26 Haziran 2012 Salı

Hamlet liikemaailmassa

Sevdiğim Fin yönetmen Aki Kaurismäki, Shakespeare'in ünlü karakteri Danimarka prensi Hamlet'i, Helsinki’nin sanayi bölgesine taşıyarak çok hoş bir kara film (film noir) uyarlaması yaratmış Hamlet liikemaailmassa / Hamlet Goes Business / Hamlet İş Dünyasında filmiyle. (Aki Kaurismäki'nin diğer edebiyat uyarlamalarını da belirteyim hemen: 1983 yapımı Rikos ja rangaistus Poster / Crime and Punishment / Suç ve Ceza ile 1992 yapımı La Vie de Bohème / The Bohemian Life / Boheemielämää / Bohem Hayatı)
Öyle ya da böyle Shakespeare'in Hamlet'ini bilmeyen, okumayan ya da ünlü yakınması "olmak ya da olmamak, işte bütün sorun bu!" cümlesini duymayan kalmış mıdır bilmiyorum. Bu sebeple, filmin konusundan çok bahsetmeyerek, "Ay'dan İzlenimler"'in takipçilerini Fince olan filmin İngilizce altyazısında yer alan güzel bir sözcük oyunu ile başbaşa bırakıyorum ! Ham (yani jambon)'a dayanamayan esprili Hamlet ! [Ham...let me !]!
!
!
!!
Aki Kaurismäki ve ağabeyi Mika Kaurismäki filmleriyle zaman zaman günceme konuk olmuşlardı. Diğer izlenimler için lütfen başlıklara tıklayın:
Pidä huivista kiinni, Tatjana
Leningrad Cowboys
Mies vailla menneisyyttä
Tulitikkutehtaan tyttö
Bir Kez daha Zombie ja kummitusjuna
La Vie de Bohème
Calamari Union
I Hired a Contract Killer

