43. İstanbul Film Festivali 17-28 Nisan tarihleri arasında yapıldı. Bu yılki festivalin benim için en önemli kazanımları Wim Wenders'ın Alice in den Städten / Alice in the Cities / Alice Kentlerde filmini yeniden sinema perdesinde izlemek ve Wim Wenders'ın çağımızın en yenilikçi ve önemli ressam ve heykeltıraşlarından Anselm Kiefer’in portresini çizdiği Anselm - Das Rauschen der Zeit / Anselm - The Noise of Time / Anselm - Zamanın Gürültüsü isimli belgeselini izlemek oldu. Festival konuğu olarak İstanbul'a gelen Wim Wenders canlı olarak verilen söyleşide de yönetmenliği üzerine keyifli bir konuşma gerçekleştirdi.
Wim Wenders'ın yönettiği belgesel Anselm - Das Rauschen der Zeit / Anselm - The Noise of Time / Anselm - Zamanın Gürültüsü, barbarlığı, dehşeti gözler önüne seren resimleri ve devasa anıtsal enstalasyonlarla tanınan ressam ve heykeltraş Anselm Kiefer'in çalışmalarını inceliyor ve Fransa'nın güneyindeki Barjac'ta gerçekleştirdiği son projesine odaklanıyor. Filmde Kiefer'in yanmış, yıkılmış, bitik manzaralarını izlerken altyazıda "üzerinden tanklar geçmişse manzara çizemezsin" yazısı geçiyor. "Benim için tarih manzara ve renk gibi bir malzemedir " diyor Kiefer ve ekliyor "ben kimliğimi araştırıyorum."
Wim Wenders ve Anselm Kiefer 1945 doğumlu. Stunde Null (Sıfır Saat)'u yaşayacak Almanya'ya doğmuşlar. Her ikisi de aynı ortak mirastan gelmişler. Anselm Kiefer 1960lı yılların sonunda çok tartışılan 'Besetzungen / Occupations / İşgaller' adlı fotoğraf serisiyle faşizmi kendine mesele edinip Alman olmakla hesaplaşmak adına pek çok farklı disiplinde eserler üretmiş. Avrupa’yı dolaşarak çeşitli yerlerde “Sieg Heil / Nazi selamı” selamı verdiği kışkırtıcı siyah-beyaz fotoğraflar çekmiş. Daha sonra, 1945’ten kalma savaş uçaklarını taşlaşmış, heykelsi sanat eserlerine dönüştürmüş. Pek çok eserini de Paul Celan'ın şiirlerine ithafen yaratmış.
Wim Wenders 1980 Venedik Bienali’nde Alman pavyonundaki işleri sebebiyle neo-faşist olarak da adlandırılan Anselm Kiefer üzerindeki bu eleştirileri yok etmek istercesine Paul Celan’ın kendi sesiyle okuduğu “Ölüm Fügü” şiiri eşliğinde Kiefer'in savaşın tüm acımasızlığını, barbarlığını sergileyen tablolarını ve enstalasyonlarını gösterirken insanlık suçuyla izleyiciyi başbaşa bırakıyor.
"...
Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
ve sabahlarla öğlenlerde bir de akşamları
hiç durmaksızın içmekteyiz, içmekteyiz
bir adam oturuyor evde senin altın saçların Margarete
senin kül saçların Sulamith adam yılanlarla oynuyor
Sesleniyor daha tatlı çalın ölümü çünkü o Almanya’dan
gelen bir ustadır
sesleniyor daha boğuk çalın kemanları sonra sizler duman
olup yükseliyorsunuz göğe
sonra bir mezarınız oluyor bulutlarda rahat yatılıyor
..." derken Paul Celan, dizeleri akarken Anselm Kiefer'in görkemli bir vahşeti gözüme sokan eserleri geliyor perdeye.
Hayat kısa, sanat uzun ve sanat asla unutmuyor. Son kare giriyor. Çocukluğunu omuzlarına almış Anselm Kiefer ile karşı karşıyayız. Koltukta çakılı kalıyorum. Boğazımda bir yumrukla ayrılıyorum sinema salonundan.
ŞİİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ŞİİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
29 Nisan 2024 Pazartesi
1 Aralık 2018 Cumartesi
Refik Durbaş artık sonsuzlukta...
30 Kasım 2018 akşamı aramızdan ayrıldı Refik Durbaş. Naif, kırılgan dizeleriyle yaşayacak artık... Kendi el yazısıyla sevdiğim bir şiiriyle veda etmek istiyorum usta şaire...
13 Mart 2017 Pazartesi
Paterson
Jim Jarmusch'un son filmi, 2016 yapımı Paterson ile otobüs şoförü Paterson'ın eşliğinde Paterson kentinde şiirlerde kayboluyorsunuz!
Jim Jarmusch'un filmlerini ayrı severim ve tereddütsüz Paterson ile yine kalbimi fethettiğini söyleyebilirim! Uzun zamandır izlemekten keyif aldığım en hoş film oldu, hem kentin hem otobüs şöförünün hem de ünlü şair William Carlos Williams'ın şiir kitabının adı olan Paterson.
Otobüs şoförü Paterson'ın yazdığı şiirler (bu şiirleri aslında Jim Jarmusch'un sevdiği çağdaş şairlerden Ron Padgett yazmış), Jim Jarmsuch'un kendi şiiri "Water Falls / Düşen Su" (bu şiiri, Paterson'un iş çıkışında rastladığı küçük kız Paterson'a okuyor) ve de William Carlos Williams'ın şiirleri yer alıyor filmde. Şair Wiliiams'ın "Paterson" kitabı ile "The Collected Earlier Poems / İlk Şiirler Derlemesi" kitabı boy gösteriyor filmde. Otobüs şoförü Paterson'ın siyah-beyaz tasarımlara takıntılı, hatta pazarda satacağı kekleri bile siyah-beyaz kremayla bezeyen sevgilisi Laura'ya, Williams'ın "İlk Şiirler Derlemesi"'nden okuduğu dizeler oldukça hoş...
Paterson'ın "Would you rather be a fish / Bir balık olmayı tercih ederdin" dizesinin geçtiği son yazdığı şiir, Johnny Burke'ün sözlerini yazdığı ve Jimmy Van Heusen'in bestelediği 'Swinging On A Star' şarkısının içinden geçen bir satırdan geliyor. Şarkının balıkla ilgili bölümünü buraya da not etmek istiyorum.
A fish won't do anything but swim in a brook
He can't write his name or read a book
And to fool the people is his only thought
Though he slippery
- he still gets caught
But then if that sort of life is what you wish
You may grow up to be a fish.
Bir Pazartesi sabahı başlayıp ertesi hafta Pazartesi sabahı biten filmde otobüs şoförü Paterson'ın rutin hayatını birer röntgenci izleyici olarak izliyoruz. Hayatının yeknesaklığını yazdığı şiirlerle gideriyor Paterson, çok da iyi yapıyor ama hiç kopyası olmayan şiir defterinin başına gelenlerle hayatlarımızın ne kadar da ince bir çizgide olduğu, her an her şeyin değişebileceği ama hiç beklenmedik bir anda karşımıza çıkan fırsatlarla yeniden aynı rutine dönebileceğimiz kanıtlanıyor usulca...
Çok hoş yinelemeler, izdüşümler var filmde... Örneğin filmin başladığı ilk Pazartesi sabahında, Laura rüyasında ikiz çocukları olduğunu gördüğünü söylüyor. Bundan sonra tüm film boyunca Paterson, ev-iş yolunda, 23 numaralı hatta kullandığı otobüs güzergahında, akşamları köpekleri Marvin'i gezdirirken mola verdiği barda sürekli ikizler görüp duruyor!
