
It is our destiny.
I believe this night holds for each and ever one of us the very meaning of our lives.
This is a war and we are soldiers.
What if tomorrow the war could be over?
Isn’t that worth fighting for?
Isn’t that worth dying for?"
Sinema ve kültür-sanat ağırlıklı, hayata dair kişisel izler.








Son olarak sevgili(m) kocamın 1993'deki İstanbul Konseri'nde 15-20 metre öteden Michael Jackson'ı gördüğünü, o günden elinde az sayıda hatıra eşya bulunduğunu (M.J. ibareli '94 takvimi gibi), M.J.'ın eşim için 1989'da güncelliğini yitirdiğini, samimi arkadaşlarınca adeta zorla '93 konserine götürüldüğünü, o zamanlar bu duruma kızdığını ve şimdiyse, ahir ömründe M.J.'ı canlı izleme fırsatı yakalamış olduğu için sevindiğini belirteyim..! Böyle uzun tümceler kurduğunda kişi, kendini Orhan Pamuk sanabilir! Şimdilik bu kadar! Çünkü yazıda söz konusu olan kişi, M.J. olmaktan sıyrılıp, fevkalade nev-i şahsına münhasır olan sevgili(m) eşim, kocam olmaya başladı..!
Pier Paolo Pasolini'nin Marquis de Sade'nin Les 120 Journées de Sodome (The 120 Days of Sodom) romanından uyarlayarak sinemaya aktardığı, insanı şaşırtan, yerle bir eden sahnelere sahip, sansürlenmiş, İtalya dahil pek çok ülkede yasaklanmış, izlenmesi çok zor bir film olan 1975 yapımı Salò o le 120 giornate di Sodoma / Salo ya da Sodom'un 120 Günü filmini ilk kez 1992 yılında İstanbul Film Festivali kapsamında izlemiştim. Neden bilmiyorum 'paso' Pasolini filmlerini seçmiştim o yıl ve açıkçası çok da fazla bir ilgim yoktu yönetmen Pasolini'ye İstanbul Film Festivali'ne filmleri gelene dek. Elbette dayanamadığım noktalardan biridir "katlanamadığını yok et" mottosu ki Pier Paolo Pasolini son filmi Salo daha gösterime girmeden öldürülüvermişti katlanılamadığı için! Pier Paolo Pasolini 2 Kasım 1975'de acımasız bir şekilde yok edildi, son filmi Salo Paris Film Festivali'nde 22 Kasım 1975 tarihinde gösterilmişti.

Filmin yaklaşık yirminci dakikasında bir başka gönderme de Galata Köprüsü'ne yapılmıştır. "Red Star" otelinin bulunduğu yeri tarif ederken Galata Köprüsü'nün adı geçmektedir.
Acının Başkenti
Gözlerinin eğrisi dolanıyor yüreğimi,
Bir raks bir dinginlik çemberi
Zamanın aylası, gece beşiği ve güvenli,
Ve eğer hiçbir şey kalmadıysa aklımda yaşadığımdan
Gözlerinin her zaman görmediğindendir beni.
Yaprakları günün ve pembe şarabın köpüğü,
Rüzgârın sazları, kokulu gülücükler
Işık dünyasını saran kanatlar,
Gökyüzü ve deniz yüklü gemiler,
Gürültü avcıları ve renk kaynakları.
Tanların kuluçka yatağından doğan kokular
Yıldızların samanı üzerinde yatan
Saflığa bağımlı gün gibi tıpkı
Dünya da bağımlıdır senin tertemiz gözlerine
Ve akar bütün kanım bakışlarında senin.
Paul Éluard
Çeviri: Özdemir İnce



Bugün cam kanatlı kelebek modundayım!
Hayat; kimi zaman, bir Pazar öğleden sonrasında, deniz kıyısında, güneş altında, şemsiyenin gölgesinde, sürekli esen rüzgarın eşliğinde Alev Alatlı'nın Kadere Karşı Koy A.Ş. kitabını bitirmek ve hayatta hiçbir şeyi ertelememek gerektiğininin ayırdına bir kez daha varmaktır.NOT: Sevgili(m) kocama göre Sertab Erener, "nevzühur" bir şarkıcıymış ve adı geçenin söylediği şarkılardan birisi olan "Kumsalda" halet-i ruhiyesinde (modunda "?") olduğumu düşünmekte kendileri... Düşünüyor, öyleyse var !

