31 Aralık 2010 Cuma

Gri Bir Yıl

Bu gece 'mecburen' gireceğimiz
yeni yılın bana çağrıştırdığı ilk renk gri.
Gri 2011
hoşgeldin, umarım biraz huzur getirirsin.
...
.

30 Aralık 2010 Perşembe

Hayatı Güzelleştirmek Küçük Bir Sohbette Gizlidir Çoğu Zaman

uç uç balonÜniversite yıllarımızdan üç arkadaş bu öğlen bir araya geldik. Öğle arasına sıkıştırılmış keyifli bir sohbet biraz olsun gündelik hayatın sıkıntılarından kurtardı bizi diyebilirim. Üniversite yıllarından, gelecekten, hayallerimizden konuştuk. Gökyüzüne üç balon bıraktık bugün...

Portakalların Olduğu Yerde

Portakal ! Orada kal !Gelecek yıldan pek bir beklentim yok... Bir ara portakalların olduğu adada olabilirsem gayet iyi olacak.

27 Aralık 2010 Pazartesi

K O S M O S

KosmosGünlerden bir gün, nereden geldiği belli olmayan yarı meczup bir adam ağlaya ağlaya karlar içinden Kars'a gelir. (Kars diyorum ama adı hiç bir zaman geçmez kentin, sınırdaki bir kasabadır burası...) Gelir gelmez nehirde boğulan çocuğu kurtarır. O çocuk ki babası mezbahada hayvanları kesmektedir. Yani can alan birinin oğluna can vermiştir. Şeker dışında başka bir şey yemez, uyumaz, çalışmaz, hırsızlık yapar, etrafındakilere şifa dağıtır, kuşlar gibi ses çıkararak iletişim kurmaya çalışır, çok anlamlı sözler çıkar ağzından, sadece çay içer ve tek derdi aşktır. Aşık olduğu kız "adım Neptün olsun" deyince, "Sen Neptün ol, ben de 'Kosmos' olayım!" der.Neptün ve KosmosReha Erdem, ilk filmi ve bence başyapıtı 1988 yapımı A Ay / Oh Moon filmi ile kalbimi ve beynimi tam onikiden vurmuş bir yönetmendir. Reha Erdem'in A Ay'ı izleyen tüm filmlerini izledim elbette ama A Ay filminin bıraktığı tat her zaman farklıydı. A Ay'dan sonra Hayat Var filmi ile beni bambaşka bir İstanbul'a götüren Erdem, son yapıtı 2010 yapımı Kosmos ile sadece fiziki olarak İstanbul dışında bir kente değil farklı bir dünyaya da beni taşıdı diyebilirim.
Kosmos algılaması güç bir film. 'Kosmos' karakteri de gerçekte olunabileceğine inanması zor bir karakter. Biraz eski zamanların mecusi dervişleri gibi. Reha Erdem'in sözleriyle, 'Kosmos', bir süper kahraman. Yönetmen bu nedenle de karakterin, gerçek olmadığını belirtiyor ve gerçek değil derken, keşke gerçek olsa anlamında da söylediğini ekliyor. Reha Erdem'in belirsiz bir zamanda, belirsiz bir kente gelen, iletişimde olduğu kent sakinlerini varlığıyla rahatsız eden, bazılarını iyileştiren, bazılarını sarsan ve geldiği gibi kentten çekip giden karakteri en vurucu sözlerinden birini kente sürgün gönderilmiş öğretmene söylüyor: "İnsanın hayvana bir üstünlüğü yok efendim !"
Reha ErdemKarlar altındaki güzeller güzeli Kars'a Gezici Film Festivali kapsamında giden Reha Erdem kentten çok etkilendiğini belirtmiş bir söyleşisinde. Bazı yıkık görüntüler, O'na bir savaş ortamını çağrıştırmış ve bir de oradaki insanların varoluş şekilleri dikkatini çekmiş; örneğin karın üzerindeki siyah paltolu, siyah şapkalı adamlar... "Her şey aşırı derecede sinematografikti." diyor Erdem ve ekliyor; "Dolayısıyla ham duran proje fikrim, bir elbise gibi Kars’ın üzerine oturdu." Bu kent Reha Erdem'in filmine çok yakışmış bence. İzlerken seneler önce gördüğüm Kars'ı gözümün önüne getirmeye çalıştım. Kışın değil, baharda görmüştüm Kars'ı... Taş evler, ağaçlar, sokaklar, nehir... Kars hakikaten büyüleyici bir kent...
Kosmos müzikleriyle de çok güzel bir film bence. Rachel's grubunun "Systems: Layers" albümünden filmin fragmanında da yer alan "Even Odd" parçası oldukça hoş. Benim için salt 1999 yapımı "Selenography" albümü demek olan Rachel's grubunun hemen bu albümünü de edinmeliyim diye düşündüm yaylıların eşliğinde Kars'ın kazları koşuştururken ! Elbette Reha Erdem'in deyimiyle Kars’ta nereye giderlerse duydukları ‘Bu Gala Daşlı Gala’ türküsü de filmin olmazsa olmazı olmuş.
İnanmasına inanmak zor 'Kosmos' karakterine ama ben yine de sevdim film kahramanı olarak kalacak olsa da, kendine ait bir evrende yaşayan ve oradan çıkmaya niyeti olmayan bu hayli anarşist / şamanistik varlığı ! Vampirlik ile dervişlik arasında bir acaip noktadaki hafifliğin düşsel ağırlığını duyumsattı bana!!!

