31 Aralık 2007 Pazartesi

Yeni yıl yeni umutlar demek... Bütün yeni gelen günler için anımsadığım bir Melih Cevdet Anday şiiri var:

"BU GELEN GÜN
Bütün iş bu gelen günde
İçim titriyor sevinçten
Biraz, biraz daha... derken
Ortalık güneşler içinde"

Melih Cevdet Anday


AY´DAN iZLENiMLER

27 Aralık 2007 Perşembe

Krzysztof Kieślowski sevdiğim ilk beş yönetmen arasındadır. Öncelik sıralaması olarak vermem mümkün değil ama diğer dört yönetmen Luis Buñuel, Metin Erksan, Michael Haneke ve Wim Wenders... Sevdiğim yönetmenler üzerine kişisel listem aslında daha uzun bir liste elbette... Ama ilk beş denilince bu yönetmenler aklıma gelir. Listedeki diğer yönetmenlerin çoğu da güncemde zaman zaman görüşlerimi yazdığım diğer yönetmenlerdir aslında.

Dün akşam Krzysztof Kieślowski'nin Bez Konca / No End / Sonsuz filmini izlerken hiç Kieślowski ile ilgili yazı yazmamış olduğumun farkına vardım. Kieślowski'nin "kadercilik" üzerine olan filmlerinden Bez Konca. Ana kahramanlardan Antek Zyro'nun "öldüm" demesi ile başlar. Ölü Antek'in ruhu film boyunca karısı Ulla'yı izler.
Filmdeki mistik hatta fantastik ögelerin arkasında 1982'de sıkıyönetim altındaki Polonya'daki sisteme yönelik çok ciddi bir siyasi eleştiri vardır...

24 Aralık 2007 Pazartesi

Der Siebente Kontinent

Eva neyi düşlüyor ?Michael Haneke'nin "Duygusal Buzlaşma" üçlemesinin ilk filmi olan Der Siebente Kontinent / Yedinci Kıta'yı en son izledim. Üçlemeden beni en çok etkileyen doğrusu Yedinci Kıta oldu.

“Yedinci Kıta’da ne? Sadece altı kıta var diye düşünebilirsiniz. Yedinci Kıta, daha iyi bir dünya arzusu, bu modern dünyanın çatlaklarını zorlayarak ortaya çıkan, ancak sadece o en acı meyvayı veren bir kıta mı yoksa?...Soğukluk...Bize en çok sorun yaratan şey işte bu. Kendimize ve başkalarına karşı esnekliğimizi yitirmemize neden olan bu kayıtsızlık. Benim bütün filmlerim bu temayı ele alıyor.” demiş Michael Haneke.

Yaşam bu kadar anlamsızsa çırpınmalarımız nereye kadar ? Niçin biriktiriyoruz ve daha ne kadar biriktirebiliriz ? Neden ? Diyorum ben !

18 Aralık 2007 Salı

Tesadüfi bir Kronolojinin 71 Parçası

Bir röportajında okumuştum. Michael Haneke "insanları etkilemek istiyorsan onlara filmin kurmaca olduğunu unuttur" diyordu. 71 Fragmante Einer Chronologie Des Zufalls / Tesadüfi bir Kronolojinin 71 Parçası isimli filmi kurgu ama bunu unutturmuş gerçekten de Haneke...

17 Aralık 2007 Pazartesi

Funny Games

Paul oyun oymayı seviyor.
Sanki, Benny'nin Video'sundaki Benny büyümüş, tam anlamıyla sapıtmış ve karşımıza Paul olarak çıkmıştır. Funny Games / ülkemizde oynadığı adıyla Ölümcül Oyunlar ile Michael Haneke izleyiciyi rahatsız etmeye devam ediyor. Filmin Funny Games yani Eğlenceli Oyunlar adının aksine oynanan oyunlar hiç de eğlenceli değil ! Katı kuralları var en başta, uyulması gereken katı kurallar ve oynamamazlık da edemiyorsunuz. Kaçıp kurtulmak yok ! Öyle bir rahatsızlık veriyor ki Haneke'nin izleyici ile oynadığı oyun, hani nefes alıp tamam her şey bitti diye düşündüğünüzde çok daha korkunç bir olay oluveriyor.
Haneke, Benny'nin Video'su filmine de Ölümcül Oyunlar'daki uzaktan kumanda sahnesi ile muhteşem bir gönderme yapıyor.

