı bahçede "Müşterilerimizin Tercihi Cup Griye" ışıklı panosunun önündeki masada oturmuştuk. Garsona sipariş verirken ben iki tane Kup Griye istiyoruz dediğimde kızım telaşla "burada Cup yazıyor sen neden buna Kup diyorsun ?" diye söylenmeye başlamıştı. Bu öyküyü hep anlatır güleriz o gün bugündür. Bu kez de minik yeğenime anlattım. Bizim ufaklık Kup Griye'nin karamelli tadını pek beğenmedi ama biz keyifle yedik Kup Griye'lerimizi ve Adisababa tatlımızı...
Moda Tramvayı
Tramvayı yakalayıp Moda'ya uzandık sonra...Üniversite yıllarımın Kadıköy ve Moda'sı oldukça değişmiş ama yine de çok güzeller...

13 Haziran 2008 Cuma

Dekalog Yedi; "Çalmayacaksın !" der yedinci emir.

Ania ve Majkaİki anne ve iki kız çocuğunu anlatır Dekalog Yedi. Şimdi 20'li yaşlarında olan Majka 16 yaşındayken okuldaki edebiyat öğretmeni Vojtek'e aşık olmuş ve hamile kalmıştır. Majka'nın aynı zamanda okulda müdür olan annesi eşiyle birlikte duruma el koyarak bebeğin bakımını üstlenmiş ve Majka'nın bebeğin annesi olduğu gerçeğini gizlemiştir. Ania gerçek annesini ablası olarak bilmektedir, anneanne ve dedesini de anne ve babası olarak. Majka hem kendi sorumluluklarını üstlenmek hem de yalanlar üzerine devam eden yaşamını anne ve babasından kurtarmak için kendisinden çalınan kızı Ania'yı kaçırır. Planında kızıyla birlikte Kanada'ya gitmek vardır. Majka ve Ania Vojtek'in evine sığınırlar. Vojtek altı yıldan beri Majka'yı görmemiştir. Kızını ise ilk görüşüdür. Ania'ya O'nun anne ve babası olduklarını söylerler. Bu arada anneanne ve dede de harekete geçmiş ve Ania'nın peşine düşmüşlerdir. Dekalog Yedi tren istasyonunda oldukça yürek burkan bir sonla biter. Ania tekrar anneanne ve dedenin eline geçer, Majka ise çoktan kendisinden çalınmış olan kızını anne ve babasına bırakarak onları terkeder, trene biner, uzaklaşır gider...

Kim kimden çalınmıştır ?

11 Haziran 2008 Çarşamba

Selvi Boylum Al Yazmalım

Yirminci yüzyılın büyük yazarlarından Kırgız Türkü Cengiz Aytmatov 10 Haziran 2008'de yaşamını yitirdi. Sinemamızın en güzel filmlerinden biri olan Selvi Boylum Al Yazmalım Cengiz Aytmatov'un Kırmızı Eşarp isimli romanından Ali Özgentürk tarafından senaryolaştırılmış ve Atıf Yılmaz tarafından 1977'de filme dönüştürülmüştür.

"Sevgi nedir ?" diye sorgular filmde Asya...Sevgi emektir !

9 Haziran 2008 Pazartesi

Dekalog Altı: "Zina yapmayacaksın !" der altıncı emir.

Altıncı emir zina yapma diyor, Krzysztof Kieślowski bu bölümde aşkı anlatıyor. Dekalog Altı'nın da Dekalog Beş gibi sinema versiyonunu yapmış Kieślowski; Aşk Üzerine Kısa Bir Film sinema versiyonun ismi.

Aşk kafa karıştıran bir kavram, oldukça da görece. Film, genç bir delikanlının, karşı blokta oturan genç güzel bir kadına duyduğu derin aşkı anlatır. Delikanlı, uzun süredir teleskopla gözetlemekte olduğu kadına tutkuyla bağlıdır. Kadın, yalnız yaşayan, çalışan, kentli bir kadındır. Zaman zaman erkek arkadaşları evine gelmektedir. Kadına yani Magda'ya göre aşk yoktur, yalnız cinsellik vardır. Hayatın gerçeği budur. Delikanlıya yani Tomek’e sorar, “-Benimle öpüşmek mi istiyorsun?” , “-Hayır” , “Dokunmak mı istiyorsun”, “-Hayır”, “Benimle yatmak mı istiyorsun”, “-Hayır”, “Peki benden ne istiyorsun” Tomek’in cevabı filmin de özüdür… “Hiçbirşey!!!”… Tomek'i masummuş gibi algılarız oysa Tomek "zina etmeyeceksin" emrine uymayan bir ahlaksızdır, salt röntgencidir !

Bu arada Dekalog Altı'nın sinema versiyonunun farklı bir sonu var ve de sinemasal açıdan oldukça etkili ve güzel bir tat bırakan son bu.

***************************************

Dekalog Beş: "Öldürmeyeceksin !" der beşinci emir.

Dekalog serisinden aynı zamanda Öldürme Üzerine Kısa Bir Film adıyla sinema versiyonu da yapılan bu film On Emir yorumlarında mesajıyla bire bir örtüşmektedir. Krzysztof Kieślowski sinema versiyonu ile uluslararası bir başarı da kazanmıştır.

Filmde işsiz güçsüz, yalnız, eğitimsiz, amaçsız, çevresine karşı nefret dolu Jacek isimli genç adam, lumpen, insanî değerlerden kopmuş bir taksi şoförünü vahşi bir biçimde öldürür. Bu suçun karşılığında idam cezasıyla yargılanır. Film her iki öldürmenin vahşetini eşit derecede sorgular ve izleyiciye aktarır.

