23 Aralık 2018 Pazar

Roma

Alfonso Cuarón'un çok yeni izlediğim, siyah-beyaz, 2018 yapımı Roma filmi uzun süredir kalbime ve ruhuma en çok dokunan film oldu. Alfonso Cuarón, kendi çocukluğuna döndüğü bu son filmi için şöyle demiş: “Tarihte, toplumları ve yaşamdaki anları bizi bireyler olarak dönüştüren, yaralayan zamanlar var. Zaman ve mekan bizi kısıtlıyor, ancak aynı zamanda bizi ve bizden farklı yaşamlara sahip olan başkalarını bir araya getirerek çeşitli bağlar yaratıp kim olduğumuzu da tanımlıyorlar. 'Roma', neredeyse elli yıl önce yaşadığım olayların anılarını yakalama girişimi, sınıf ve etnisitenin bu tarihlerde çarpıtıldığı Meksika'nın sosyal hiyerarşisinin keşfi ve hepsinden önemlisi beni, mekan, bellek ve zamanı aşan bir gizemle büyüten kadınların samimi bir portresi.”

Roma mahallesi Meksika'nın başkenti Meksiko'da, nispeten iyi halli ailelerin oturduğu güzel bir mahalle. Dört çocuklu, iki hizmetçili ailenin yaşamına göz atarken arka perdede 1970-1971 yıllarındaki siyasi çalkantıları, sınıf farklılıklarını, ana rollerden birindeki kadının da belirttiği gibi kadınların hep yalnız olduğunu izliyoruz filmde. Alfonso Cuarón, sevdiğim filmi Y tu mamá también'de olduğu gibi asıl öyküsünün üzerinden Meksika'nın toplumsal sorunlarını çok güzel yansıtıyor izleyicisine. Hizmetçi Cleo'nun aile bireyleriyle ama en çok en küçük oğlan Pepe ile olan ilişkisi etkiliyor beni. Ailenin en küçük oğlu Pepe büyüyor ve yönetmen oluyor... İyi ki de oluyor, bizlere hüzünlü güzel öyküler aktarıyor...

Alfonso Cuarón'nun Roma filmi elbette içinden geçen La grande vadrouille / Şahane Oyun ve Marooned / Fezada Kaybolanlar filmleriyle "İçinden Filmler Geçen Filmler" kategorime de yerleşiyor.

1 Aralık 2018 Cumartesi

Ahlat Ağacı

Nuri Bilge Ceylan'ın 2018 Cannes Film Festivali gösterimi sonrasında 14 - 15 dakika ayakta alkışlananan Ahlat Ağacı / The Wild Pear Tree filmini izledim en sonunda! Favori Nuri Bilge Ceylan filmim değil ama sevdim Ahlat Ağacı'nı... Sinan'ın üzüntüleri, beklentileri, sorgulamaları, yalnızlığı bir süre usumu kurcalayacak. Ahlat Ağacı'na daha ayrıntılı yer vereceğime dair kendime söz vererek, Sinan'ın dolabındaki Emil Michel Cioran, Albert Camus ve Sait Faik Abasıyanık portrelerinin yer aldığı fotoğrafla sonlandırıyorum güncemi.

Refik Durbaş artık sonsuzlukta...

30 Kasım 2018 akşamı aramızdan ayrıldı Refik Durbaş. Naif, kırılgan dizeleriyle yaşayacak artık... Kendi el yazısıyla sevdiğim bir şiiriyle veda etmek istiyorum usta şaire...

26 Kasım 2018 Pazartesi

Bernardo Bertolucci geçti bu Dünya'dan...

Benim için her zaman Il Conformista / The Conformist / Konformist (Düzen Adamı) ve Novecento / 1900 demek olan Bernardo Bertolucci artık sonsuzlukta...