14 Aralık 2007 Cuma

Santa Sangre

Sürrealist/Gerçeküstücü yönetmen Alejandro Jodorowsky'nin 1989 yapımı Santa Sangre / Holy Blood / Kutsal Kan (aslında Aziz Kan daha uygun bir çeviri) isimli filmini izledim. Alejandro Jodorowsky ile ilgili www.abkcofilms.com adresine göz atmanızı öneririm.

Santa Sangre'de Jodorowsky'nin oğlu Axel Jodorowsky başrolde oynuyor. Akıl hastanesinde beyaz duvarların arasında kendini kuş zanneden ve bir ağacın üzerinde yaşayan Fenix (kendi küllerinden doğan Anka Kuşu) var karşımızda. Geçmişe dönüşlerle Fenix'in neden akıl hastanesinde olduğunu öğreniriz öncelikle.
Ailesi ile birlikte gösteriler yaptıkları sirklerinde güzel bir çocukluk geçirmektedir Fenix. Ancak çapkın bir adam olan babasının annesini sirkteki dövmeli kadınla aldattığı gece her şey değişir. Babasını dövmeli kadınla yakalayan annesi babasının cinsel organına sülfürik asit atar, babası buna karşılık annesinin kollarını bıçakla keser ve sonra da intihar eder. Tüm bu olayları izleyen Fenix ciddi bir travma geçirerek akıl hastanesine yatar. Fenix'in hayatı bir gün odasının camından kolları olmayan annesini sokağın kenarında beklerken görmesiyle tamamen değişecektir. Hastaneden kaçan Fenix ile annesi artık simbiyotik (iki canlı arasında her iki tarafın karşılıklı yararlanmalarına dayalı ortak ilişki) bir yaşamı paylaşmaya başlarlar.Fenix ve annesi Concha

12 Aralık 2007 Çarşamba

Benny'nin Videosu

Geçtiğimiz Cumartesi günü Michael Haneke'nin “ Duygusal Buzlaşma ” üçlemesinin DVD'lerini aldım. Üçlemeyi izlemeye 1992 yapımı ortadaki filmden başladım. “ Benny’s Video / Benny’nin Videosu ” Üçlemenin ilk filmi ; “ Der Siebente Kontinent / Yedinci Kıta ” 1989 yapımı. Üçlemenin son filmi 1994 'te tamamlanmış: “ 71 Fragmente einer Chronologie des Zufalls / Bir Şans Kronolojisinin 71 Parçası ”.
Benny'nin Videosu
Benny's Video / Benny'nin Videosu sarsıyor izleyeni. Uygar (!) dünyayı, burjuva yaşantıları hayli acımasızca eleştiriyor bu filminde Haneke...Tüm merakı şiddet dolu, tuhaf video filmler kiralamak ve izlemek, yatak odasının camından dışarıyı ve de yatak odasını kamera ile filme almak olan Benny var karşımızda. Genç henüz, 14 yaşında...Film Benny'lerin çiftliğinde öldürülen bir domuzun Benny tarafından video kameraya çekilmiş filmiyle başlıyor. Benny domuzun öldüğü andan geriye sararak filmi tekrar tekrar izliyor. Domuz canlanıyor filmi geriye sarınca, sonra tekrar ölüyor. Video kameraya hükmetmek kolay. Geriye sarıyorsun, hiç bir şey olmamış gibi her şey !
Modern burjuva ailenin çocuğu olan bu yalnız, saplantılı, rahatsız edici çocuk evde yalnız olduğu haftasonunda video dükkanı önünde gördüğü yaşıtı bir genç kızı evine davet ediyor...Beklenen hoş bir aşk hikayesi olabilir değil mi ? Ama öyle değil işte: Benny kızı önce kameraya alıyor ve sonra çok rutin bir iş yapıyormuşçasına öldürüveriyor. Öldürme aracı çiftliklerinde domuzu öldürmek için kullanılan özel bir silah. Bu silahı da gizlice edinmiş çiftlikten. Anne ve baba eve dönüp, cinayet gerçeğini öğrenince oğullarının bu sebepsiz eylemini güzelce örtbas etmeye girişiyorlar...Sadece azarlanıyor Benny ve ortamdan uzaklaştırmak, başkalarına ya da polise bilgi vermesini önlemek hatta bir bakıma da ödül olarak bir Mısır gezisine götürülüyor annesi tarafından. Baba ise geride kalıyor ve ceseti ortadan kaldırma işini üstleniyor.

