9 Şubat 2010 Salı

"Hayat Var " - Hayat Zor !

Reha Erdem'in 2008 yapımı Hayat Var / My Only Sunshine filminin DVD'sinin çıkmasını sabırsızlıkla bekliyordum. Reha Erdem, ilk filmi ve bence başyapıtı 1988 yapımı A Ay / Oh Moon filmi ile kalbimi ve beynimi tam onikiden vurmuş bir yönetmendir. A Ay'ı izleyen diğer üç filmini de izledim ama açıkçası A Ay'ın bıraktığı tat her zaman çok başkaydı. Çıkar çıkmaz DVD'sini edindiğim Hayat Var filmini geçtiğimiz haftasonu izledik. Reha Erdem'in bu filmi de bir başyapıt olmuş ama "arabesk" bağlamda bir başyapıt. Filmin kamera arkası çekimlerinde "Denizden bakılan / ulaşılan bir İstanbul çekmek istiyordum" diyor Reha Erdem. Gerçekten de farklı bir İstanbul çekmiş, görsel ve ses olarak film çok güzel olmuş. Ancak filmin konusuna gelince ister istemez A Ay filmi ile karşılaştırma yaparak Reha Erdem'in aradan geçen yirmi yılda daha derbeder, her bakımdan yıkık, hayli umutsuz, hayal kırıklığı ile dolu bir İstanbul'a ve film kahramanlarına geçiş yaptığını söyleyebilirim.Hayat denizden istanbul'a bakıyor...Tıpkı A Ay filminde olduğu gibi Hayat Var'da da genç bir kız var odakta. "A Ay"'daki Yekta Boğaz kıyısında köhnemiş bir yalıda yatalak dedesi (ki aslında yatalak dedesi biyolojik babasıdır Yekta'nın), halalarından biri ve hasta kayınpederinin odasına gire çıka taciz edilip hamile bıraktırılan, Yekta'yı doğurduktan sonra da bir gün kendisini Boğaz'ın sularına bırakıveren annesinin hayaleti ile birlikte yaşamaktaydı. Prens Adaları'ndan birinde yaşayan diğer halası yeğenine (ki gerçekte biyolojik kızkardeşi) daha normal bir hayat vermek için çabalarken dediğim dedik yalıdaki diğer hala ise bu duruma karşı koymaktadır. Nefis klasik müzik ezgilerinde, Boğaz'dan Adalar'a siyah-beyaz elit bir İstanbul izletir bize A Ay filminde, R. Erdem.Hayat, dede ve baba üçlemesiHayat kayıkla okula gidiyor...Oysa Hayat Var'da izlediğimiz İstanbul görüntü, ses, yaşayış biçimleri bağlamında oldukça bayağılaşmıştır.
Filmin odağındaki Hayat isimli yeni yetme genç kız kaçakçılık yapan ve Boğaz'da demirleyen yabancı gemilere (- çoklukla Rus gemileri -) fahişe taşıyıp duran babasıyla, astım hastası yatalak ve sürekli küfür eden dedesiyle birlikte Göksu Deresi'nin kıyısında küçük bir kulübede yaşamaktadır. Hayat ve yatalak dedesi.Zorunlu olmadıkça konuşmamakta, hep "ııh mıııh, hım, hım..." mırıltıları çıkarmaktadır. Anne ve babası ayrıdır. Annesinin yeni eşinden bir de bebeği vardır ve Hayat'a annesinin evinde bir sığıntı gibi davranılmaktadır. Babası, Hayat'ı gitmekte olduğu ilköğretim okuluna kayıkla taşımaktadır. Hayat ve tacizci komşu kadınTerkedilmiş görünümdeki iskeleden, okula yürümektedir sabahları ve akşamları da bunun tam tersi... Okulda hayat acımasızdır. Hiç arkadaşı yoktur. Kopya çekmeye teşebbüs eder; yakalanır... Velisi çağırılır ama gelmez bir türlü vb... Çantasında taşıdığı kek ve gofretleri, sınıf arkadaşlarına vererek kendine arkadaş bulmaya çalışmaktadır. Hayat, evde ilgisiz babası ve hasta dedesi, mahallede tacizci bakkal ve tacizci yarı deli komşu kadın Kamile ile çepeçevrelenmiş hayatını kabullenmiştir. Sürekli hırpaladığı, kulübelerinin arka çayırındaki hindi (muhtemeledir ki hindi kendisine hükmeden herkesi özellikle erkekleri temsil etmektedir) ve sevgiyi aradığı, paylaşmaya çalıştığı küçük kediden, bir de sürekli karnına basılınca "my only sunshine" şarkısını söyleyip duran oyuncağından başka iletişim kurduğu kimse yoktur... Oldukça ironiktir şarkı söyleyen oyuncağın biterken "I love you" diye susması... En baştan hiç şansı olmadığının farkındadır. Konuşmaz, anlatmaz. Yaşadığı hayata, başına gelenlere tepkisi bu şekildedir. Bakkalın tacizleriyle karşı karşıyayken gıkı bile çıkmaz Hayat'ın. Donuklaşır sadece bakışları, bakar, bakar, bakar durur. Sürekli çıkardığı "ııh mıııh, hım, hım..." sızlanmaları film boyunca sizi rahatsız edip durur. Hatta öyle bir duruma gelir ki, Hayat bakkalın her tacizinde aldığı kek, gofret sayısını arttırır, kekleri ve gofretleri okuldaki arkadaşlarına daha sık dağıtarak ilgiyi üzerine çekmeye çalışır. Karşılığını alarak, kullanılmasına izin vermekte, fahişeliği adım adım öğrenmektedir Hayat. Kulübelerinin arkasındaki çayırda yüzükoyun, bir elinde kek-gofret poşetiyle yatarken, bacak arasından sızan kanla birlikte birden aklı da başına gelir sanki Hayat'ın. Büyüyüp-büyüyememek, başına gelenlerle baş edememek, evden kaçıp giderek, kurtulmakla-kurtulmamak arasında sıkışıp kalmış gibidir. Hayat bu mudur, Hayat için ? Kendisine meyil eden ve İstanbullu olmayan delikanlının O'nu beyaz bir ata olmasa da "Tess" ismindeki küçük motora bindirerek kulübeden uzaklaştırması hayli manidardır !Dereden denize açıldıklarında ve Boğaz'ın dalgalarına kavuştuklarında sanki maske ardına gizlenmek istermişcesine boyalı suratlı Hayat ve delikanlının dalgalar arasında süzülüşlerini izleriz. Filmin tümüne hakim Orhan Gencebay şarkılarından biri çalmaya başlar... Dalgalar "Tess"'e çarpar durur, motor kah yükselir, kah alçalır... Hayat, ilk kez hayat doludur. Delikanlıyla bakışları, gülümsemeleri birbirine karışır... Film boyunca, Hayat'ın izleyiciye aktarılan yazgısı yani çaresizliği, kabullenişi, yapacak bir şeyi olmayışı, sakinliği, nevrotikliği, dalgalardaki mutluluğu içimi burkar... Perde perde yükselen arabesk şarkı "dert bende, derman sende" dese de doğruluğu şüphe götürür. Sonuna kadar farkındasınızdır: Hayat zor, hayat acımasız, hayat sevimsiz, hayat umutsuz ama "Hayat" var ! Geride Reha Erdem'in denizden bize aktardığı yozlaşmış İstanbul eşliğinde merak kalır: "Hayat" kurtulacak mıdır?