29 Şubat 2012 Çarşamba

Another Earth

Başka DünyaMike Cahill, oldukça kısıtlı bütçeyle kotardığı ilk filmi Another Earth / Başka - Diğer - Öteki Dünya ile 2011 Sundance Festivali’nden ödülle dönmüş. Yönetmen Mike Cahill başrol oyuncusu Brit Marling (Rhoda’yı canlandırıyor) ile üniversiteden arkadaşmış. Filmin senaryosunu birlikte yazmışlar. Mike Cahill’in New Haven, Connecticut’taki kendi çocukluğunun geçtiği ailesinin evi, filmde ana kahraman Rhoda ve ailesinin yaşadığı ev olmuş, Mike Cahill’in kendi odası da Rhoda’nın odası…

Mike Cahill, Guy.com’da yer alan bir röportajında kendisini en çok etkileyen filmin Krzysztof Kieślowski’nin daha önce büyük keyifle günceme konuk ettiğim La double vie de Véronique / Podwójne życie Weroniki / Véronique'in İkili Yaşamı filmi olduğunu belirtmiş. Sinema dünyasında yansımalarla oynama eğiliminin, geleneğinin olduğunu söyleyerek bunun zaman zaman çok abartıldığında tehlikeli olabileceğini de eklemiş Mike Cahill. ‘Başka bir Rhoda daha var’ fikri üzerinden oluşturduğu filminde izleyiciyi de sorgulamalarla, şüphelerle başbaşa bırakmış.

Mike Cahill’in Another Earth / Başka - Diğer - Öteki Dünya filminde gökyüzünde Dünyamızın tıpatıp bir kopyası beliriverir. Birbirine paralel (ya da alternatif mi?) evrenlerin çakışmasıdır bu durum. Dünya’nın bu diğer Dünya'yı fark ettiği gecede, filmin ana kahramanı 17 yaşındaki MIT (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü)’in astronomi bölümüne kabul edilmiş parlak zekalı Rhoda aldığı alkolün etkisiyle (ve de belki keşfedilen öteki Dünya’nın etkisiyle mi?) arabasıyla bir kaza yapar ve diğer arabadaki küçük bir çocukla annesinin ölümüne, arabayı kullanan babanın da ağır yaralanmasına neden olur. Dört yıl sonra hapisten çıktığında ailesini yok ettiği adamdan özür dilemek için evine gittiğinde herşeyden uzaklaşıp inzivaya çekilmiş, berbat bir durumda hayatına devam eden yıkılmış bir adamla karşılaşır. Bu arada sürekli olarak radyo, televizyon programlarından da “Earth 2 / Dünya 2” olarak adlandırılan bulunduğumuz Dünya’nın tıpatıp eşi olan İkinci Dünya ve İkinci Dünya’ya yapılacak yolculuk ile ilgili haberler duyulmaktadır.Başka DünyaFilmden daha fazla bahsetmeyeceğim. Klasik bir bilim-kurgudan öte bir film olan Another Earth / Başka - Diğer - Öteki Dünya’da oyunculukların çok iyi olduğunu söylemeliyim. Filmin sonunu izleyiciye bırakan yönetmenleri her zaman sevmişimdir ama sanırım kişisel olarak Dünyamızın tıpkısının aynısı başka bir Dünya istemeyenlerin tarafında olduğum için filmin sonunun beni hayal kırıklığına uğrattığını söylemeden geçemeyeceğim. Gökyüzüne bakınca ikinci bir Dünya görmek mi, istemem kalsın lütfen ! Bir tane Ayrı Birey Ay Hanım’la başetmek yeterince beni yoruyor, o yüzden ikinci bir Ay Hanım da varsın olmasın !