Haneke bir röportajında "Kötümser olanlar, eğlencelik filmleri yapanlar." diyor ve ekliyor "iyimser kişi, insanları sarsıp kayıtsızlıktan kurtarmaya çalışır."

10 Aralık 2007 Pazartesi

Les Parapluies de Cherbourg

Küçük, güzel şemsiye dükkanıTüm canlı renklere ve operet havasındaki atmosferine rağmen hüzünlü bir film Les Parapluies de Cherbourg / The Umbrellas of Cherbourg / Cherbourg (Şerburg) Şemsiyeleri. Jacques Demy'nin 1964 yapımı filmi yarım kalan bir aşk üzerine...Filmde anne ile kızının aşk üzerine olan diyaloğu, olası böyle bir durum karşısında kendimi ve kızımı düşündürttü bana...



Catherine Deneuve yani Geneviève filmde Nino Castelnuovo'nun canlandırdığı Guy'a aşık. Annesine diyor ki: "Onsuz yaşayamam, ölürüm."
Annesi hazırcevap! : "Aşktan yalnız filmlerde ölünür."

7 Aralık 2007 Cuma

Her Zaman Bogart

to have and have not
Sevgili(m) kocam, Humphrey Bogart'ı gelmiş geçmiş en önemli aktörlerden biri sayar. Bu nedenle zengin sayılabilecek bir Bogart filmleri arşivimiz mevcut (şimdilik 22 adet). Çevirdiği onca filme rağmen Bogart denilince tek aklıma gelen Casablanca filmidir.
Dün akşamki sinema keyfimiz için henüz izlemediğim bir Bogart filmini seçtik. Ernest Hemingway'in "To Have and Have Not / Malik Olmak ya da Olmamak" isimli romanından uyarlanan 1944 yapımı bir Howard Hawks filmi; başrollerde Humprey Bogart ve Lauren Bacall var. Her yönetmenin bir Casablanca filmi olmalı dedirtircesine Casablanca tarzı bir film
"To Have and Have Not".

Bu arada filmden öğreniyoruz ki arılar ölü bile olsa dikkat etmek gerek ! Eddie (Walter Brennan), 'Steve' / Harry (Humprey Bogart) ve 'Slim' / Marie (Lauren Bacall) arasında geçen replik muhteşem !

"Eddie (Harry'e): Seni hiç ölü bir arı soktu mu?
Harry: Hiçbir arı tarafından sokulduğumu hatırlamıyorum.
Eddie (Slim'e): Ya seni ?
Slim: ...
Eddie: Ortalıkta çıplak ayakla dolaşırken ölü arılara dikkat etmelisin.Üzerlerine basarsan en az yaşarken oldukları kadar fena sokarlar. Özellikle de öldürüldükleri için deliye döndülerse.
...
Eddie: Bu şekilde 100 kez sokulduğuma bahse girerim.
Slim: Öyle mi? Niçin sen de onları sokmuyorsun?
Eddie: Harry de hep bunu söylüyor. Ama benim iğnem yok ki !"