4 Haziran 2008 Çarşamba

Dekalog Dört: "Babana ve annene hürmet et !" der dördüncü emir.
Dekalog DörtElektra kompleksi ile karşı karşıya bırakıyor Dekalog Dört. Güç bir bölüm. 20 yaşındaki oyunculuk okulu öğrencisi Anka'nın annesi çok küçükken ölmüştür. Anka kendisini büyüten babasına tutkuyla bağlıdır. Baba yani Michal seyahate çıkarken Anka üzerinde "Kızım Anka'ya ölümümden sonra açılmak üzere" yazılı annesi tarafından bırakılmış sarı bir zarf bulur. Anka'nın elinin zarfa gidip geldiğini ve sonunda da alıp çantasına koyduğunu görürüz, bir de nehir kıyısında otururken zarfı tuttuğunu. Zarfı açıp açmadığı ile ilgili ipucu vermez film. Anka seyahat dönüşünde babasını karşılamaya gider ve mektubu bulduğunu ve annesinin gerçek babasının kendisi olmadığını yazdığını söyler. Baba ise eşinin isteği doğrultusunda mektubu okumadığını söyler Anka'ya. Bundan sonra baba ve kız arasında ilişkilerinin boyutu sorgulanmaya başlar. Büyüttüğü çocuğa farklı hisleri olabildiğini itiraf eden bir baba ile babasına duyduğu tutkuyu aşkla karıştıran bir kız çocuğu...İlişkileri nerede sınırlanmalıdır ? En güvenlisi yine baba ve kız olarak mı ilişkilerine devam etmeleri mi olmalıdır ? Bu keskin sorunun yanıtı filmin sonunda Anka'nın Michal'e "baba, babacığım" diye seslenişi ile noktalanır. Anka babasına mektubu okumadığını itiraf eder. Beraber annesinin bıraktığı mektubu okumadan yakarlar. Böylelikle mektupta her ne yazılı ise sır olarak kalır.

Acaba ben hayatta çözmeyi istemeyeceğim bir sır kalsın ister miyim ?

3 Haziran 2008 Salı

On Emir'in ilk üçü, Tanrı'nın insan ile olan ilişkilerindeki varlığını, tekliğini ve gücünü ortaya koyan mutlaklıkla ilintilidir. Kieślowski sanırım Dekalog İki ve Dekalog Üç'te bu kesin yargıları bir tarafta tutarken bizi çağdaş insanın ahlâkî çelişkilerine, ikilemlerine doğru çekmektedir.

Dekalog Üç: "Şabat Günü'ne saygı göstereceksin !" emrinden yola çıkarak bir Noel akşamında bizi yalnız bir kadının yalanlarına odaklar.

Kadın evli olan eski sevgilisini kilisede ailesi ile birlikte katıldığı törenden evine kadar izler ve evde adamın çocuklarını sevindirmek için Noel Baba kılığında armağan dağıtışını gözetler. Adam ailesi ile birlikte mutlu bir Noel akşamı geçirmektedir, kadın ise yapayalnızdır. Bu kutsal geceyi eski sevgilisi ile birlikte geçirebilmek uğruna adamın karşısına çıkıp kendi hayatıyla ilgili bir yalan söyler. Sözde birlikte yaşadığı adam kaybolmuştur. Adam, karısına arabasının çalındığı gerekçesini öne sürerek kadınla buluşur. İkisi birlikte, Noel gecesi boyunca bu yalanın peşinde boş yollardan hastahanelere, sığınma evlerinden morga sürüklenip dururlar ve aslında var olmayan bir adamı aramaya koyulurlar. Gece nasıl sona erecektir ? Adam ailesine dönecektir, kadın ise hüzünlü yalnızlığına...

Yalnızlık acıtır ama yine de güzeldir.


****************

Dekalog İki: "Tanrı'nın ismini boş yere ağzına almayacaksın !" diyen ikinci emirle ilgilidir.

Dekalog İki'de ağır hasta bir genç adamın karısının ikilemine tanık oluruz. Senfoni orkestrasında keman çalan genç kadın, kocası ölümcül bir hastalıkla karşı karşıya hastahanede yatarken, aynı ölçüde sevdiği bir başka adamdan hamile kaldığını öğrenmiştir. Şimdi ne yapmalıdır? Aynı zamanda toplu konutlarda yer alan dairesine komşu olan yaşlı doktordan, ne yapması gerektiği konusunda, tıbbi bir yanıt bulmaya çalışır. Kocası ölecek midir ? Eğer kocası yaşayacaksa bebeğini doğuramayacaktır ama hamileliği bebek sahibi olması için son şansıdır. Doktor tıp biliminin pozitivist mantığının ötesinde derin bir hayat deneyimine sahiptir. Üstelik geçmişte savaş zamanında ailesini kaybetmiş ve halen sevdiklerini kaybettiği zamana dönerek bilinemezliğin önünü kesememenin verdiği çaresizliği sorgulamaktadır. Kocasının durumu hakkında kadına kesin kanıtlar sunmaz ama kararı konusunda kadına sahip olduğunu ve sahip olacağını koruması yolunda da hoş bir yönlendirme yapar.

Kararsızlık, belirsizlik en zorudur. Verilen karar yanlış bile olsa kararsızlıktan iyidir.