24 Şubat 2012 Cuma

Elma Dersem Çık ! Mutlu Yıllar Steve Jobs

Bugün, 5 Ekim 2011’de kaybettiğimiz Steve Jobs’un doğumgünü. Teknoloji dünyasının muhteşem çocuğu Steve Jobs hayallerini gerçekleştirmeye 1976’da Kaliforniya'da bir banliyö evinin garajında kurduğu küçük bir şirketle başlamıştı. Martyn Burke’nin 1999 yapımı (aslında televizyon için yapılmış olan) Pirates of Silicon Valley / Silikon Vadisi Korsanları filminde Apple efsanesi ile Windows dünyasının başlangıç temelleri çok hoş bir dille aktarılır. En kısa sürede Ay’dan izlenimler’e bu filmi konuk etmek üzere ilgilenen takipçilere hoş bir yazı için Mutlu Yıllar Steve Jobs ! başlığını tıklamalarını öneriyorum.PIRATES OF SILICON VALLEYFilm için detaylar şu başlıkta: Pirates of Silicon Valley

23 Şubat 2012 Perşembe

Notre Jour Viendra

Romain Gavras’ın ilk filmi olan 2010 yapımı Notre Jour viendra / Our Day Will Come / Bizim Günümüz de Gelecek hiççilik (nihilizm) üzerinden bildiğiniz herşeye bir tokat gibi inen gerçeküstü ögelerle bezeli cesur bir film olmuş. Sevdiğim yönetmenlerden Costa-Gavras’ın kızı Julie Gavras ve oğlu Romain Gavras iyi ki babalarının izinden gitmişler ve sinemacı olmuşlar diyerek, Romain Gavras’ın adı da pek anlamlı olan Notre Jour viendra filminin bütün ayrıksı bireylere (ister kızıl kafa olsun ister olmasın) bir güzelleme olduğunu söyleyebilirim.Notre Jour viendraNotre Jour viendra“Saçlarım canınızı mı sıkıyor? Uzamalarına izin vereceğim. Hareketlerim, davranışlarım sizi rahatsız mı ediyor? Güzel. Onları daha fazla yapacağım… Böylece nihayet olmam gereken kişiye dönüşebilirim. Ve bu nefrete, bu utanca rağmen beni olduğum gibi seveceksiniz.”

Bence bu filmin "motto"´su şöyle :
Dünyanın bütün kızıl kafaları asla pes etmeyin ve birleşin !

Son olarak, filmin 75.dakikasında, limanda, arka planda yer alan, demirlemiş halde bir Türk gemisi olduğunu da belirteyim!
KURUOĞLU KARDEŞLER / İSTANBUL

Yusuf Kurçenli geçti bu Dünya'dan.

Bir yandan kadın üzerine odaklanan filmleriyle, diğer yanda etkileyici politik filmlere imza atmış olan yönetmen Yusuf Kurçenli 22 Şubatta aramızdan ayrıldı.

19 Şubat 2012 Pazar

La meglio gioventù

Herşeyden önce epik La meglio gioventù / The Best of Youth / Gençliğin Güzel Zamanları filmiyle altı küsür saat boyunca izleyiciyi hiç sıkmadığı için yönetmen Marco Tullio Giordana'yı kutlamak gerek. Acıyla, acı çekmekle başedebilenlerle, acıyla başedemeyip neredeyse herşeyden acı duyan karakterlerinin replikleriyle hoş bir hayat dersi veren film bu film, tamamiyle insancıl, duygu yüklü, hüzünlü.