3 Aralık 2007 Pazartesi

J'irai comme un cheval fou

Haftasonu Fernando Arrabal'ın J'irai comme un cheval fou / I will walk like a crazy horse / Çılgın Bir At Gibi Gideceğim isimli filmini izledim ve film kadar tuhaf, gerçeküstü düşler gördüm. Çöldeydim düşümde. Sarı-turuncu kayan kumlar üzerinde bir grup insan biraraya gelmiştik. Bir konu üzerinde konuşuyor fakat anlaşamıyor gibiydik. Uyandığımda filmden olsa gerek diye düşündüm. Filmdeki sorunlu ana karakter Aden Rey çöle gidiyor ve çölde cüce Marvel ile karşılaşıyordu.
"Hırpalanmış sislerin kederinde
Çılgın bir at gibi gideceğim.
Somon balıkları kayıp geçerken...
baldırlarımızın arasında,
Çılgın bir at gibi gideceğim."

30 Kasım 2007 Cuma

Caché

Dün akşam televizyon kanallarının birinde Michael Haneke'nin Caché / Hidden / Saklı isimli filmi vardı. Ülkemizde "Saklı" diye oynayan "Caché"'nin ne anlama geldiğini düşündürtmeye yöneltti film önce. Erişilmek istenen bilginin gizlendiği yerin adı mı, zula mı, önbellek mi, nedir ? Sonra filmi izledikçe de Michael Haneke'nin aslında size bir bulmaca sunduğunu görüyorsunuz. Filmleri ile izleyiciyi ya da genelleme yapmayayım; filmleri ile beni rahatsız eden bir yönetmen Haneke. Üç filmini izledim toplam olarak; Code Inconnu / Code Unknown / Bilinmeyen Kod ve Le Temps du Loup / The Time of the Wolf / Kurdun Günü, son olarak da Caché / Hidden / Saklı. Beni rahatsız eden, düşündürten, içimi acıtan üç film !

29 Kasım 2007 Perşembe

Viva La Muerte

Sürrealist/gerçeküstücü İspanyol yönetmen Fernando Arrabal'ın 1971 yapımı Viva La Muerte / Long Live Death / Yaşasın Ölüm filmi, eşime göre şu ana dek izlediği en anti-faşist film.
Fando isimli çocuk İspanyol İç Savaşı sonlarında tutuklanan babasının ardından gerçeküstü düşleriyle yaşadıklarını sorguluyor ve rahatsız edici gerçekle yüz yüze geliyor; kızıllardan olan babasını ele veren annesinden başkası değil.
Fernando Arrabal'ın yaşam öyküsünü okuduğumda 1932'de doğan Arrabal'ın babasının da General Franco karşıtı olduğu için tutuklandığını, hapse atıldığını ve hapiste geride hiç iz bırakmadan kaybolduğunu öğreniyorum. Arrabal 10 yaşındadır babası kaybolduğunda. Doğaldır ki çocukluğunu, tüm yaşamını derinden etkileyen bu travma kitabına ve filmine de yansımış Arrabal'ın.
Gerçeküstü düşler düşleyin !

27 Kasım 2007 Salı

Ingmar Bergman'ın Såsom i en Spegel / Through A Glass Darkly / Aynadaki Gibi filminde Fredrick(Minus)'in söylediği bir cümle var: "Babamla bir kez olsun konuşabilmek isterdim". Vurucu !

26 Kasım 2007 Pazartesi

Yaban Çilekleri

Onat Kutlar, Sinema Bir Şenliktir isimli kitabında 1961 senesinde Paris'te küçük bir sinemada izlediği Ingmar Bergman'ın 1957 yapımı Smultronstället / Wild Strawberries / Yaban Çilekleri filminin kendisinde sinema tutkusunu başlatan film olduğunu söyler. İlk izlediğim Bergman filmidir Yaban Çilekleri. Sessiz sinema döneminin ünlü yönetmenlerinden Victor Sjöström, Profesör Isak Borg rolünde akıllara kazınan bir oyunculuk sergiliyor. 78 yaşındaki Profesör Borg yaşamını ve varoluşunu sorguluyor. Profesör Borg'un rüyasına (kabusuna demek belki daha yerinde olacak) tanıklık ediyoruz filmin hemen başlarında...Çıkmaz bir yola sapıp boş bir sokağa geliyor Isak. Sessizlik hüküm sürüyor ve birden bir saat görüveriyor. akrepsiz yelkovansızZamanın akışına başkaldırıp akrep ve yelkovanını çıkarıp atmış olan bir saat. Daha sonra Isak'ın cebinden çıkardığı saatte de akrep ve yelkovan olmadığını görüyoruz. Zaman durmuş ve sanki akmıyor. Sokaktaki bütün evlerin pencereleri kapalı. Profesör Isak Borg'un yaşamı boyunca insanlara karşı kapalı ve uzak kalmasını simgeler nitelikte.