23 Kasım 2018 Cuma

La Villa

Fransız Marksist yönetmen Robert Guédiguian, 2017 yapımı La Villa / The House by the Sea / Deniz Kıyısındaki Ev filmini, Marsilya yakınlarındaki Calanque de Méjean'da çekmiş. Calanque Fransızca küçük koy anlamına geliyor. Oyuncularla birlikte güzeller güzeli bu koy da başrollerden birinde. Alman bir anne ile tersane işçisi Ermeni bir babadan 1953'te Marsilya'da doğan yönetmen hep işçi sınıfının yanında olmuş, halen Marsilya'da yaşıyor, filmlerini Marsilya ve civarında çekiyor, üniversitede okurlarken tanışıp evlendiği oyuncu eşi Ariane Ascaride pek çok filminde başrolde.
La Villa filmi eski komünistlerden Maurice'in Méjean'daki küçük güzel koya tepeden bakan evinin terasında denizi izlemesiyle başlıyor. Maurice, ki bu güzel koyda, "düşük fiyatla herkesin oraya gidebildiği" küçük bir restoranı da işletmekte senelerdir, artık içinde bulunduğu ortamın eski tadı tuzu kalmadığının farkında. Bu küçük yer artık yavaş yavaş ıssızlaşmış, koyun yerlileri evlerini büyük şehirlilere özellikle Parislilere satmış, koy eski görkemli günlerini sessizliğe bırakmış ama Maurice, Méjean'ı ve kendisini terkedip gitmeyen büyük oğlu ve komşuları yaşlı çiftle beraber halen mucizelerin olduğunu kanıtlayarak bu güzel yerin özünde aslında ideallerini ayakta tutmaya çalışmakta. Ancak işler her zaman isteklerimiz doğrultusunda gitmez elbette, balkonunda denizi seyrederken aniden fenalaşıyor ve yatağa bağımlı hale geliyor Maurice. Geçirdiği felç dolayısıyla yıllardır koya gelmeyen tiyatro oyuncusu kızı ve kendinden çok genç bir kızla birlikte olan küçük oğlu babalarının rahatsızlığı sebebiyle büyük emeklerle inşa edilmiş, koya hakim evlerinde bir araraya geliyorlar. Bir araya gelmek hem babalarından öğrendiklerini gözden geçirmek hem de 20 yıl önce gerçekleşmiş acı bir olayı da anımsamaları demek oluyor. Maurice'in oyuncu kızı Angèle'in (yönetmenin eşi Ariane Ascaride bu rolde) 6-7 yaşlarındaki küçük kızının 20 yıl önce dedesinin yanında kaldığı bir yaz kaza sonucu denizde boğularak öldüğünü, Angèle'in babası ve ağabeyini bu olaydan sorumlu tuttuğunu ve 20 yıldır eve ayak basmadığını öğreniyoruz. Kardeşler hesaplaşmalarını yaparken günümüzün en büyük sorunlarından mülteci krizine de değiniyor yönetmen. Mültecileri taşıyan bir teknenin koy açıklarında batması sebebiyle köye sığınmış mültecileri arayan askerler film boyunca kardeşlerle ilginç diyaloglara giriyorlar. Sadece bu diyaloglar bile filmi arşivlik kılmanıza yetiyor.
Dünya değişiyor, değişime zorunlu olarak ayak uydurabilmek veya kendi seçimimizle sonlandırmak bizim elimizde. Daha fazla bahsederek filmin büyüsünü bozmayacağım. Uzun zamandır bu kadar hüzünlü ama aynı zamanda gerçekleri zarifçe yüzüme çarpan bu kadar keyifli bir film izlememiştim. Calanque de Méjean da usuma yerleşiyor tüm güzelliğiyle...
Yönetmen Robert Guédiguian, aynı oyuncularla 1986'da yani 31 yıl önce çektiği Ki lo sa? filmindeki görüntüleri La Villa filminde "flashback" olarak kullandığı için hoş bir "içinden film geçen film" yaratmış, elbette bu kategorime de yerleşiyor La Villa / The House by the Sea / Deniz Kıyısındaki Ev.

29 Ekim 2018 Pazartesi

29 Ekim 1923 - 29 Ekim 2018

Cumhuriyet'imizin 95. yılı kutlu olsun!
.

18 Ekim 2018 Perşembe

Ara Güler geçti bu Dünya'dan...

Konuşmak istemediğimde, Ara Güler'in 'Akşamüstü Kandilli'den kalkan Boğaziçi vapuru' (1965) fotoğrafına bakarım.
"...Ama fotoğraf hakikattir. Hakikatin kopyasıdır. Hakikatin parçasıdır, sanat olamaz." der Ara Güler ve fotoğraflarıyla hep aramızda olacak...

30 Ağustos 2018 Perşembe

30 Ağustos Zafer Bayramı...

30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!

.