23 Haziran 2012 Cumartesi

Tampopo

Jûzô Itami'nin 1985 yapımı Tampopo / Dandelion / Karahindiba filmi, "İyi bir `ramen´ nasıl pişirilir?" ana öyküsü üzerinden, genel olarak yemek kültürü, özel olarak da Batılılaşma konusunda sürekli çalışan Japon kültürüne, komedi havasında sıkı eleştiriler yapan bir film. Ramen, bir çeşit makarna (erişte) çorbası. Aslında Çinliler'in ürünü olan bu çorbayı Japonlar öyle çok tüketir olmuşlar ki Japon yemek kültürünün baş köşelerinden birine yerleşmiş zaman içinde. Ramen pişirmek de neymiş, at işte suyun içine makarnaları deyip küçümsememek gerekiyor. İyi bir ramenin pişirmesi oldukça uzun sürüyor ve çorba katkı malzemesi et ve bazı türlerinde, bize uymasa da, domuz kemiği, domuz eti olabiliyor... Tavuk, elma, havuç, soğan, taze soğan, sarımsak, soya sosu, sirke vs. ve asıl unsur olan erişteden oluşuyor.
Ramen nasıl yenir?Filmin hemen başlarında, yaşlı bir gurunun genç bir çocuğa verdiği "Ramen nasıl yenir?" dersi yer alıyor. Hayat, bize sunulan bir armağansa, en başta yediğimize içtiğimize saygı göstermeliyiz; öyle değil mi? İşe, rameni koklamakla başlayıp, tek tek içerdiklerine çubukla dokunarak iyice algılamalı her şeyi, sonra yudum yudum içmeye, yemeye geçmeli ! Elbette çorbanın içindeki artık ölmüş olan canlılardan özür dilemeyi unutmadan !
Gelelim filmin adına; Japonya'da kız çocuklara verilen adlardan biri "Tampopo"... Latincesi "Taraxacum officinale" olan bu bitkiye Türkçemiz'de "Karahindiba" adı verilmiş olsa da, en çok "Radika" olarak biliniyor. Yaprakları yeşil, çiçekleri sarı olan bu bitkiye neden Karahindiba denmiş çok araştırıp, kurcalamıyorum (beyaz olanı da varmış) ve bu bitkinin adının en güzel tınılı halinin "Dandelion" olduğunu, nezleli karga'dan okuyabilirsiniz diyorum...
Filmimize adını veren Tampopo (ki Tampopo'yu oynayan oyuncu Nobuko Miyamoto, yönetmenin de karısıdır bu arada), ölmüş olan eşinden kalan ramen lokantasında, oğluyla birlikte hayatını sürdürmeye çalışmaktadır. Kafasından eksik etmediği kovboy şapkasıyla dükkanına uğrayan, karizmatik kamyon şoförü Goro, Tampopo'nun pişirmiş olduğu rameni beğenmeyince, hayat, Tampopo için, "Nasıl en iyi rameni pişiririm?"´e dönüşüyor ve Goro'dan, kendisinin ramen öğretmeni olmasını rica ediyor... Bu yolda ilerlerken, civardaki tüm rakiplerini ziyaret etmeye, onlardan bir şeyler kapmaya çalışıyor Tampopo. Goro'ya katılan diğer ramen gurusu sayılabilecek tipler de cabası... Yönetmen de bize aktardığı ana öyküsünün üzerinden, bazen ana öyküyle bağlantılı, bazense bağlantısız bir dolu hüzünlü, traji komik, erotik (yumurta sarısına dikkat !), sevimli küçük öyküyle, iyiden iyiye dalgasını geçiyor Batı'ya öykünmeye çabalayan Japon yeme-içme kültürüyle... Bu ara öykülerden birinde yer alan "Süpermarket Cadısı" diye adlandırabileceğim, almayı düşündüğü her şeyi elleyen ama bir türlü beğenmeyen, yaşlı teyzeye bayıldım doğrusu. Meyveyi, sebzeyi dokunarak seçmek iyi güzel de peynir kutularını açıp da dokunanını daha önce görmemiştim !
Ramen nasıl pişirilir?Kahramanımız Tampopo, azmetmiştir bir kere, en iyi rameni pişirme yolunda, yılmadan-bıkmadan ilerler... Danışmanı kamyon şoförü Goro'nun her dediğini dinler, uygular ! Suyu ne kadar kaynatmalı, taze soğanı nasıl kıymalı, kemiği, eti ne zaman içine katmalı, hiç acele etmeden, herşeyin sırasını ve hakkını vererek yavaş yavaş hazırlamalı rameni, elbette hızlı bir şekilde üç dakikanın altında da servise hazır hale getirmeli... Mükemmel sonuçsa, müşterilerin içeriğini çubuklarla bitirip, suyunu kafalarına diktikleri ramen kaselerini sonuna kadar içmeleri !Ramen nasıl tüketilir?
Keyifli olmasına, keyifli bir film Tampopo / Dandelion / Karahindiba ama filmi izledikten sonra, yönetmeni Jûzô Itami'nin hayatını biraz okuyunca, hüzne dönüştü keyfim... Jûzô Itami, 1992'de çektiği Minbo no onno / Minbo: the Gentle Art of Japanese Extortion filminde Japon Mafyası Yakuza'yla dalga geçtiği için, Yakuza tarafından hedef gösterilip çok büyük tepki almış. Öyle ki, filmin gösterime girmesinden altı gün sonra saldırıya uğramış. Akabinde hakkında uygunsuz bir gönül ilişkisi var diye dedikodular çıkartılmış ve tüm bunlara dayanamayan yönetmen de, "Ölümüm masumiyetimi kanıtlayacaktır!" diyerek, 1997'de yaşamına son vermiş. Kimbilir, yaşasaydı belki de çok daha keskin filmlere imza atacaktı onurlu yönetmen Jûzô Itami.

19 Haziran 2012 Salı

Estômago

Bilenler bilir, sinemayla lezzetler birleştiğinde çoğu zaman seyrine doyum olmayan filmler ortaya çıkar. Lezzetli filmler ayrıca yerleşir usunuza ! Son izlediğimiz filmlerden olan, Marcos Jorge'nin 2007 yapımı Estômago / Estômago: A Gastronomic Story / Mide filmini izlediğimden beri, artık yemek filmleri denilince ilk aklıma gelen film Peter Greenaway'in The Cook the Thief His Wife & Her Lover / Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı filmi olmayacak ! Marcos Jorge'nin filminde anlattığı cahil ama yetenekli, bir o kadar da kurnaz (ya da etrafından kazık yiye yiye kurnazlaşmayı öğrenen mi desem?) ana kahraman Raimundo Nonato, Estômago filmini yemek filmleri listemin başına usul usul yerleştiriverdi.Raimundo NonatoKöyünden kalkıp beş parasız Sao Paulo'ya gelen Nonato ilk rastladığı salaş bir lokantada iki parça "coxinha" ısmarlar. Coxinha, Brezilya ve Portekiz’de son derece yaygın bir atıştırmalıkmış. Bir nevi tavuk pane diyeceğimiz bu yiyecek didiklenmiş tavuk, baharat ve peynirle doldurulan hamurun kızgın yağda kızartılmasından oluşuyor ve senaryoya göre yediği iki parça "coxinha"'nın parasını ödeyemeyen Nonato'nun pişirmede uzmanlaştığı bir yiyecek haline geliyor. Evet, elbette tahmin ettiniz; Nonato lokanta sahibine param yok deyince, "işte" der patron; "şu arkada yatarsın, bulaşığı yıkarsın ve de yemek pişirirsin" !Pek lezzetli Kısa sürede pişirdiği "coxinha" ve "pastel"ler (bir çeşit puf böreği diyebiliriz "pastel" için) ile harikalar yaratan, salaş lokantayı pırıl pırıl hale getirip, tıka basa müşterilerle doldurtan Nonato, çok yakındaki bir İtalyan lokantasının sahibinin dikkatinden de kaçmayacak ve yeni bir çevreye terfi edecektir. Saf bir köylü çocuğu olarak zaman zaman algılamada sorunlar çekse de yeni patronu sayesinde yemek-şarap ve peynirler üzerine hayli bilgi sahibi olacaktır.

