43. İstanbul Film Festivali 17-28 Nisan tarihleri arasında yapıldı. Bu yılki festivalin benim için en önemli kazanımları Wim Wenders'ın Alice in den Städten / Alice in the Cities / Alice Kentlerde filmini yeniden sinema perdesinde izlemek ve Wim Wenders'ın çağımızın en yenilikçi ve önemli ressam ve heykeltıraşlarından Anselm Kiefer’in portresini çizdiği Anselm - Das Rauschen der Zeit / Anselm - The Noise of Time / Anselm - Zamanın Gürültüsü isimli belgeselini izlemek oldu. Festival konuğu olarak İstanbul'a gelen Wim Wenders canlı olarak verilen söyleşide de yönetmenliği üzerine keyifli bir konuşma gerçekleştirdi.
Wim Wenders'ın yönettiği belgesel Anselm - Das Rauschen der Zeit / Anselm - The Noise of Time / Anselm - Zamanın Gürültüsü, barbarlığı, dehşeti gözler önüne seren resimleri ve devasa anıtsal enstalasyonlarla tanınan ressam ve heykeltraş Anselm Kiefer'in çalışmalarını inceliyor ve Fransa'nın güneyindeki Barjac'ta gerçekleştirdiği son projesine odaklanıyor. Filmde Kiefer'in yanmış, yıkılmış, bitik manzaralarını izlerken altyazıda "üzerinden tanklar geçmişse manzara çizemezsin" yazısı geçiyor. "Benim için tarih manzara ve renk gibi bir malzemedir " diyor Kiefer ve ekliyor "ben kimliğimi araştırıyorum."
Wim Wenders ve Anselm Kiefer 1945 doğumlu. Stunde Null (Sıfır Saat)'u yaşayacak Almanya'ya doğmuşlar. Her ikisi de aynı ortak mirastan gelmişler. Anselm Kiefer 1960lı yılların sonunda çok tartışılan 'Besetzungen / Occupations / İşgaller' adlı fotoğraf serisiyle faşizmi kendine mesele edinip Alman olmakla hesaplaşmak adına pek çok farklı disiplinde eserler üretmiş. Avrupa’yı dolaşarak çeşitli yerlerde “Sieg Heil / Nazi selamı” selamı verdiği kışkırtıcı siyah-beyaz fotoğraflar çekmiş. Daha sonra, 1945’ten kalma savaş uçaklarını taşlaşmış, heykelsi sanat eserlerine dönüştürmüş. Pek çok eserini de Paul Celan'ın şiirlerine ithafen yaratmış.
Wim Wenders 1980 Venedik Bienali’nde Alman pavyonundaki işleri sebebiyle neo-faşist olarak da adlandırılan Anselm Kiefer üzerindeki bu eleştirileri yok etmek istercesine Paul Celan’ın kendi sesiyle okuduğu “Ölüm Fügü” şiiri eşliğinde Kiefer'in savaşın tüm acımasızlığını, barbarlığını sergileyen tablolarını ve enstalasyonlarını gösterirken insanlık suçuyla izleyiciyi başbaşa bırakıyor.
"...
Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
ve sabahlarla öğlenlerde bir de akşamları
hiç durmaksızın içmekteyiz, içmekteyiz
bir adam oturuyor evde senin altın saçların Margarete
senin kül saçların Sulamith adam yılanlarla oynuyor
Sesleniyor daha tatlı çalın ölümü çünkü o Almanya’dan
gelen bir ustadır
sesleniyor daha boğuk çalın kemanları sonra sizler duman
olup yükseliyorsunuz göğe
sonra bir mezarınız oluyor bulutlarda rahat yatılıyor
..." derken Paul Celan, dizeleri akarken Anselm Kiefer'in görkemli bir vahşeti gözüme sokan eserleri geliyor perdeye.
Hayat kısa, sanat uzun ve sanat asla unutmuyor. Son kare giriyor. Çocukluğunu omuzlarına almış Anselm Kiefer ile karşı karşıyayız. Koltukta çakılı kalıyorum. Boğazımda bir yumrukla ayrılıyorum sinema salonundan.