9 Ağustos 2018 Perşembe

Zéro de conduite: Jeunes diables au collège

Çok genç yaşta, daha sadece 29'undayken ölen Fransız yönetmen Jean Vigo'nun 1933 yapımı Zéro de conduite: Jeunes diables au collège / Zero de Conduite / Hal ve Gidiş Sıfır: Küçük Şeytanlar Okulda filmi anarşiye bir saygıduruşu ve bir manifesto niteliğinde. Jean Vigo’nun ilk kurmaca filmi olan 44 dakikalık Zéro de conduite: Jeunes diables au collège, gösterime girdiğinde Fransız hükümeti tarafından “ülke için sakıncalı” bulunup yasaklanmış ve özgürlüğüne ancak yapımından 12 sene sonra kavuşabilmiş bir film. Sinema tarihinde çocuklar üzerine yapılmış en iyi filmlerden biri olan Zéro de conduite: Jeunes diables au collège, François Truffaut’nun Les quatre cents coups ve Lindsay Anderson’un If... adlı klasikleşmiş filmlerini de büyük ölçüde etkilemiş.
Yatılı okulda maruz kaldıkları baskıya karşı isyan eden çocukların eğitim kurumuna, dine, baskıcı tavırlara karşı sözünü sakınmayan direnişiyle her sinefilin arşivinde olması gereken bir film olan Zéro de conduite: Jeunes diables au collège, küçük yaşta yetim kalan ve yatılı okullarda büyüyen yönetmen Vigo’nun kişisel hikâyesinden dâhiyane yönetmenliği, gerçeküstü görüntüleri, özellikle çocukların yastık savaşındaki şiirsel sahneleriyle eşsiz bir filme dönüşmüş.

27 Temmuz 2018 Cuma

El extraño viaje

İspanyol yönetmen Fernando Fernán Gómez'in 1964 yapımı siyah-beyaz El extraño viaje / Strange Voyage / Tuhaf Yolculuk filmi izleyicisini ters köşeye düşüren, İspanyol sinemasının kayda değer örneklerinden, arşivlik bir film. Franco döneminde yasaklanmış olan El extraño viaje / Strange Voyage / Tuhaf Yolculuk filminde Madrid yakınlarındaki bir köye gidiyor ve iki kız (Ignacia ve Paquita) ile bir erkek kardeşten (Venancio) oluşan Vidal kardeşlerle tanışıyoruz. Abla Ignacia Vidal, çocuksu zihniyete sahip kız ve erkek kardeşi üzerinde mutlak bir hakimiyet kurmuş, kardeşlerini ezip korkutarak kendisi olmadan hiç bir şey yapamayacaklarına kanaat getirtmiş.
Köylülerin monoton yaşantısını canlandıran tek etkinlik her Cumartesi gecesi köye Madrid'ten gelen bir müzik grubunun çaldığı müzikler ve bu müziklerle köylülerin yaptığı danslar.
Elbette bu köy özelinde kırsal İspanya'nın gündelik yaşantısını gözler önüne seren yönetmen Fernando Fernán Gómez, köyden kente kaçış hayalleriyle dolu köy gençlerine de değinmeden duramamış. Köydeki tuhafiye mağazasındaki kentli giysilere duyulan özlem, sürekli bir köyden kaçıp kurtulma isteği fazlasıyla hissettiriyor kendini.
Filme dönersek köyün tuhaf kardeşleri Vidaller köy meydanında yer alan dans gösterilerine sadece köy meydanına bakan balkonlarından oturup izleyerek katılıyorlar. Yine bir Cumartesi gecesi tüm köy neşeyle müzik dinleyip dans ederken Vidal kardeşlerin evinde, Paquita'nın ablası Ignacia'nın odasından duyduğu seslerle filmin akışı bir anda değişiyor ve izleyiciyi bir kasıt olmaksızın oluşan üç cinayetle karşı karşıya getirtip, sürpriz sonuyla ters köşede bırakıyor.

