23 Aralık 2011 Cuma

İskenderiyeli Hipatya’nın İzinde…

Alejandro Amenábar’ın 2009 yapımı Agora filmi izleyiciyi Roma İmparatorluğu’nun kalelerinden olan İskenderiye’ye götürüyor. Zaman 4. yüzyılın sonları...

Tarihte bilinen bugüne eseri kalmış ilk matematikçi kadın olarak anılan erdemli, akıllı, güzeller güzeli Hipatya (Hypatia)’yı, Amenábar’ın filmi vesilesiyle öğrenmek aslında kabul ediyorum oldukça utanç verici. Herşeyden önce bir kadın olarak erkek egemen bir dönemde kendisini bilime ve felsefeye adamış Hipatya hakkında okumakta bu kadar gecikmemeliydim. (Ah tabii bu arada, çok da farklı değil içinde bulunduğumuz dönemler , erkekler hep egemen maalesef ! Ama böyle gitmez diyerek inancımı ve çizgimi de belirteyim hemen.) Filmi izlediğimden beri yani son bir kaç gündür Hipatya hakkında okuyorum. İki eğitici makale için ilgilenenler şu linklere tıklayabilirler: Hypatia - (Ali Nesin) ve Hypatia and Her Mathematics - (Michael A. B. Deakin)HipatyaAntik çağda bilimin ve sanatın merkezi olan İskenderiye’de bilim adamı ve filozof Theon’un kızı olan Hipatya, tarihin bilinen en kapsamlı kütüphanesi olan İskenderiye Kütüphanesi’nde (Museion) öğrencilerine felsefe, astronomi ve matematik dersleri vermiş. Yaşadığı yıllarda kadının adı bile geçmezken, Hipatya, yalnız erkeklerden oluşan ve kendisini pür dikkat saygıyla dinleyen öğrencilerinin hayranlığını kazanmış.

Bilinçli, akıllı, özgür bir kadın olan Hipatya tüm eğitimini babası Theon’a borçludur. Kadının köle olarak görüldüğü bir toplumda, babası kızını insan gibi yaşaması için küçük yaşlarından itibaren yönlendirmiş, O’nun Grek felsefesi ve matematik eğitimi almasını sağlamış. Theon, Batlamyus (Ptolemy)'un “Syntaxis”’inin yorumunu ve Öklid (Euclid)’in “Elements”’inin gözden geçirilmiş metnini yazarken kendisine büyük ölçüde yardımı kızı Hipatya yapmış. Hipatya ayrıca matematik üzerine birçok kitap da yazmış ancak bu kitaplardan bugüne sadece parçaları kalabilmiş. Yazılanlar İskenderiye yangını ile Serapis tapınağının azgın halk tarafından yakılıp yıkılmasında zarar görmüş.

Uzun uzadıya Hipatya’nın yaşamından bahsetmeyeceğim ama trajik sonu açıkçası beni biraz daha fazla yazmaya zorluyor filmle ilgili kısa izlenimlerime geçmeden. Kaynaklar, Hipatya’nın her türlü dogmatik düşünceye karşı olduğunu belirtiyor. Çünkü filmde de geçtiği üzere “Tanrı’ya inanmıyorsunuz !” diye itham edildiğinde, suçlandığında, Hipatya “Ben felsefeye inanırım.” diyor. Hipatya’nın trajik sonunu hazırlayan dogmalara karşıtlığı önce dinsizlikle ve cadılıkla suçlanmasına sonra da İskenderiye’de Çok Tanrıcılık'a karşı başlatılan seferberlikle beraber acımasızca katledilmesine giden yolun önünü açıyor. Rahip Cyril (Kiril)'in İskenderiye'ye başpiskopos olmasının ardından Hipatya için kötü günler de başlıyor. Yetkilerini genişletme çabasındaki Cyril acımasız ve körü körüne iktidar bağımlısı biri. Cyril’in çatışma içinde olduğu kişileriden biri de Hipatya’nın eski öğencisi, kentin yeni valisi olan Orestes. Hipatya’nın bir büyücü, dinsiz olduğu söylentileri giderek kentte yayılıyor ve halk adeta Hipatya’nın katliamı için kışkırtılıyor. Olanlar olacak, Vali Orestes ile yine Hipatya’nın öğrencilerinden, Kireneli Piskopos-Filozof Syneisus’un, Hipatya’yı koruma çabaları fayda etmeyecektir. 415 yılında Cyril'in keşişleri, Hipatya’nın ders verdiği Museion'un önünde toplanırlar. Pusuya yatan Parabolaniler (yani İsa'nın askerleri olduklarını düşünen Hristiyanlar), Hipatya’nın arabasını durdurup etrafını sararlar. Giysilerini zorla çıkartarak onu bir kiliseye sokarlar. Koridorlarda sürükleyip sunağın önüne getirirler. Bir şeyler söylemek isterken Hipatya’nın üzerine çullanırlar. O’nu öldürdükten sonra bedenini sokaklarda sürükleyip, midye kabuklarıyla etini kemiklerinden sıyırırlar ve en sonunda Hipatya’yı yakarlar. Kolay çözüm de bu değil midir; katlanamadığını yok edersin ve kurtulursun !
Theon ve HipatyaHipatya ders anlatırkenAlejandro Amenábar’ın Agora filmine dönersek, bir dönem filmi olarak oldukça iyi bir uyarlama olduğunu düşünüyorum filmin. Doğrudan Hipatya üzerinde yoğunlaşmamış film ama geçtiği dönemi, Hipatya’nın yaşadığı zamanda Hristiyanlığın yükselişini, İskenderiye Kütüphanesi’nin ayaklanmayla basılıp bir ahıra dönüştürülmesini gayet dozunda aktarmış. Hipatya ile önce O'nun kölesi olan ama sonra acımasız bir Parabolani halini alan Davus'un iletişimi de çok hoş kurgulanmış bence Hipatya'nın hayatına. Ancak, sanırım belki dini, politik kaygılarla Hipatya’nın katliamını oldukça yumuşatarak vermiş Agora filmi.

Filmi izledikten sonra hangisinin beni daha çok üzdüğünün açmazında kaldım uzun bir süre; Pagan inanışın simgesi olarak düşünüldüğü için İskenderiye Kütüphanesi’nin bağnaz Hristiyanlar tarafından yakılışı mı, insanlığın bilimden uzaklaştıkça Ortaçağ karanlığına sürüklenişi mi, erkek egemen bir toplumda üstüne bir de körü körüne bağlandıkları dogmaları silah olarak kullanan erkeklerin karşısında kendini bilime adamış, dogmalara meydan okuyan bir kadının yok edilişi mi?

Bağnaz düşüncenin, bağnazların kendilerine yer bulamayacağı bir Dünya düşlemek çok mu iyimserlik acaba?

HipatyaSon olarak, 2010 GOYA Ödülleri’nin çoğunu toplamış olan Agora filminde, İskenderiyeli Hipatya’nın dik duruşunu, sevdiğim oyunculardan Rachel Weisz’ın çok güzel canlandırdığını da söylemeden geçemeyeceğim. Elbette tarih ve sinemaseverlerin ama öncelikle hemcinslerimin mutlaka izlemesi gereken bir film Agora filmi !