Ah! Sunflower
Ah! sunflower, weary of time,
Who countest the steps of the sun,
Seeking after that sweet golden clime
Where the traveller’s journey is done;
Where the youth pined away with desire,
And the pale virgin shrouded in snow,
Arise from their graves and aspire;
Where my sunflower wishes to go.
/
Ah! Günebakan
Ah! Günebakan. Zamandan bezmiş,
Güneşin adımlarını sayar;
Gezginin yolculuğunun bittiği yerin,
O parlak diyarın peşinden koşar;
Genç adamlar tutkudan sararıp solar orada,
Ve solgun bakireler, kardan kefenler içinde,
Kalkarlar mezarlarından ve yükselirler,
Günebakanımın gitmek istediği yere.
William Blake
(1757-1827)
Ahmet Bedevi (Cumhuriyet resmi kayıtlarına göre Ahmeddin Carlak) 1899 yılında Bağdat'a 100-125 km kadar kuzeyde olan Samarra şehrinde dünyaya gelmiş Kerkük kökenli bir Türkmen. Kurtuluş Savaşı'ında savaşmış, İstiklal Madalyası sahibi. Hayatını Manisa'yı tüm Türkiye'ye örnek olacak şekilde ağaçlandırmaya adamış ve yaşadığı süre boyunca binlerce ağaç dikmiş. Spil Dağı'ndaki kulübesinde yaşayan ve Manisa sokaklarında üzerinde sadece şort ile dolaşan Ahmet Bedevi'ye halk "Manisa Tarzanı" adını takmış. 1963 yılında ölen Ahmet Bedevi'yi Manisa halkı bir efsaneye dönüştürmüş. Heykelleri dikilmiş. Her yıl ölüm yıldönümü olan 31 Mayıs'da Manisa Tarzanı için Manisa'da törenler düzenlenmekte.
Ahmet Bedevi demiş ki; “Yaşayışım gayet basittir. Yaz, kış, Topkale'deki kulübemde ve mağaramda yaşarım. Evim meyve ağaçlarıyla, çiçeklerle çevrilmiş cennet gibidir. Yazın yaş, kışın kuru meyveler yerim. Günde üç kez, buz gibi suyla yıkanırım. Vücudumu korumak için, kendi yaptığım bitkisel yağı sürünürüm. Eski ve yeni yazıyı bilirim. Türk müziğine hayranım. Sinemanın tutkunuyum. Zaten dertle, gamı bunlarla unutuyorum. Gazete ve dergi elimden düşmez, hepsini alıp okurum. Ahmet Bedevi bir çıplak, garip adamdır. Amma ölünce, ağaç sevgisi sembolü olacak, hangi idareci, ağaç kestirirse rüyasına girecek, boğazına sarılacağım. Bu memleketin yeşile, yeşilliğe, ağaca, çiçeğe ihtiyacı var. Bu sevgiyi yaşatın ne olur.”
Kızım, "Beni bir gün Spil Dağı'na götürür müsün anne?" diye soruyor. Yapılacaklar listemize ekliyoruz kızımın dileğini.
18 Mayıs 1980 Pazar gününde, Amerika turnesine çıkmadan 1 gün önce, Joy Division grubunun vokali ve söz yazarı Ian Curtis, Werner Herzog'ın Stroszek filmini izler, Iggy Pop'un The Idiot albümünü dinler ve intihar ederek yaşamını sonlandırır. Sadece 23 yaşındadır.
".......
I'd have the world around
To see just whatever happens
Stood by the door alone
And then it's fade away
I see you fade away
Don't ever fade away
I need you here today
Don't ever fade away
Don't ever fade away
Don't ever fade away
Don't ever fade away!"
Hayat; Gus Van Sant'in 2007 yapımı Paranoid Park filminden geriye kalan bir cümledir bazen!
İstanbul'un önemli bir antika müzayede platformunda düzenlenen piyano resitalinde, 13 Haziran öğleden sonrasında, kızımı Kuhlau çalarken izlemek, dinlemek çok hoştu...
"Bu, korkunç bir hikayedir. Birçok Amerikan kasabasında meydana gelmesi mümkün değildir ama bu kasabada meydana gelmiştir. Böyle bir olayın tekrarlanmaması bir toplum sorumluluğudur. Benim için her şey bu yolda başladı. Olaylar nasıl gelişti, bilmiyorum. Ama bir daha olmayacağından eminim. Belki daha erken durdurabilirdim. Ama bela bir kez yola çıkmıştı ve beni de beraberinde sürüklüyordu. Daha çok o kızı hatırlıyorum......" diyen ana kahraman Johnny Strabler'ın sözleriyle başlar Laslo Benedek'in 1953 yapımı The Wild One / Kanlı Hücum filmi... Johnny Strabler'i canlandıran inanılmaz doğal oyunculuğuyla Marlon Brando'dur ve "Siyah Asiler Motosiklet Çetesi"(BRMC)nin lideri olarak pek ketum, pek asi ama bir o kadar da karizmatiktir! "Neye karşı isyandasınız?" sorusunu oldukça derin yanıtlar: "Aklına ne geliyor (sa)?"... 
Kızımı içimde taşırken, müzik setine her gece Wolfgang Amadeus Mozart'ın Eine Kleine Nachtmusik / Küçük Bir Gece Müziği CD'sini koyar, bu büyüleyici tınılarla uykuya dalardım. Kızım müziğin sesi yükselir yükselmez, minik tekmeleriyle tepki verirdi ve bu çok hoşuma giderdi.
Bugün, küçük kızımın ilköğretimi bitirme töreni var. Küçük kızım büyüyor, artık "küçük" kızım değil; her ne kadar ben hep öyle hissedecek olsam da...
Raoúl Ruiz'in 2006 yapımı Klimt filmini izledim Cumartesi akşamı. İçinden filmler geçen filmleri severim ama bu kez bu filmin içinden bir yönetmen geçiyor... Taptığım filmlerden biri olan 1902 yapımı Le voyage dans la lune / A Trip to the Moon / Aya Yolculuk filminin yaratıcısı Georges Méliès ile Gustav Klimt'in karşılaşmaları düş ile gerçek arasında bir kayboluş gibi...
Quentin Tarantino'nun 2003 ve 2004 yapımı Kill Bill: Volume I ve Kill Bill: Volume II'nin Bill'i David Carradine ölü bulunmuş son filmi "Stretch"in çekimlerinin tamamlanmasına 3 gün kala, Bangkok'ta bir otel odasında...
Ölümü yadsımam ama söz etmek de istemem. Tüm sevdiğim sanatçıların ölüm yıldönümleri arka arkaya Haziran ayında... 2 Haziran Orhan Kemal, Ahmed Arif ve Hüseyin Avni Lifij; 3 Haziran Nazım Hikmet ve Franz Kafka, 4 Haziran Ahmet Haşim'in aramızdan ayrıldıkları tarihler...