Elbette, Paterson filminin içinden posteriyle geçen 1948 yapımı Abbott and Costello Meet Frankenstein ve Laura ile Paterson'un sinema salonunda izledikleri 1932 yapımı Island of Lost Souls filmleriyle "İçinden Filmler Geçen Filmler" kategorime de yerleşiyor Jim Jarmusch'un şiirlerle bezeli şiirsel filmi Paterson!
Jim Jarmusch'un filmlerini ayrı severim ve tereddütsüz Paterson ile yine kalbimi fethettiğini söyleyebilirim! Uzun zamandır izlemekten keyif aldığım en hoş film oldu, hem kentin hem otobüs şöförünün hem de ünlü şair William Carlos Williams'ın şiir kitabının adı olan Paterson.
Otobüs şoförü Paterson'ın yazdığı şiirler (bu şiirleri aslında Jim Jarmusch'un sevdiği çağdaş şairlerden Ron Padgett yazmış), Jim Jarmsuch'un kendi şiiri "Water Falls / Düşen Su" (bu şiiri, Paterson'un iş çıkışında rastladığı küçük kız Paterson'a okuyor) ve de William Carlos Williams'ın şiirleri yer alıyor filmde. Şair Wiliiams'ın "Paterson" kitabı ile "The Collected Earlier Poems / İlk Şiirler Derlemesi" kitabı boy gösteriyor filmde. Otobüs şoförü Paterson'ın siyah-beyaz tasarımlara takıntılı, hatta pazarda satacağı kekleri bile siyah-beyaz kremayla bezeyen sevgilisi Laura'ya, Williams'ın "İlk Şiirler Derlemesi"'nden okuduğu dizeler oldukça hoş...
Paterson'ın "Would you rather be a fish / Bir balık olmayı tercih ederdin" dizesinin geçtiği son yazdığı şiir, Johnny Burke'ün sözlerini yazdığı ve Jimmy Van Heusen'in bestelediği 'Swinging On A Star' şarkısının içinden geçen bir satırdan geliyor. Şarkının balıkla ilgili bölümünü buraya da not etmek istiyorum.
A fish won't do anything but swim in a brook
He can't write his name or read a book
And to fool the people is his only thought
Though he slippery
- he still gets caught
But then if that sort of life is what you wish
You may grow up to be a fish.
Bir Pazartesi sabahı başlayıp ertesi hafta Pazartesi sabahı biten filmde otobüs şoförü Paterson'ın rutin hayatını birer röntgenci izleyici olarak izliyoruz. Hayatının yeknesaklığını yazdığı şiirlerle gideriyor Paterson, çok da iyi yapıyor ama hiç kopyası olmayan şiir defterinin başına gelenlerle hayatlarımızın ne kadar da ince bir çizgide olduğu, her an her şeyin değişebileceği ama hiç beklenmedik bir anda karşımıza çıkan fırsatlarla yeniden aynı rutine dönebileceğimiz kanıtlanıyor usulca...
Çok hoş yinelemeler, izdüşümler var filmde... Örneğin filmin başladığı ilk Pazartesi sabahında, Laura rüyasında ikiz çocukları olduğunu gördüğünü söylüyor. Bundan sonra tüm film boyunca Paterson, ev-iş yolunda, 23 numaralı hatta kullandığı otobüs güzergahında, akşamları köpekleri Marvin'i gezdirirken mola verdiği barda sürekli ikizler görüp duruyor!
Elbette, Paterson filminin içinden posteriyle geçen 1948 yapımı Abbott and Costello Meet Frankenstein ve Laura ile Paterson'un sinema salonunda izledikleri 1932 yapımı Island of Lost Souls filmleriyle "İçinden Filmler Geçen Filmler" kategorime de yerleşiyor Jim Jarmusch'un şiirlerle bezeli şiirsel filmi Paterson!