Desiderio

IMDb kayıtlarına göre 1946 yapımı Desiderio / Desire veya Woman / Tutku filminin yönetmen koltuğunda iki isim var: Marcello Pagliero ve Roberto Rossellini. Aslında yönetmen Roberto Rossellini 1943 yılında çekmeye başladığı Desiderio filminden İtalya'daki savaş şartlarının kendisini çaresiz bırakması sebebiyle ayrılmak zorunda kalmış. Daha sonra başkalarının çabalarıyla yönetmen Marcello Pagliero projeye dahil olmuş ve filmi 1945'te tamamlamış. İtalya'daki bazı sansür müdahalelerinden sonra film, nihayet ertesi yıl 1946'da serbest kalmış.
Desiderio filminde Milano'da fahişelik yapan Paola Previtali'nin hayatından bir kesit izliyoruz. Paola Previtali rolünde Elli Parvo var ve oldukça başarılı. Paola bir akşam iş dönüşünde tanık olduğu genç bir kızın intiharıyla sarsılacak, yardımına koşan adamla yakınlaşacak ancak O'na kendisiyle ilgili gerçeği söyleyemeyecek, kapana sıkılmış hissettiği fahişelikten kendini kurtarmaya çalışacak ve çareyi iki yıl önce Roma'ya çalışmaya gittiğini söyleyerek ayrıldığı Abruzzi dağlarındaki bir köyde yaşayan ailesinin yanına dönmekte arayacaktır. Ancak köyde işler hiç de istediği gibi gitmeyecek ve Paola için hayat çekilmez bir hale gelecektir. Yakınlaştığı adam gelip Paola'yı köyünde bulacak mı diye merakla izleyicisini umutlandıran Desiderio filmi bir yumruk gibi boğazınızda düğümleniyor. Savaş sonrası koşullar, büyük kentlerdeki dış görüntüler çok fazla yansıtılmamış filmde ama fazlasıyla hissediyorsunuz umutsuzluğu Paola'nın gözlerinde.

Tutulursan!?

27 Temmuz 2018'de yani bugün yüzyılın en uzun Ay tutulması yaşanacak. Ay tutulmasının 1 saat 42 dakika ve 57 saniye sürmesi bekleniyor. Tutulma, Türkiye saati ile 20:13'de başlayıp sabaha karşı 02:30'da sona erecek ve Ay, tutulma sırasında "Kanlı Ay" olarak adlandırılan kızıl bir görünüme bürünecek.

3 Temmuz 2018 Salı

L'avenir

Mia Hansen-Løve'ın yazıp yönettiği 2016 yapımı L'avenir / Things to Come / Gelecek Günler filmi, sadece uzun zamandır keyif aldığım bir film olarak değil, tembelliğimden pek uğramadığım sevgili günceme de dönüş yapmamı sağladığı için ayrı bir yer ediniyor belleğimde.
Mia Hansen-Løve'ın annesinin hayatına dayanarak yazdığı senaryosunda, yönetmenin annesi sadece kedinin mahremiyetine olan saygısından dolayı kedinin adını değiştirtmiş. Filmde yer alan felsefe öğretmeni Nathalie Chazeaux'nun (ayrıksı rollerinden üzerinden başarıyla gelen Isabelle Huppert var bu rolde ve harikalar yaratıyor.) annesinin kedisinin adı orjinal senaryoda "Desdemona" imiş ama yönetmenin annesi kedinin adının filmde "Pandora" olmasını istemiş. Ki böylelikle sevgili(m) kocamın dediği gibi kedi taşıma kutusunda evden eve, Paris'ten dağlara taşınınca, Pandora'nın kendisi kutunun içine girivermiş olmuş!
L'avenir / Things to Come / Gelecek Günler filmi, hem içinden geçen Abbas Kiarostami'nın 2010 yapımı Copie Conforme / Certified Copy / Aslı Gibidir filmiyle "içinden filmler geçen filmler" kategorime hem de filmle yer alan pek çok felsefe kitabıyla "içinden kitap/lar geçen filmler" kategorime yerleşiyor.

Evli ve iki çocuk sahibi, Paris'te bir lisede felsefe öğretmeni olarak hayatını sürdüren Nathalie tüm zamanını ailesi, öğrencileri ve hastalık hastası, sürekli ilgi bekleyen annesinin arasında bölüştürürken, bir gün kocası başka bir kadın için onu terk edeceğini söyler. Nathalie'nin kocasına tepkisi salt şu cümle olur: “Beni sonsuza kadar seveceğini zannetmiştim.” Filmin bundan sonrasında kendisini arayıp bulmaya çalışan yeni bir Nathalie gözlemleriz. Annesinin ölümünden sonra eski öğrencisinin kaldığı çifliğe gitmek üzere arabada yolculuk ederken şöyle diyecektir Nathalie: “Çocuklarım kendi işlerinde güçlerinde. Kocam beni terk etti. Annem öldü. Özgürlüğümü buldum. Toplam özgürlük. Daha önce tatmadığım bir şey! Bu olağanüstü!”