Matteo ve Nicola Carati adındaki üniversitede okuyan, idealleri olan pırıl pırıl iki gencin tüm hayatlarının değişeceği 1966 yazının başında "House Of The Rising Sun" şarkısıyla açılıyor film. Film kadar, filmin müzikleri de inanılmaz güzel ve her sahneye fazlasıyla yakışmış; tam seçilmiş şarkılar. Matteo edebiyat okurken, Nicola tıp eğitimi alıyor. Okulu bitirecekleri yıl olan 1966 yazında iki arkadaşlarıyla birlikte bir yolculuğa çıkmaya hazırlanırlarken, Matteo yardım amacıyla gittiği akıl hastalıkları kliniğinde, Giorgia adında akıl hastası bir kızla tanışıyor. Kızın vücundaki elektroşok izlerini fark edince, O'nu hastaneden kaçırıyor. Tatile çıkacakları arkadaşlarıyla, daha sonra buluşacaklarını söyleyip, iki kardeş Giorgia'yı ailesine teslim etmek üzere yola çıkıyorlar. Giorgia'nın babası, kızını evinde istemeyince ne yapacaklarını bilmez bir halde tren istasyonunda otururken Giorgia polisler tarafından alınıp götürülünce, yardım edemedikleri bu kız Matteo ve Nicola'nın tüm ideallerini, hayata bakışlarını değiştiriyor. Acıyla başetmeyi başaramayan Matteo, yardımcı olamadığı Giorgia yüzünden, otoriteden yana olmayı seçiyor; önce askeri kariyer yapıp, akabinde, polis dedektifi olma yolunda ilerliyor. Nicola ise yardımcı olamadığı Giorgia yüzünden psikiyatriyi seçerek doktor oluyor ve hayatını akıl hastalarına yardımcı olmaya adıyor.

Filmden biraz daha bahsetmek başlıbaşına "spoiler" olacağından daha fazla konusuna değinmeyeceğim. Yönetmen filmdeki her bir karakterin kişiliklerini öylesine derin işlemiş ki, hiç konuşmadıkları sahnelerde dahi, her şeyi özetlemiş karakterlerin hepsinin bakışları. Bu yüzden izlenmesi, arşive dahil edilmesi gereken filmlerden biri La meglio gioventù. Filmin mottosu diyebileceğim "Herşey güzel !!!" sözüyle karakterlerden Nicola'nın, gençken bu sözü söylediğinde nasıl çoşkulu anlamlarla dolu olduğunu ama zaman geçip de pek çok acıyla olgunlaştığı zaman söylediğinde çoşkunun, sözdeki üç ünlem işaretinin silinmesiyle, nasıl kaybolduğunu gözlemlemek ayrı bir hüzün veriyor filmde. İdealleriniz ellerinizden kayıp gittiğinde, geriye kalanın bızgın (filmin tam da mottosu üzerinde konuşulduğu anda filmi durdurup kızımla durumun önemini tartışırken "bezgin" ve "bıkkın" sözcüklerini birleştirip "bızgın" sözcüğünü de türetmiş oldum bu arada !) bir ruh hali olduğunu söyleyip iyice melankolik ve karamsar olmak istemiyorum. Filmi izlemiş olanlar ya da izleyecek olanlar da buna benzer duygularla yükleneceklerdir diyerek yönetmen Marco Tullio Giordana'nın diğer filmlerinin peşinde olduğumun altını çiziyorum.NicolaMatteoGiorgia

18 Şubat 2012 Cumartesi

Mantığımızı değil yüreğimizi dinlediğimiz zamanlar

Marco Tullio Giordana'nın 2003 yapımı, izleyicilere
1966'dan 2003 ilkbaharına dek iki erkek kardeşin yaşadıkları üzerinden İtalya'nın 40 yıla yakın bir dönemine tanıklık ettirdiği La meglio gioventù / The Best of Youth / Gençliğin Güzel Zamanları filmiyle ilgili izlenimlerimden önce filmin adına değinmek istiyorum.

İtalyan yönetmen Marco Tullio Giordana birbirinden ilginç ve bir şekilde tarihi gerçekliklere dayanan ya da tarihi gerçeklikleri de içinden geçiren filmler yönetmiş. 1995 yapımı Pasolini, un delitto italiano / Pasolini, an Italian Crime / Pasolini, Bir İtalyan Suçu filminde ayrıksı İtalyan yönetmen Pier Paolo Pasolini’nin öldürülmesi olayının perde arkasına kamerasını tutarak Pasolini'nin ölümünün ardındaki gerçekleri aktarmış ve seneler sonra 2003'te Carati ailesinin (arka planda İtalyan tarihinin) 40 yıla yakın öyküsünü anlattığı 383 dakikalık filmine Pasolini'nin 1954'te yayınladığı diyalekt şiirlerinin yer aldığı kitabının adı olan “La meglio gioventù” adını seçerek Pasolini'ye saygınlığını bir kez daha göstermiş.