22 Aralık 2010 Çarşamba

Avrupa'nın Görüntüsünden Kurtulmak İçin Uyanmak !

Max von Sydow'un hipnotize eden sesi ağır ağır duyulur;

"Şimdi dikkatle sesimi dinleyeceksin. Sesim sana yardımcı olacak ve Avrupa'nın daha derinlerine inmende, sana rehberlik edecek.
Her sözcük ve sayıyla beraber,
sesimi her duyduğunda... Sen özgür, gevşemiş ve yeni fikirlere açık bir halde daha derin bir katmana girmiş olacaksın.

Şimdi, birden ona kadar sayacağım.

On olduğunda,
Sen, orada olacaksın.
...
On dediğimde orada ol."
Avrupa

"Ay'dan İzlenimler"'i izleyenler bilirler içinden başka filmler geçen filmler kadar "üçleme" filmleri de severim. Lars von Trier'in "Avrupa" üçlemesinin son filmi olan 1991 yapımı Europa / Avrupa 1945'in Almanya'sında geçer. Max von Sydow filmde sadece sesiyle yer alarak olayları anlatır ve sesi sizi hipnotize ederek büyüler. Lars von Trier'in betimlediği II. Dünya Savaşı'nın hemen ertesindeki travmatik, kaotik Almanya, seneler önce bu filmi ilk izlediğimde öylesine beynime kazınmıştı ki izledikten sonra gittiğim Berlin'de yer yer pek çok sahne gözlerimin önüne gelip durmuştu.
Şimdi durup dururken bu film usuma düşmedi elbette ! 1945'in Almanya'sında hemen savaşın bitiminden sonra doğmuş olan Alman arkadaşımın doğumgünü bugün. Glücklich Geburtstag !!!

21 Aralık 2010 Salı

Gündönümünde Ay Tutulması

Ay tutulurken uyuyamam !Ay tutulması 456 yıldır ilk kez bulunduğumuz yarıküredeki gündönümüne denk geliyor. Kuzey yarıkürede güneş ışıklarının Oğlak Dönencesi`ne dik geldiği en uzun gecenin yaşanacağı bugünden (21 Aralık) sonra artık günler uzamaya başlayacak. NASA'dan yapılan açıklamaya göre en son 1554 yılında gerçekleşen bu tarihi rastlantı, 456 yıl sonra tekrar oluşuyor. Tam tutulma sırasında Ay'ın bakır kırmızısı rengini alacağı belirtildi. Başlangıcından bitişine toplamda 3 saat 28 dakika sürecek olan tam Ay tutulması bugün Kanada saatiyle sabaha karşı 01:33'de başlayacak ve 05:01'de sona erecek.
Bu arada hemen not düşeyim, 2011 yılının Ay tutulmaları Haziran ve Aralık aylarında gerçekleşecek.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Doğan Güneşin Ülkesi: Japonya

Japonya... JaponyaSevgili öğretmenim, arkadaşımın Alaska'dan sonra seyahatini gerçekleştirdiği yer bu kez dünyanın diğer ucu olan "Doğan Güneşin Ülkesi" Japonya (Japonca: 日本, Nihon ya da Nippon) idi.