İzdüşüm(ler)
İÇİNDEN FİLMLER GEÇEN FİLMLER,
İÇİNDEN KİTAP/LAR GEÇEN FİLMLER,
KİTAPLAR,
SİNEMA,
ŞİİR
10 Ocak 2017 Salı
15 Ocak 2016 Cuma
30 Aralık 2015 Çarşamba
5 Kasım 2015 Perşembe
Gülten Akın
Pek severim Gülten Akın'ın "Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya" dizelerini... Dün sonsuzluğa karıştı sevgili Gülten Akın. Toprağı şiirle dolsun!
21 Ağustos 2015 Cuma
En güzel günlerimiz...
27 Ocak 2015'te, "Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar!" başlığına tıklayarak ulaşabileceğiniz üzere "Güzel günleri başlıyor komşumuzun..." demiştim. Yunanistan Başbakanı Alexis (Aleksis) Tsipras (Çipras), erken seçim yolunu açmak için istifa ettiğini açıklarken Nazım Hikmet'in "En güzel günlerimiz..." şiirinden alıntıda da bulundu.
En güzel deniz:
Henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk:
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
Henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
Henüz söylememiş olduğum sözdür...
Nazım Hikmet
25 Şubat 2015 Çarşamba
Kaos
Taviani Kardeşler'in (Paolo ve Vittorio Taviani), İtalyan yazar Luigi Pirandello'nun öykülerinden serbest olarak uyarladıkları, 19. yüzyıl Sicilya'sından kesitler veren 1984 yapımı Kaos filmi, 188 dakika sürüyor. Luigi Pirandello'nun dört öyküsünün açılışı "Kuzgun" diye adlandırabileceğim bir prologla (öndeyiş) başlıyor ve “Epilog: Colloquio con la Madre / Bitiş: Annemle Sohbet” adlı kapanış bölümüyle sona eriyor. Dört öykünün sırasıyla adları şöyle: “Altro Figlio / Diğer Oğul”, “Mal di Luna / Ay Çarpması”, “La Giara / Küp” ve “Requiem / Ağıt”.
Çok fazla "spoiler" vermemeye çalışarak, filmdeki öykülere geçmeden "Kaos" adının nereden geldiğini Luigi Pirandello'nun sözleriyle aktarayım önce."Ben Kaos'un çocuğuyum.
Lafın gelişi değil, gerçek anlamda, çünkü, Agrigento halkının "Càvusu" diye adlandırdığı ormanın yakınında, kendimize ait olan toprakta doğdum.
'Càvusu' kelimesi, Eski Yunanca kaynaklı bir kelime olan 'Kaos' un diyalektik yozlaşması sonucu oluşmuştur."
Filmin açılışında, köylülerin kuluçkaya yatmış bir kuzgunu yakalayıp yumurtalarını parçalamalarını izliyoruz. Hemen ardından da boynuna çan takıp gökyüzüne bırakıyorlar kuzgunu. İnsanoğlunun egemenlik kurabildiğini, gücünün yettiğini acımasızca ezmesini gösteren bu girizgahta, kuzgun havada adanın farklı yönlerine doğru uçarken, jenerik yazılarıyla birlikte öyküler de başlıyor.