Pier Paolo Pasolini'nin filmlerini de şiirlerini de severim. Şiir çevirmek zordur, bu yüzden Marco Tullio Giordana'nın epik filmine adını veren “La meglio gioventù” kendi dilinde konuk oluyor günceme. Marco Tullio Giordana'nın filmi La meglio gioventù ile ilgili izlenimlerime ise çok yakında yer vereceğim.

La meglio gioventù*

Signore, siamo soli, non ci chiami più! Non ci guardi più, anno per anno, giorno per giorno! Di qua il nostro scuro, di là il Tuo splendore, per il nostro male non hai né collera né compassione. Niente da trenta secoli, niente è cambiato: si è unito il popolo, e unito combatte, ma il nostro male è male di ognuno di noi, e spartire male e bene lo sai solo Tu! Giorni di lavoro! Giorni morti! Svolta la carretta su verso la stazione per la piazza quieta, e si ferma davanti alla scalinata nuova, cigolando sul ghiaino che scotta al povero sole. Sono chiuse le sbarre, due autocarri aspettano fermi tra i calcinacci, tra siepi di acacie secche, e una vecchietta spinge la carriola stringendo, affannata, una punta del fazzoletto tra i denti. Il giovane con l'armonica salta giù suonando, e il più giovanino con al fianco la frusta, dà al cavallo il fieno, poi entra ballando dietro gli altri, spavaldi presso il banco. Un poco ubriachi cantano, alla mattina presto, coi fazzoletti rossi stretti intorno alla gola, poi comandano rauchi quattro litri di vino, e caffè per le ragazze, che ormai tacciono piangendo. Venite, treni, caricate questi giovani che cantano coi loro blusoni inglesi e le magliette bianche. Venite, treni, portate lontano la gioventù, a cercare per il mondo ciò che qui è perduto. Portate, treni, per il mondo, a non ridere mai più, questi allegri ragazzi scacciati dal paese.

Pier Paolo Pasolini

*Pasolini'nin ana dilindeki bazı şiirleri için şu linke tıklayabilirsiniz:
Pier Paolo Pasolini / Dante Maffia



İçinden Pasolini'nin filmlerinin ya da bizzat Pasolini'nin geçtiği diğer izlenimlerim için başlıklara tıklayabilirsiniz:

" Katlanabilmek veya Katlanamamak! Salo ya da Sodom'un 120 Günü
" Anneler ve Oğulları
" Ro. Go. Pa. G
" Tanrı'ya Takıntılı Bir Tanrıtanımaz: Pier Paolo Pasolini
" Medea
" Callas Forever

17 Şubat 2012 Cuma

"Kar var yaşadığımız günlerde"

Fotoğraflar "Kaz Dağları Perisi"'nin penceresinden,
dizeler Metin Altıok'tan...
Kar güzeldir !
Her yerde kar var !Her yerde kar var !Her yerde kar var !

...
Kar yağdı durmadan üç gün üç gece,
Yaslandı duvarlara, kapıları zorladı,
Pencerelerden baktı ev içlerine.
Kar hiç böyle kimsesiz kalmadı
Kendi özgül tarihinde.
Çıngırakların, kızakların karı
Yağdı herşeyin üstüne sessiz bir öfkeyle.
...

Metin Altıok

14 Şubat 2012 Salı

83. Yıl Kutlamaları !

"Moran'a öyle bir Sevgililer Günü hediyesi vereceğim ki asla unutamayacak!"