Gidip görmek istediğim ender ülkelerden biri olan Japonya ile ilgili arkadaşımın çektiği birbirinden güzel fotoğrafları tekrar tekrar izleyerek yetineceğim. Şimdilik !

FujiAshi GölüAltın Tapınak - KyotoJapon yemekleriSensojiSensoji
Akira Kurosawa'nın filmlerini yeniden izlemenin zamanı da geldi sanırım.

17 Aralık 2010 Cuma

Kar Uçuşurken İstanbul'da...

Nar


Kar
Var
Yar
Nar

13 Aralık 2010 Pazartesi

Ladri di Biciclette

Vittorio De Sica denilince aklıma ilk gelen Ladri di Biciclette/ Bicycle Thieves / Bisiklet Hırsızları filmidir. 1948 yapımı bu film, İtalyan yeni gerçekçilik akımının başyapıtlarından biridir. Belleğim beni yanıltmıyorsa İtalyan yönetmen Vittorio De Sica arşivimizde 1962 yapımı Matrimonio all'italiana / Marriage Italian-Style / İtalyan Usulü Evlilik filmiyle de yer alıyor. Ladri di Biciclette/ Bicycle Thieves / Bisiklet Hırsızları filmi hüzünlü öyküsü, çekimleri ve sadeliğiyle kalbimi fethetmiş ender filmlerden biridir.

Bu arada filmin yönetmeni Vittorio De Sica ile senaristi Cesare Zavattini'nin sinema tarihinin en uzun süren işbirlikteliğini de gerçekleştirdiklerini not düşmek istiyorum. Zavattini Ladri di Biciclette/ Bicycle Thieves / Bisiklet Hırsızları dışında sayısı yirmiyi geçen başka senaryolar da yazmıştır Vittorio De Sica için. Ağırlıklı olarak tüm senaryolarda II. Dünya Savaşı sonrası İtalya’sıdır değinilen. İtalya'daki toplumsal adaletsizlik, insanların çaresizliği ve umutsuzluğu, sömürülmeleri, zor hayat koşulları adeta bir belgesel tadında aktarılmıştır İtalyan yeni gerçekçiliğinin kuramcısı olarak da adlandırılabilecek Cesare Zavattini tarafından.

Tamamiyle halktan oyuncularla gerçekleştirilen filmde II. Dünya Savaşı sonrasında Roma'nın kenar mahallelerinde yaşayan insanların hayatlarına tanık oluruz. Uzun bir süredir işsiz olan ana kahraman Antonio Ricci(Lamberto Maggiorani canlandırıyor)'ye İş Bulma Kurumu tarafından bisikleti varsa bir işe (Roma sokaklarına afiş asma işidir bu iş) başlayabileceği söylenir. Evdeki yatak çarşaflarını rehine vererek karşılığında daha önce rehine verdiği bisikletini geri alır, başvurusunu ilgili kuruma yapar ve ertesi sabah işbaşı yapabileceğini öğrenir Antonio.Antonio ve Brunoİş bulduğu için mutludur. Oğlu Bruno (Enzo Staiola canlandırıyor) da gurur duymaktadır babasıyla. Bruno'nun gözleri bisikleti temizlerlerken ışıl ışıldır.Antonio işbaşı yaptığı ilk günde...Ancak mutluluk sürekli olamayacak ve daha işbaşı yaptığı ilk gün Rita Hayworth'ın (bir bakıma içinden film geçiyor da diyebiliriz bu film için çünkü asılan afiş Rita Hayworth'ın Gilda filmindendir.) afişini duvarlara yapıştırırken bisikleti çalınacaktır Antonio'nun. Herşey bir anda altüst olmuştur. Bisiklet yoksa işi de olmayacaktır...KilisedeFilmin devamında Antonio ile oğlu Bruno'nun yoksul mahallelerden kiliselere, bit pazarından bisikletin nerede olduğunu söyleyebileceğine bel bağlanan bir nevi medyum olarak adlandırabileceğimiz kadına kadar çaresizce çalınan bisikletin aranmasını izleriz...Bit pazarındaUmutsuzca süren arayışın sonunda son kalan paralarıyla bir lokantaya girer baba oğul...En dokunaklı sahnelerden biridir lokanta sahnesi. Bruno'nun hüzünlü gözlerini özgüvenle dolu pırıltılar içinde görürüz. Babası ona yemek ısmarlamaktadır, bu an onca yoksulluğun içinde umudun bir an parladığı andır. BrunoÇalınan bisikletin peşinde baba oğulun ilişkisi an be an perdeden izleyiciye yansır, sıradan hayatların sıradan hüzünlü öyküsüdür film ve Antonio'nun başkasının bisikletini çalmak üzere hamle ettiğinde küçük Bruno'nun gözlerindeki hayal kırıklığıdır.BrunoÇaresizliğin, yoksulluğun ve bunların neler yaptırtabileceğinin en sade haliyle anlatımıdır Ladri di Biciclette/ Bicycle Thieves / Bisiklet Hırsızları. Beklentiniz doğrultusunda mutlu sonla bitmez; "Fine" yazısını ekranda gördüğünüzde boğazınızdaki yumru büyür !