Van Gogh kardeşi Theo'nun yeni doğan oğlu için mavi gök üzerinde "Almond Blossom" tablosunu resmeder. Yıl 1890'dur. Van Gogh aynı yıl intihar eder. Maurice Pialat'ın 1991 yapımı Van Gogh filmini izledim hüzünle karışık... Film, Van Gogh'un ölümünden önceki son 67 gününü anlatıyor. Deliliğin ve dahiliğin sınırlarında gezinen Van Gogh akıl hastanesindeki tedavisinin sonrasında Mayıs 1890'da Paris yakınlarındaki Auvers-sur-Oise'a gelir. Burada, hem daha önce ruhsal problemli başka ressamlarla ilgilenmiş olan Dr. Gachet'nin gözetiminde kalacak hem de kardeşi Theo'ya yakın olacaktır.
Auvers-sur-Oise'da kaldığı süre boyunca kendini tamamen resme veren Van Gogh'un ruhsal karmaşıklığını, kardeşi Theo'yla olan sorunlarını, çevresiyle iletişimini ve iletişememesini, Dr. Gachet'in kızı, kaldığı hanın sahibinin kızı ve Parisli fahişe Cathy ile olan ilişkilerini, geçirdiği nöbetleri, bunalımlarını izliyoruz filmde. Bu süre içinde en güzel yağlıboya resimlerini üreten Van Gogh 27 Temmuz 1890 günü resim malzemelerini alıp bir tarlaya doğru gider ve sonrasında sendeleyerek kaldığı hana döner, yatağına uzanır. Kanamayı farkeden han sahibi hem kasaba doktorunu hem de Van Gogh'un doktoru Gachet'yi çağırır. Öğreniriz ki; Van Gogh tabanca ile göğüs kafesinin altından kendisini vurmuştur. Doktorlar, mermiyi çıkarmanın çok riskli olacağına kanaat getirip kardeşi Theo'ya hemen gelmesi için haber yollarlar. Ya da hanın sahibinin kızının umutsuzca söylediği gibi Van Gogh'u kurtarmak için fazla bir şey yapmazlar.
Van Gogh'un son tablosunun "Kargalarla Buğday Tarlası" olduğu düşünülmektedir. Bu tablo, sevdiğim bir Akira Kurosawa filmi olan 1990 yapımı Yume / Dreams / Düşler filminde de 8 rüyadan biri olarak Kargalar isimli rüyada yer almaktadır.
Rainer Werner Fassbinder 31 Mayıs 1945'te doğmuş. Öldüğünde sadece 37 yaşındaymış. 37 yıllık kısa yaşamına 40 film sığdırmış Fassbinder, daha 16 yaşındayken cinsel tercihinin homoseksüellik olduğunu açıklamış ve hiç ödün vermemiş aykırılığından, söylemek istediklerini doğrudan söylemekten! Alman sinemasının bu aykırı yönetmeninin ilk kez bir filmini, 1976 yapımı Satansbraten/ Satan's Brew filmini izlemeyi tamamlamakta zorlandım. Ya herkes gerçekten mazoşist, ya da olmak için cidden çaba sarfediyorlar!