“Altro Figlio / Diğer Oğul” öyküsünde, Amerika'ya göç etmiş iki oğlundan haber bekleyen ama bu arada üçüncü yani diğer oğlunu görmezden gelen bir annenin hüzünlü öyküsü var. Öykü ilerledikçe görmezden gelinen diğer oğulla ilgili gerçeği de öğreniyoruz. “Mal di Luna / Ay Çarpması” öyküsünde, yeni evli köylü kızının kocasının dolunayda delirmesini izliyoruz. Köylü kız aslında kuzenine tutkun ama kuzeni fakir olduğu için annesi O'nu başkasıyla evlendirmiş. Damat ilk dolunayda kızı fazlasıyla korkutunca, annesinin evine dönüyor kız ama damat çözüm olarak her ay dolunay gecesinde kızın annesinin evlerine gelmesini öneriyor. Bundan sonraki ilk dolunayda annesiyle birlikte kuzenini de çağırıyor fırsatçı yeni gelin. Elbette amacı kocası evin dışında kurtadama dönüşürken kuzeniyle sevişebilmek. Dolunay görünüyor gibi olsa da bulutun ardında kalınca, kızın hesapladığı gibi gitmiyor planları. Kuzeni vicdanıyla yüzleşirken, damat, gelin ve kuzen arasında çözümsüz olarak sonlanıyor öykü ve tekrardan kuzgunun kanatlarının çırptığı yöne doğru uçuyoruz üçüncü öykü için. “La Giara / Küp” öyküsünde zengin toprak ağasının yaptırtığı dev küp sebepsiz kırılıverince, küpü onarması için çağırtılan ustanın başından geçenler var. Usta tamir etmesine tamir ediyor küpü ama küpün içinde de sıkışıp kalıyor. Akıllı toprak ağası, ustanın küp kırılmadan küpün içinden çıkamayacağını anlayınca tazminat isterim diye tutturuyor. Usta, toprak ağasından uyanık çıkıyor ve çiftlikteki çalışanları da yanına çekerek toprak ağasını alt ediyor. Sonuçta, yeniden kırılan küpüyle başbaşa kalan hırslı toprak ağası oluyor. Dördüncü öykü “Requiem / Ağıt”, köylerinde ölülerini gömecek yer bulamayan köylüleri anlatıyor. Topraklarının sahibi zengin baron köylülere ölülerini gömecek toprak vermeyince çareyi direnmekte buluyor köylüler. “Epilog: Colloquio con la Madre / Bitiş: Annemle Sohbet” bölümü, yazar Luigi Pirandello'nun yıllar sonra çocukluğunun geçtiği evine dönüşü ve annesiyle hayalindeki konuşmalara dayanıyor. Annesinin kendi çocukluğunda Malta'ya yaptığı seyahati belleğinde yeniden canlandırıyor Pirandello ve hep yazmak istediği ama sözcüklere dökemediği bu öykü ile ilgili annesiyle konuşuyor. Luigi Pirandello'nun annesine duyduğu özlem, hayalinde gerçekleştirdiği sürreal sohbetle bir nebze hafiflerken, aklıma Nazım Hikmet’in “Saman sarısı” şiirindeki şu vurucu dizeler düşüyor;
“… iki şey var ancak ölümle unutulur
anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü…”
86 yaşındaki Paolo Taviani ile 84 yaşındaki Vittorio Taviani'nin, yine birlikte, İtalyan yazar/şair Giovanni Boccaccio'nun öykülerinden kotardıkları Maraviglioso Boccaccio / Muhteşem Boccaccio isimli son filmlerinin, 20 Şubat 2015'te İtalya'da ilk gösteriminin yapıldığını ve 26 Şubat 2015 (yani yarın) itibariyle İtalya'da vizyona gireceğini belirterek sonlandırıyorum günce notlarımı.
Çok fazla "spoiler" vermemeye çalışarak, filmdeki öykülere geçmeden "Kaos" adının nereden geldiğini Luigi Pirandello'nun sözleriyle aktarayım önce.
Lafın gelişi değil, gerçek anlamda, çünkü, Agrigento halkının "Càvusu" diye adlandırdığı ormanın yakınında, kendimize ait olan toprakta doğdum.
'Càvusu' kelimesi, Eski Yunanca kaynaklı bir kelime olan 'Kaos' un diyalektik yozlaşması sonucu oluşmuştur."
Filmin açılışında, köylülerin kuluçkaya yatmış bir kuzgunu yakalayıp yumurtalarını parçalamalarını izliyoruz. Hemen ardından da boynuna çan takıp gökyüzüne bırakıyorlar kuzgunu. İnsanoğlunun egemenlik kurabildiğini, gücünün yettiğini acımasızca ezmesini gösteren bu girizgahta, kuzgun havada adanın farklı yönlerine doğru uçarken, jenerik yazılarıyla birlikte öyküler de başlıyor.