8 Şubat 2012 Çarşamba

The Future

Miranda July’ın yazıp, yönettiği, filmdeki esas kız Sophie’yi canlandırmanın yanında, “Paw Paw” isimli, filmin asıl kahramanı olan kediciği de seslendirdiği 2011 yapımı The Future / Gelecek filmi için ilk söyleyebileceğim, tuhaf bir film olduğu ("Tuhaf" kesinlikle olumlu yakıştırmamdır, en baştan belirteyim.) ! Jason ve SophieDört yıldır birlikte olan Jason (Hamish Linklater -ya da izleyicilerin 2006-2010 yılları arasında “The New Adventures of Old Christine” dizisinden tanıdığı "Matthew" -) ile Sophie (Miranda July) çiftinin hayatlarına, bir patisi sakat bir kedicik aracılığıyla film süresince dahil oluruz.
Sophie küçük çocuklara dans dersi vermektedir; Jason ise, evde Internet kullanıcılarına teknik destek... Aralarında, tek kol hareketiyle zamanı durdurmak (ya da durdurduğunu varsaymak) gibi garip oyunlar oynamanın dışında, oldukça sıradan bir hayata sahipken, bir patisi sakat bir kediciği bulup veterinere götürmenin ardından, ikilinin hayatında her şey değişir.KedicikSakat kediciğin az bir ömrü kalmıştır; hayvan sağlığı merkezinde zorunlu olarak bir ay kalmak zorundadır. Bu bir ayın sonunda Sophie ve Miranda “Paw Paw” diye çağırdıkları kediyi evlerine alarak bakımını üstlenmeye karar verirler. Sonrasındaysa, kedi evlerine gelince sorumsuz hayatlarının yerine, artık sorumluk alacakları ayırdına vararak, son olarak rahat geçirecekleri önlerindeki bir ayda, iç seslerinin yönlendireceği şekilde istediklerini yapmaya karar verirler. Şimdi, "izleyiciler" olarak kendimize dönelim! Böyle bir durumda, bazı istisnalar hariç, herkesin ilk yapacağı, elbette işi bırakmak olacaktır. Öyle de olur. Sophie ve Jason işlerini bırakır. Jason küresel ısınmaya karşı sosyal sorumluk alarak, kapı kapı dolaşıp fidan satmaya, Sophie ise “her güne bir dans” projesini tamamlamak için evde dans edip Internet'in sonsuzluğuna bırakmak üzere kendini kayda almaya başlar... Jason, kapı kapı dolaşmaları sırasında, evinde, kendi evindeki benzer hatta aynı eşyalara sahip yaşlı bir adamla karşılaşır; aralarında bir dostluk başlar. Sophie ise veterinerde Jason’un aldığı karakalem resimde kendi kızını çizmiş adamı, telefonla arar ve her ikisinin de “Doğu”ya baktığını öğrenir! İkilinin gündelik bireysel seçimlerini izlerken, Jason’un geleceğinin Sophie ile yaşlanmak olduğunu fakat Sophie’nin giderek Jason’dan uzaklaşarak başka bir gelecek içinde kendini hayal ettiğini doğrudan gözlemleriz. Bu sıradışı çiftin bıkkınlık dolu hayatlarını röntgenlerken korktuğum başıma gelir: Olan, kediciğe olur !Sophie ve Jason
Konuşan bir kedi ile Jason’un marifetleri (Dolunay’la konuşmak, gel-git oluşturmak ve tek kolunu kaldırarak zamanı durdurmak gibi) filmi gerçeküstü yapmış, üstelik karşı dursanız bile, size de sorgulama yaptırtmayı başarıyor film. “Ben kimsenin kedisi değilim. Ben kedi bile değilim. Ben, ben bile değilim.” diyen filmdeki kedicik gibi hissettim kendimi birden !

7 Şubat 2012 Salı

Pardus'un Geleceği Ne Olacak?

