Buffalo '66 dışında uzun metrajlı iki filmi daha var Gallo’nun. Arşivimize ilk uzun metrajlı olan Buffalo '66 filminden daha önce girmiş olan 2003 yapımı The Brown Bunny / Kahverengi Tavşan filmini izleyeli çok oluyor. Bu filmde yer alan aşkını kaybetmiş motosiklet yarışçısı Bud Clay’in öyküsünü çok sevmemiştim doğrusu. Gallo’nun son uzun metrajlı filmi 2010 yapımı filmi Promises Written in Water / Suya Yazılmış Sözler üzerinde henüz ayrıntılı bilgim yok ama filmin adı beni ilk bakışta yakaladı diyebilirim.
Birini izlediğim diğer iki filminin yanısıra arşivimize geçtiğimiz günlerde katılan Buffalo '66 filmi benim için iz bırakan filmlerden biri oldu diyebilirim. Hollywood’un bu asi yönetmen, oyuncu, yazar, dj ve yapımcısı başyapıta dönüştürdüğü yarı otobiyografik bağımsız filmi Buffalo '66 ile hayal kırıklıklarıyla yoğrulmuş, büyümüş, hayatı anlamsız Billy Brown’u çok güzel kotarmış doğrusu (rol yapmamış, çok güzel aktarmış aslında).
Bazen planlar gerçekleştirilmemek içindir ya da isterseniz evdeki hesap çarşıya uymaz deyin; Billy Brown bir anda hayatına katılan Layla sayesinde farklı bir yöne doğru savrulur. İyi mi olur kötü mü olur tartışılır ve hatta bu durumdan bir film daha çıkar bence rahatlıkla! Film birbirinden hoş ve vurucu, iz bırakan pek çok sahne içeriyor. King Krimson’un muhteşem “Moonchild” şarkısı eşliğinde Cristina Ricci’nin bowling salonunda birden soyutlanarak dansetmeye başlaması oldukça hoş örneğin. Bir de çok ayrıntı vermeden Vincent Gallo’nun Buffalo takmının eski oyuncusunu bulduğu sahne ve o sahnenin hemen ardından gerçekle hayal arasındaki kurgular oldukça vurucu diyebilirim. Bir de elbette fotoğraflarını alıntıladığım kırmızı güllerden başlayarak akan, sözsüz kapanış sahneleri…



Vincent Gallo “bir film yapmalıyım, herşeyi ben olmalıyım” demiş ve de başarmış! Bu filmdeki "Brown" adıyla da bir sonraki filmine bir gönderme yapmış mıdır diye düşünmeden de duramıyorum bu arada!