10 Aralık 2010 Cuma

DUYGU YÜKLÜ BİR HATIRA PARA SETİ...

Ertuğrul Fırkateyni'ni bilir misiniz ? Ya bundan 120 yıl önce Japonya'ya yaptığı yolculuğu ve bir facia sonucu batışını; Türk - Japon dostluğunun başlangıcına vesile oluşunu pekiyi ? Bilir misiniz ?

Bilmiyorsanız ve öğrenmek istiyor fakat kaynağınız yoksa, elinizin altında Internet var; araştırınız! Setteki Ertuğrul Fırkateyni Hatıra Parası ise 3 Aralık 2010'dan beri bizim Darphane'de satışta, bu para 3.000 adet tek olarak ve 20.000 adet sette olarak toplam 23.000 adet basıldı; Ahırkapı Feneri ve Kuran'ın nüzülünün 1400.Yılı Hatıra Paraları da aynı tarihte satışa çıktı ve bunların maksimum tirajı da 3.000'er adet. Fotoğraflarını gördüğünüz set ise, yalnızca Japon Darphanesi'nce satılmakta... Ukalaca uslubum ile birlikte, sizleri bizim güzide kurumumuz Darphane'nin yönlendirmesiyle, Japonya'dan getirtmek durumunda kaldığımız ve her iki ülkenin ortak olarak çıkarttığı hatıra para setinin görüntüleriyle başbaşa bırakıyorum ! 20.000 adet basılan set, halen Japon Darphanesi'nden temin edilebiliyor.

(Bazı görüntüler üzerindeki yazıları okuyabilmek için üzerlerine tıklayıp büyütünüz.)






8 Aralık 2010 Çarşamba

John Lennon

1971 yılında Rolling Stones dergisinin 74.(21 Ocak 1971) ve 75.(4 Şubat 1971) sayılarında Jann S. Werner'in John Lennon'la yaptığı ünlü "Lennon Remembers / Lennon Anlatıyor (Anımsıyor)" başlıklı söyleşisi iki bölüm olarak yayımlanır. Ne ilginçtir ki söyleşi 1970 yılının 8 Aralık gününde New York'ta yapılmıştır. John Lennon ve Yoko Ono'nun kısa bir süre önce bitirmiş oldukları albümlerinin hemen ardından gerçekleştirilmiş bu söyleşi Werner'in şu sorusu ve Lennon'un şu yanıtıyla son bulmaktadır:
Werner: Do you have a picture of “when I’m 64″?
Lennon: No, no. I hope we’re a nice old couple living off the coast of Ireland or something like that — looking at our scrapbook of madness.
*****
Werner: 64 yaşınız için aklınızda bir fotoğraf var mı?
Lennon: Umut ediyorum ki İrlanda sahillerinde ya da ona benzer bir yerde yaşayan, birlikte yaptığımız çılgınlıkları karaladığımız deftere bakan şirin, yaşlı bir çift olacağız.
John Lennon bu söyleşiden 10 yıl sonra bugün ya da tam 30 yıl önce bugün 8 Aralık 1980'de akli dengesi yerinde olmayan bir hayranı tarafından New York'taki dairesinin önünde öldürülür. Daha sadece 40 yaşındadır.
Sevdiğim şarkılarından biri olan (Just like) Starting Over şarkısının son sözleriyle anımsamak istiyorum bugün John Lennon'ı...(Lennon'un bu güzel şarkısının klibi ayrı güzeldir... Rolling Stones dergisinde yer alan yukarıdaki sözlerle başlar, sahildeki kır evinden dağılan ve uçuşan fotoğraflarla New York'ta son bulur. Son bulmadan hemen önce John Lennon ve Yoko Ono'yu çizgilerle görürüz. John Lennon çizgilerle bir meleğe dönüşür ve kanatlarıyla Yoko Onu'yu sarmalar... [İnternette tarattırarak izlemenizi öneriyorum.]