“Altro Figlio / Diğer Oğul” öyküsünde, Amerika'ya göç etmiş iki oğlundan haber bekleyen ama bu arada üçüncü yani diğer oğlunu görmezden gelen bir annenin hüzünlü öyküsü var. Öykü ilerledikçe görmezden gelinen diğer oğulla ilgili gerçeği de öğreniyoruz. “Mal di Luna / Ay Çarpması” öyküsünde, yeni evli köylü kızının kocasının dolunayda delirmesini izliyoruz. Köylü kız aslında kuzenine tutkun ama kuzeni fakir olduğu için annesi O'nu başkasıyla evlendirmiş. Damat ilk dolunayda kızı fazlasıyla korkutunca, annesinin evine dönüyor kız ama damat çözüm olarak her ay dolunay gecesinde kızın annesinin evlerine gelmesini öneriyor. Bundan sonraki ilk dolunayda annesiyle birlikte kuzenini de çağırıyor fırsatçı yeni gelin. Elbette amacı kocası evin dışında kurtadama dönüşürken kuzeniyle sevişebilmek. Dolunay görünüyor gibi olsa da bulutun ardında kalınca, kızın hesapladığı gibi gitmiyor planları. Kuzeni vicdanıyla yüzleşirken, damat, gelin ve kuzen arasında çözümsüz olarak sonlanıyor öykü ve tekrardan kuzgunun kanatlarının çırptığı yöne doğru uçuyoruz üçüncü öykü için. “La Giara / Küp” öyküsünde zengin toprak ağasının yaptırtığı dev küp sebepsiz kırılıverince, küpü onarması için çağırtılan ustanın başından geçenler var. Usta tamir etmesine tamir ediyor küpü ama küpün içinde de sıkışıp kalıyor. Akıllı toprak ağası, ustanın küp kırılmadan küpün içinden çıkamayacağını anlayınca tazminat isterim diye tutturuyor. Usta, toprak ağasından uyanık çıkıyor ve çiftlikteki çalışanları da yanına çekerek toprak ağasını alt ediyor. Sonuçta, yeniden kırılan küpüyle başbaşa kalan hırslı toprak ağası oluyor. Dördüncü öykü “Requiem / Ağıt”, köylerinde ölülerini gömecek yer bulamayan köylüleri anlatıyor. Topraklarının sahibi zengin baron köylülere ölülerini gömecek toprak vermeyince çareyi direnmekte buluyor köylüler. “Epilog: Colloquio con la Madre / Bitiş: Annemle Sohbet” bölümü, yazar Luigi Pirandello'nun yıllar sonra çocukluğunun geçtiği evine dönüşü ve annesiyle hayalindeki konuşmalara dayanıyor. Annesinin kendi çocukluğunda Malta'ya yaptığı seyahati belleğinde yeniden canlandırıyor Pirandello ve hep yazmak istediği ama sözcüklere dökemediği bu öykü ile ilgili annesiyle konuşuyor. Luigi Pirandello'nun annesine duyduğu özlem, hayalinde gerçekleştirdiği sürreal sohbetle bir nebze hafiflerken, aklıma Nazım Hikmet’in “Saman sarısı” şiirindeki şu vurucu dizeler düşüyor;
anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü…”
86 yaşındaki Paolo Taviani ile 84 yaşındaki Vittorio Taviani'nin, yine birlikte, İtalyan yazar/şair Giovanni Boccaccio'nun öykülerinden kotardıkları Maraviglioso Boccaccio / Muhteşem Boccaccio isimli son filmlerinin, 20 Şubat 2015'te İtalya'da ilk gösteriminin yapıldığını ve 26 Şubat 2015 (yani yarın) itibariyle İtalya'da vizyona gireceğini belirterek sonlandırıyorum günce notlarımı.
İzdüşüm(ler)
GERÇEKÜSTÜCÜLÜK,
SİNEMA,
ŞİİR
18 Şubat 2015 Çarşamba
Beyaz, ipek gibi yağdı kar
İpek gibi yağan karın altında
Hayallerimiz olsun.