Pardus'un geleceği ne olacak?
http://shiftdelete.net/pardusun-gelecegi-ne-olacak-izleyin-34773.html

2 Şubat 2012 Perşembe

Heidegger Okuyan Kedi !

Açıkçası en başta adı nedeniyle seçtiğim bir film oldu, yazar – yönetmen Onur Ünlü’nün 2010 yapımı Beş Şehir / Five Cities filmi. Usta yazarımız Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul'u anlatan “Beş Şehir” kitabının adını filmine vermiş Onur Ünlü, şu söyleşide okumuş olduğum üzere severmiş “Beş Şehir” derken oluşan tonlamayı. Kitabı da sevmiştir, sevmektedir diye düşünüyorum.Kedi
Yönetmenin dördüncü filmi olan bu film, benim ilk izlediğim filmi oldu. Onur Ünlü’nün ilk filmi olan 2007 yapımı Polis / Police filmini izlemedim ama yönetmenin Beş Şehir filminin içinde, bu filmi ile dalga geçmesini oldukça samimi buldum. Evet sanırım ilk kez bir filmini izlediğim (şu sıralar çok konuşulan dizisini de izlemedim hiç) Onur Ünlü için ilk söyleyebileceğim sıfat bu olacak; samimi olması. Üstelik bir de görsel olarak pek sevemesem de konuşan, tartışan bir kedi geçiyor Beş Şehir filminin içinden, ayrıca Heidegger okuyor bu kedi ! İyi ki Onur Ünlü karakterlerden birinin kedi olmasına karar vermiş.
İçinden trenler geçen bir film olduğu için bir başka noktadan daha yakalıyor beni film. İstanbul, Eskişehir ve Afyon şehirlerinde geçen filmde şehir olarak "beş şehir" yok ama beş ayrı insanın öyküsü var… Beş insan ya da beş şehir… Aydın, Osman, Şevket ve Tevfik Öğretmen ile Dilek... "Kedi" ise altıncı bir karakter olarak gerçeküstücü bir konumda filme yerleştirilmiş. Bir şekilde birilerinin ölümüne neden olan ve hayatları kesişen insanlarla, ölümün soğuk gerçekliği üzerine, vurucu diyaloglara dayalı ayrıksı bir film yapmış Onur Ünlü. Filmin tek sevmediğim ve katlanamadığım yönü müzikleri oldu diyebilirim.Kedi ve Şevket
Kedi ve Şevket'in "çay" - "kahve" muhabbeti

"
Şevket: Hiç ilgilenmedi benimle (diğer "Beş Şehir" karakterlerinden biri olan Dilek'i kastediyor)… Çay içmeye davet ettim, oraya da gelmedi.

Kedi: Eee, çaydan.

Şevket: Ne çayı, ne ilgisi var?

Kedi: Çaydan, çaydan... Bu durumlarda kahve her zaman daha çok işe yarar. Bak, çayda kadınları rahatsız eden bir şey, böyle yerel bir tını var.

Şevket: Yerel mi? Ne alâkası var. Çay yerel, kahve değil mi?

Kedi: Bak, “Benimle kahve içer misin sorusu, bütün kadınlarda, hepsinde aynı rahatlatıcı çağrışımı yapar; beyaz fincan, porselen, şık, mayhoş aroma kokusu, hele Latin ezgileri heheeeyy neler neler..Ama çay, çay böyle “başarısız erkek” gibi bişiy demek çay.

Şevket: Bence artık Heidegger okuma; kafan iyice Naziler gibi çalışmaya başladı.
"

1 Şubat 2012 Çarşamba

Cüce Şubat ve Martı

Cüce Şubat ayının dört yılda bir 29 günlük olan ve bu kez 2012'ye denk gelen serüveni başlıyor bugün ! Hava soğuk, kar ve buz var ama günceme cüce Şubat ile ilgili bu notu düşerken, nedense ilk kutlamanın hemen pencere kenarına konan martıdan geldiği hissine kapıldım...