22 Kasım 2007 Perşembe

Alyosha'nın Öyküsü

Ballada o Soldate / Ballad of a Soldier / Askerin Türküsü Alyosha'nın hüzünlü öyküsü. 19 yaşındaki Rus askeri Alyosha'ya iki Alman tankını havaya uçurduğu için altı gün izin verilir. Delikanlı annesini görmeye gidecek, O'nun akan çatısını onaracak ve cepheye dönecektir. Alyosha yolda Shura ile karşılaşır...
Tank hedefinde Alyosha
Tank hedefinde Alyosha...
Alyosha tankı yokederkenAlyosha tankı yokederken...
Alyosha ve ShuraAlyosha ve Shura
Alyosha'nın annesiAlyosha'nın annesi...

20 Kasım 2007 Salı

Berlin Üzerinde Gökyüzü'nün sonunda "devam edecek" yazıyordu. Berlin Duvarı'nın ykılmasından önce izlediğimiz Berlin'deki gökyüzünü In weiter Ferne, so nach !/Faraway, So Close/Çok Uzak, Çok Yakın ile bir de Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra izliyoruz...Aklıma seneler önce Berlin'den satın aldığım Berlin Duvarı parçaları geliyor. Halen satılıyor mudur acaba ?

16 Kasım 2007 Cuma

Lied Vom Kindsein

"als das kind kind war,
ging es mit hängenden armen,
wollte der bach sei ein fluß,
der fluß sei ein strom,
und diese pfütze das meer.

als das kind kind war,
wußte es nicht, daß es kind war,
alles war ihm beseelt,
und alle seelen waren eins.

..."


***

"çocuk çocuk iken,
sallayarak yürüyordu kollarını,
derenin nehir olmasını istiyordu,
ve nehrin sel olmasını,
taşan suyun deniz olmasını...

çocuk çocuk iken,
bilmiyordu çocuk olduğunu
herşey duygu doluydu,
ve tüm ruhlar bir'di.

..."



Peter Handke'nin Lied Vom Kindsein / Çocukluğun Şarkısı isimli şiiri ile başlıyor Der Himmel über Berlin / Wings of Desire / Berlin Üzerinde Gökyüzü...(Ülkemizde, ne hikmetse Wings of Desire isimli İngilizcesinden Türkçeleştirilerek Arzunun Kanatları olarak bilinen Wim Wenders filmi !)Wim Wenders ve Peter Handke senaryoyu birlikte yazmışlar. Peter Handke'nin dizeleri takıldı bu sabah aklıma.

12 Kasım 2007 Pazartesi

Novecento

Bir yönetmen ilk çağrıştırdığı filmidir benim için. Bana göre, Bertolucci Novecento / 1900'dür. Sevgili(m) kocam içinse, Il Conformista / The Conformist / Konformist (Düzen Adamı)...Kızım da en sevdiği Bertolucci filminin Novecento/1900 olduğu kanısında.