John Lennon

(Just like) Starting Over

.....
.....

It's been too long since we took the time
No-one's to blame, I know time flies so quickly
But when I see you darling
It's like we both are falling in love again
It'll be just like starting over, starting over

Our life together is so precious together
We have grown, we have grown
Although our love is still special
Let's take a chance and fly away somewhere

John Lennon
Double Fantasy albümü

7 Aralık 2010 Salı

Ekmek de istiyoruz, gül de !

Ekmek ve Gül“We want Bread, and Roses too! / Ekmek de istiyoruz, gül de!” sloganı 1857'de New York’ta 128 kadın işçinin can verdiği bir fabrika yangınının ardından yürüyüşe geçen kadın işçiler tarafından ilk kez dile getirildikten sonra Amerikalı şair James Oppenheim tarafından 1911 yılında "Bread and Roses" şiirine, İngiliz yönetmen Ken Loach tarafından da 2000 yılında Atlantik Okyanusu'nun diğer yakasında çektiği Bread and Roses / Ekmek ve Gül filmine esin kaynağı olmuş...
İşçi sınıfının daimi savunucusu Ken Loach bu filminde bu kez yeni dünyada göçmen işçilere yapılan haksızlıklar üzerinden öyküsünü kurgulamış ve öyküsünün odağına Meksikalı iki kızkardeşi koymuş. Maya, çoktan Los Angeles'a yerleşip çoluk çocuğa karışan ablası Roza'nın ardından aynı serüveni tekrarlamak üzere Meksika - Amerika sınırını geçecek ve ekmeğini kazanmak üzere kapitalizmin modern kölelik sistemi içinde kendine iş arayacaktır. Kaçak işçi olarak çalıştırılmaya zorlanan, her türlü sosyal haktan uzak sömürülen göçmen işçiler haklarını aramaya başlayıp örgütlenmeye çalıştıklarında sadece işverenlerin değil sendika ileri gelenlerinin de hışmına uğrayacaklardır. Oysa istedikleri düzgün koşullarda hem karınlarının hem de ruhlarının doymasıdır, insan gibi yaşamaktır kısaca, salt ekmek ve güldür istedikleri !... Ancak kapitalizm başka türlü kurgulamaktadır hayatları ! Başucu kitabımdaki Ken Loach'ın sözleriyle dile getirirsem; "Toplumda iki sınıf bulunmaktadır, bunların çıkarları arasında bir uzlaşma sağlamak mümkün değildir ve bir tanesi, öteki pahasına varlığını sürdürmektedir."
Köleliğin dışında kurgulanan hayatlardır aslolan !

5 Aralık 2010 Pazar

VAE VICTIS!

Pazar günü, nadiren de olsa, HABERTÜRK Gazetesi alıyoruz; Cumartesi geceleri, Tarihin Arka Odası'nın dozu az gelince bilhassa, malum dergisinin de etkisiyle, Pazar günü bu eksikliği gidermek adına... Sevgili(m) kocam, popüler tarihin kızımızca daha iyi kavranması adına bunu bir görev saymakta!!!5 ARALIK 2010 HABERTÜRK GZT. ``AY´DAN İZLENİMLER´´ TANITIMIDurum veçhilesiyle, bu Pazar, H.T. Editoryal'in "Web Günlüğü" kısmında kendi blog'umu görmek de yazgımda varmış!!!5 ARALIK 2010 HABERTÜRK GZT. EDITORYAL SAYFASI Ne ben veya bildiğim kadarıyla bir yakınım yolladı blog url'imi, ne de bir haber verdiler ilgili kurumdan. Öylesine koymuşlar. Sormadan... Teşekkür ederim H.T.!5 ARALIK 2010 HABERTÜRK GZT. ANA SAYFASI.