Yaşayalım
Özgür
Güzel
Düşünceli.
Anlatalım
Düşündüklerimizi birbirimize.
Sevinç egemen olsun her yerde
İnsanca
Bir kaygı.
Beyaz, ipek gibi yağdı kar.
Yağsın.
...
Ataol Behramoğlu
14 Şubat 2015 Cumartesi
"Funny Valentine" /// Déjà vu
which alters when it alteration finds."
William Shakespeare
116. soneden
Karşılaştığı ilk fırsatta değişiyorsa aşk,
aşk değildir nazarımda.
10 Şubat 2015 Salı
28 Ocak 2015 Çarşamba
Özdemir Asaf geçti bu Dünya'dan.
11 Haziran 1923 - 28 Ocak 1981
Epigram
Aşk, varlığında, yokluğunda belli olur.
Egemenlik, varlığında, yokluğunda belli olur.
Bir özgürlük var, sularca, havalarca olağan
Varlığında değil, yokluğunda belli olur.
21 Ocak 2015 Çarşamba
Topio stin omichli
Theodoros Angelopoulos'un "Sessizlik" üçlemesi, 1983 yapımı Taxidi sta Kythira / Voyage to Cythera / Kitaro'ya Yolculuk, 1986 yapımı O melissokomos / The Beekeeper / Arıcı ve 1988 yapımı Topio stin omichli / Landscape in the Mist / Puslu Manzaralar filmlerinden oluşur. Angelopolos'un her birinin senaryosuna da katkıda bulunduğu bu üçlemesindeki filmler “Tarihin, Sevginin ve Tanrı'nın Sessizliği” üzerinden kurgulanmışlardır. Üçlemeyi izlemeye son film olan Topio stin omichli / Landscape in the Mist / Puslu Manzaralar filminden başladım. İzlediğimden beri sanırım, hiç görmedikleri babalarını, Almanya'da yaşadığı inancıyla bulmak üzere yollara düşen iki ana karakterin (11-12 yaşlarındaki abla Voula ile 5-6 yaşlarındaki kardeşi Alexandros) başına gelenler yüzünden, “Tanrı neden çoğu zaman sessiz kalır?” diye isyandayım. Bu da yetmezmiş gibi, Voula ile Alexandros'a yardım etmek için çabalayan, gezici bir tiyatro grubunun üyesi yakışıklı Orestis gibi “ağır ağır hiçliğe giden bir salyangoz olmak” istiyorum !
Haiku bile karalayabildiğime göre etkisi daha uzun bir süre devam edecek gibi görünüyor bu filmin !
Sis pus
Pis pus
Hep sus
Sus pus
Filmin müzikleri Eleni Karaindrou'ya ait ve elbette çok dokunaklı.
Haiku bile karalayabildiğime göre etkisi daha uzun bir süre devam edecek gibi görünüyor bu filmin !
Sis pus
Pis pus
Hep sus
Sus pus
Filmin müzikleri Eleni Karaindrou'ya ait ve elbette çok dokunaklı.
20 Ocak 2015 Salı
Ernesto Cardenal
Nikaragualı devrimci lider, şair ve din adamı Ernesto Cardenal, 90. yaşgününü kutluyor bugün. Kutlu olsun elbette. "Şiir gerçeği söylemenin tek yolu" diyen Cardenal'ın emperyalizmi eleştiren belgesel tadındaki "Hora Cero / Saat Sıfır" şiiri, başkaldırı edebiyatının başyapıtları arasındadır, üstelik Sam Zemurray "Türk asıllı muz satıcısı" olarak şiirin içinden geçmektedir.
12 Ocak 2015 Pazartesi
Ne Gel Ne Git Ne de Kal 'Gelgit' !!!
Özdemir İnce'nin
"...vurur sabırsız kıyılara çıldırtıcı gelgitler, sonsuz iç çekişleri..."
dizelerini anımsatıyor.
Gelgitlerim depreşiyor.