2 Kasım 2007 Cuma

Chelovek s kino-apparatom

Chelovek s kino-apparatom
Dziga Vertov'un Chelovek s kino-apparatom/Man with a movie camera / Film Kameralı Adam isimli filmi, belgesel sinemanın kilometre taşlarından biridir. 1929 yılında hareketli kamera ile çekilmiş olan film; sessiz, altyazısız, senaryosuz, oyuncusuz ve setsiz bir ortamda Rus kentlerinin gündelik yaşamını aktarıyor. Film, sinema salonuna gelen izleyicilerle başlıyor, inip kalkan sinema koltuklarını görüyoruz ve sonra da bir gözün bakışlarını...Sinema salonuna gelen izleyicilerle birlikte filmi izlemeye koyuluyoruz : Şehir uyanıyor, çalışmaya başlıyor, sonra öğle paydosu oluyor ve de gün bitiyor, akşam iş bırakılıyor, eve geri dönülüyor. Filmin sonunda da izleyici göz sinemadaki seyircilere bakıyor. 1929'dan 74 yıl sonra Cinematic Orchestra “Man With A Movie Camera” belgeselinin üzerine doğaçlama mükemmel bir albüm oluşturmuş. Cinematic Orchestra'nın tınıları ile "Man with a Movie Camera" yeniden hayat bulmuş kanımca, çok ama çok güzel olmuş !

31 Ekim 2007 Çarşamba

Saatlerinizi Ayarlayın

"Ayar saniyenin peşinden koşmaktır."
Saatleri Ayarlama Enstitüsü / Ahmet Hamdi Tanpınar

29 Ekim 2007 Pazartesi

Cumhuriyet....

Cumhuriyet Bayramı

Cumhuriyetimiz,
84 yaşında..!
.

26 Ekim 2007 Cuma

TokioHotel

TokioHotel
"It's killing me
We die when love is dead
It's killing me
We lost a dream
We never had
The world in silence
Should forever feel alone
'Cause we are gone
And we will never overcome
"

Bu sözler, şu sıralar kızımın sevdiği ve dinlediği, özellikle 12 yaş ve altındakilerin beğenisini yakalamış Alman rock grubu TokioHotel'in "Love is Dead" isimli şarkısından...Hiç hoşlanmamakla birlikte kızımızın TokioHotel ilgisinin geçici olduğunu düşünerek babası ve ben çok üstelemiyoruz.
Ama ben yine de "Schrei/Scream/Çığlık" şarkılarını duydukça gerçekten irkiliyorum ya ilgisi azalmazsa diye !
...

25 Ekim 2007 Perşembe

"Hiç kimse savaşı barışa tercih edecek kadar aptal değildir" der tarihin babası Heredot, "çünkü barışta oğullar babalarını gömerler, savaşta ise babalar oğullarını !"
Letyat Zhuravli Mikhail Kalatozov'un Letyat Zhuravli/The Cranes are Flying/
Turnalar Uçuyor
filmi sizi alıp uzaklara götürüyor tıpkı gökyüzünde süzülen turnalar gibi...Turnalar filmin başında cepheye giden askerler gibi,filmin sonunda ise umutlarımızın körelip kaybolması gibi uzaklara gidiyorlar Moskova semalarında...

"Turnalar tıpkı gemiler gibi
Gökyüzünde yelken açmışlar,
Beyaz turnalar, gri turnalar
Uzun gagalarıyla uçuyorlar..."


1957 yapımı bu filminde Kalatozov yine inanılmaz kullanmış kamerayı. Siyah-beyaz şiirsel bir anlatım... Temelde filmin ana konusu Veronica ile Boris'in aşk öyküsüne dayanıp sıradan bir melodram gibi gözükse de savaşın acımasızlığı, etkileri, Veronika'nın ruh hali Kalatozov'un gerçekçi anlatımı ve kameranın mükemmel kullanımıyla bezenerek derin izler bırakıyor !

Veronica Bu arada çok tuhaf ama bu film yer yer bir diğer çok sevdiğim film olan Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı'nı anımsattı bana...Veronica'nın bakışlarında Meral'i
bulduğumdan mıdır acaba ?

24 Ekim 2007 Çarşamba

Soy Cuba

Soy Cuba Mikhail Kalatozov'un Soy Cuba/
I am Cuba/Ben Küba'yım
filmini izledim...Her şeye bakışım değişti ! Senaristlerden biri Rus şairi
Yevgeny Yevtushenko...Bir film
bu kadar mı görsel bir başyapıt ve şiirsel bir şölen olur ? Tamam bir propoganda filmi...Ama filmdeki dört ayrı öykü adanın Batista yönetiminden Küba Devrimine doğru yol aldığı süreci inanılmaz bir görsel dokunuşla anlatıyor...Kalatozov Amerikalılar'ın, toprak ağalarının Küba'yı nasıl sömürdüklerini ve Batista'nın da Küba'yı sömürenlerin nasıl kuklası olduğunu mükemmel bir kamera kullanımıyla aktarıyor...