Bazen hayat farklı sürprizlerle farklı yönlere gitmemize yol açar. Kendimizi bulup, keşfetmek elimizde elbette, sadece kararlı olmak gerekiyor!

19 Mayıs 2018 Cumartesi

19 Mayıs...


Fikirler ölmez!
.

Ahlat Ağacı

Nuri Bilge Ceylan'ın Ahlat Ağacı / The Wild Pear Tree filmi, Cannes Film Festivali'nde 18 Mayıs 2018 akşamında gösterim sonrası 14 - 15 dakika ayakta alkışlandı...

31 Ocak 2018 Çarşamba

Bu Gece AY Dolunay, hem Mavi hem Kanlı, üstelik Tutuluyor!

En son 150 yıl önce gerçekleşen nadir bir gök olayı ile bu gece karşılaşıyor Dünyamız! Bu gece AY Dolunay, hem mavi hem kanlı, üstelik tutuluyor!

Sevmek Seni

Cengiz Tuncer'in yazıp yönettiği 1965 yapımı Sevmek Seni / Loving You filmi oldukça yoğun bir biçimde Metin Erksan'ın çok sevdiğim Sevmek Zamanı / Time to Love filmini hatırlatıyor. Filmin en hoş sürprizlerinden biri, yazar Giovanni Scognamillo'un da yer alması. Aile mirası olarak evde karga besleyen bir karakteri canlandırıyor Giovanni Scognamillo, filmin jeneriğinde adı Ciovanni Scognomillo olarak yazıyor. Kafası hayli karışık bir esas oğlan (Beklan Algan) var filmde, iki esas kız (Selma Güneri ve Ayfer Feray) arasında gidip geliyor. Felsefi konuşmaların ağrılıklı olduğu bir film Sevmek Seni / Loving You. Esas oğlan varoluşunu sorgulayıp duruyor, aşkı arayıp duruyor ama kendisi huzursuzluğunda kaybolup gidiyor daha çok!

Ölüm Film Çekiyor

Aydın Arakon'un 1961 yapımı, siyah-beyaz Ölüm Film Çekiyor / Death is Filming adlı filmi karizmatik Orhan Günşiray ve hüzünlü Muhterem Nur'u biraraya getiriyor. Orhan Günşiray kendisini oynuyor filmde, Muhterem Nur ise Orhan Günşiray'ın oynadığı filmde figüran olarak yer alan kızkardeşi öldürülünce İstanbul'a gelip hayatı tehlikeye düşen genç ve güzel kız rolünde. Muhterem Nur ve Orhan Günşiray'ın yolları kesişince hayli maceralı bir serüven içinde buluyoruz kendimizi. İstanbul'un o dönemdeki güzelliği ise filme ayrı bir hoşluk katıyor. Müzikler, klüpler, modern danslarla altmışlar'ın başlarındaki farklı bir İstanbul var filmde. İzleyiciye artık sadece filmlerde görebileceğimiz bu İstanbul'un, Türk yeni dalgası ile film noir karışımı Ölüm Film Çekiyor / Death is Filming filmiyle sonuna kadar tadını çıkarmak kalıyor.

Nihon no ichiban nagai hi

Kihachi Okamoto'nun 1967 yapımı Nihon no ichiban nagai hi / Japan's Longest Day / Japonya'nın En Uzun Günü, 14-15 Ağustos 1945 tarihinde Japonya'da gerçekleşen olaylar dramatize edilerek aktarılıyor izleyiciye. Hiroşima ve Nagazaki üzerine atom bombalarının atılmasının ardından, Japonya'nın II. Dünya Savaşı'nın sona erdirmek üzere teslim olma kararını kabul etmesindeki sancılı süreci izliyoruz yüzelliyedi dakikalık filmde.
Müttefiklerin Japonya'nın kayıtsız şartsız teslim olma talebi üzerine, Savaş Bakanı, her Japon vatandaşının ölümüne kadar savaşmayı teklif eden askeri subayların dileklerini iletir. Ancak İmparator Hirohito, bakanlar ile birlikte Japonya'nın barışçıl yollarla teslim olmasını tercih etmektedir.

24 Ocak 2018 Çarşamba

Ursula K. Le Guin...

Artık Ursula K. Le Guin de beni etkileyen kitaplarından birinin adı gibi "Her Yerden Çok Uzakta!"

12 Ocak 2018 Cuma

Balonlar bıraktım gökyüzüne!