9 Ocak 2015 Cuma
6 Ocak 2015 Salı
"İki insan arasındaki ilişkide başlayan... "
Geç tanıştığım bir yazar Ingeborg Bachmann. Dışarıda tipi halinde kar yağarken tam da şu sıra, “Faşizm nerede başlar? Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar... Ve ben anlatmak istedim ki, savaş ve barış yoktur, hep savaş vardır.” diye çok doğru bir değerlendirme yapan Ingeborg Bachmann, özlemini duyduğum yazar oluyor aynı anda. Ingeborg Bachmann'ın sözcükleri savruluyor tipiyle birlikte.
Elbet Anlamı Olabilirdi
Elbet anlamı olabilirdi: geçip gitmekteyiz dünyadan,
sormamışlar gelirken, çekilmeliyiz şimdi yavaştan.
Ama konuşmamıza karşın, birbirimizi anlamadan
ve karşımızdakinin ellerine bir an bile ulaşamadan,
yıkım bu işte: Çıkamayacağız bu sınavdan.
Denemek bile kalkılmaz bir şey altından,
ve bir çarmıh dikilmiş, kendimizi tanıyamadan,
yalnızlığımızda, silinip gidelim diye dünyadan.
Çeviri: Ahmet Cemal
Karların uçuştuğu bu günde, güncemdeki son bir not Ingeborg Bachmann'ın tek romanı Malina ile ilgili olacak. Elfriede Jelinek'in, Ingeborg Bachmann'ın romanından senaryolaştırdığı ve 1991 yılında Werner Schroeter tarafından çekilen Malina filmi uzun zamandır arşivimizde ve izlenmesi gereken filmler arasında sırasını bekliyor usulca. Rahatsız edici tüm rollerin rahatlıkla üstesinden gelen Isabelle Huppert var başrolde. Bu haftasonunda gerçekleştirilecek planların en tepesine yerleştiriyorum Malina filmini izlemeyi.
Elbet anlamı olabilirdi: geçip gitmekteyiz dünyadan,
sormamışlar gelirken, çekilmeliyiz şimdi yavaştan.
Ama konuşmamıza karşın, birbirimizi anlamadan
ve karşımızdakinin ellerine bir an bile ulaşamadan,
yıkım bu işte: Çıkamayacağız bu sınavdan.
Denemek bile kalkılmaz bir şey altından,
ve bir çarmıh dikilmiş, kendimizi tanıyamadan,
yalnızlığımızda, silinip gidelim diye dünyadan.
Çeviri: Ahmet Cemal
Karların uçuştuğu bu günde, güncemdeki son bir not Ingeborg Bachmann'ın tek romanı Malina ile ilgili olacak. Elfriede Jelinek'in, Ingeborg Bachmann'ın romanından senaryolaştırdığı ve 1991 yılında Werner Schroeter tarafından çekilen Malina filmi uzun zamandır arşivimizde ve izlenmesi gereken filmler arasında sırasını bekliyor usulca. Rahatsız edici tüm rollerin rahatlıkla üstesinden gelen Isabelle Huppert var başrolde. Bu haftasonunda gerçekleştirilecek planların en tepesine yerleştiriyorum Malina filmini izlemeyi.
30 Aralık 2014 Salı
"Kardır yağan üstümüze geceden..."
İncecikten yağıyor olsa da, ağaçları yavaş yavaş beyazlara bürünüyor görmek ve yarından sonra geçmiş yıl olacak 2014'ü karla uğurlamak ne güzel ! Dediği gibi Ahmet Muhip Dıranas'ın; "Kardır yağan üstümüze geceden / Yağmurlu, karanlık bir düşünceden / Ormanın uğultusuyla birlikte / Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte / Kar yağıyor üstümüze, inceden."
26 Aralık 2014 Cuma
Non sum qualis eram!
Herşey tapılası gülün açtığı
Ve doyumsuz bir koku yaydığı
Hızlı bir alevdir topu topu
Apollinaire, "Les Collines"