Filmin öyküsü bir yanda Raimundo Nonato'nun mutfakta ilerlemesini anlatırken, paralel giden diğer öyküde hapiste 8 kişilik bir hücrede kalan diğer Raimundo'yu izleriz. Çok fazla "spoiler" vermemek için nasıl olmuş da sevgili kahramanımız saf çocuk Nonato hapse düşmüş, hapiste yaptığı yemekler sayesinde nasıl başarılı olmuş diye kendimi çok zorlayarak bahsetmiyorum ancak lezzete ve sinemaya düşkün olanlara mutlaka bu filmi edinmelerini, izlemelerini öneriyorum. Filmde, fileminyon ve kadın kalçası ile kurulan ilişki üzerinden de hüzünlü bir sona hazırlıklı olun diyerek noktayı koyuyorum.

18 Haziran 2012 Pazartesi

Aesculus Hippocastanum

Hayat bu kez, güneşli bir Pazar gününün öğleden sonrasında Caddebostan sahilinde bir at kestanesi ağacının altında çimenlere uzanmaktı ! (Öğrenmenin zamanı ve mekanı yok: At kestanesi ağaçlarının beyaz ve kırmızı çiçekli olarak iki türü varmış. Tüm "Cadılar" olarak altında toplandığımız at kestanesi ağacı, beyaz çiçekler açan, üzeri dikenli yeşil meyvelerle dolu olandı. Bu türün Latince adı "Aesculus Hippocastanum" imiş bu arada.)

4 Haziran 2012 Pazartesi

Michael Haneke'den "Aşk"

Cannes'da bu yıl yarışan filmlerden en çok merak ettiğim 81 yaşındaki Jean-Louis Trintignant (Z : Ölümsüz filminin gözüpek soruşturma savcısı olarak 1969'da Cannes'da en iyi erkek oyuncu ödülünü alan ama benim için her şeyden önce "Konformist" olan sevdiğim aktör) ile 85 yaşındaki Emmanuelle Riva (Hiroshima, Mon Amour / Hiroshima, My Love / Hiroşima, Sevgilim filminin hüzünlü aktrisi)'yı biraraya getiren Michael Haneke'nin Amour / Love / Aşk filmiydi. Altın Palmiye "Amour" filminin oldu. Neredeyse tüm filmleri tokat gibi suratınıza çarpan Haneke'nin aşk üzerine nasıl bir film çektiğini merakla bekliyorum. Jean-Louis Trintignant'ın bir söyleşide yönetmenle ilgili dediklerine de tamamen katılıyorum: "Haneke kadar talepkar bir yönetmenle karşılaşmamıştım." demiş Trintignant ve eklemiş: " Başından sonuna sinema nedir çok iyi biliyor ve filminin nasıl gözükeceği, gözükmesi gerektiğinin farkında. Bir Haneke filminde oynamak gerçekten çok zordu."
Haneke filminde oynamak ne kadar zordur elbette yorumda bulunamam ama çok iyi biliyorum ki bir Haneke filmini izlemek, hazmetmek, sindirmek de o kadar zor ! "Aşk" üzerine nasıl bir film çekmiş olabilir diye kafamda kurgular yaratıp beklemekten başka yapacak bir şey yok film sinemalarımızda vizyona girene dek... Ne yapalım, bekleyip göreceğim !
Bu arada, anlam dolu bakışlarıyla her iki oyuncunun da sözcüklere gereksinimi yok !
Amour