Filmdeki anlatıcı ses film başlar başlamaz Yevtushenko'nun vurucu dizelerini ardarda sıralamaya başlıyor :

"Ben Küba'yım.
Bir zamanlar, Kristof Kolomb
burada karaya ayak basmıştı.
Günlüğüne şöyle yazmıştı:
"Burası bir insan gözünün...
...görebileceği en güzel yer..."
Teşekkür ederim, Bay Kolomb.
Beni ilk gördüğünde...
...şarkılar söyleyip gülüyordum.
Gemilerini selamlamak için
palmiyelerimin yapraklarını sallıyordum.
Gemilerinin mutluluk getirdiğini sanmıştım.
Ben Küba'yım.
Gemilerin, şekerini alıp...
...bana gözyaşı bıraktılar.
Garip şeydir şu şeker, Bay Kolomb.
İçindeki onca gözyaşına rağmen...
...hâlâ tatlı."

23 Ekim 2007 Salı

İstanbul'un sevdiğim köşelerinden biri

İstiklal Caddesi tüm kalabalıklığına rağmen İstanbul'un en sevdiğim yerlerinden biridir. Geçtiğimiz Cumartesi kızım ve çok yakın bir arkadaşımla oradaydık. Kaktüs Cafe'de buluşup sonra Tünel'e kadar indik.
Kızım henüz 5 - 6 yaşındayken onun piyano dersleri sebebiyle her haftasonu İstiklal Caddesi'nde zaman geçirirdik. O zamanki Atlas pasajı en sık uğradığımız mekanlardan biri idi.
İstiklal Caddesi
Çok değişmiş İstiklal Caddesi, pek eski tadı yok...En korkuncu da adım başı Starbucks ve Gloria Jeans kahve dükkanları !

22 Ekim 2007 Pazartesi

Koyu Mavi Kelebek

"Koyu Mavi" arkadaşımın doğumgünü bugün...Koyu Mavi arkadaşıma
koyu mavi bir kelebek...

19 Ekim 2007 Cuma

A AY...

Rüyalarımı önemserim ! Rüyalarımda anımsayamadığım tek bir an bazen günlerce beynimi kurcalayabilir ve beni rahatsız eder...
Dün akşam gördüğüm ve anımsayamadığım düş, Reha Erdem'in A Ay filminde, Yekta'nın sözlerine taşıdı beni..."Gördüğün herşeyi gösterebiliyor musun ? Rüyalarını gösterebiliyor musun ? Her gördüğünü gösterebiliyor musun ? Işığın yetiyor mu ? Netliğini ayarlayabiliyor musun ? Her gördüğünü gösterebiliyor musun ? Sadece görmeyi biliyor musun ? O fotoğraflara görmek için bak!!!.."
A Ay "Rüyanda gördüğün kuşlar, rüyanda gördüğün kuşlardır.. Onlar burada gördüğün kuşlara benzemezler. Onlar aynı dili bile konuşmazlar!!"
___
___

17 Ekim 2007 Çarşamba

Die Blechtrommel

Die Blechtrommel
İzlediğim filmlerde bazı kareler hiç aklımdan çıkmaz ve en olmadık zamanlarda tekrar tekrar gözümün önüne geliverir. Günther Grass'ın romanından uyarlanan, gerçeküstü imgelerle ve kara mizahla bezenmiş rahatsız edici film Die Blechtrommel / Teneke Trampet'teki çocuk oyuncunun suratı sabahtan beri peşimde ! Yetişkinlerin davranışlarından tiksinti duyan Oscar üçüncü doğum gününde artık daha fazla büyümeyi reddedip doğum günü armağanı olan teneke trampeti çalmayı tercih ediyor. Küçük Oskar yaşlandıkça yetişkinlerin iki yüzlü davranışlarını gözlemlemeye devam eder ve değişmez bir ritimle bıkmaksızın teneke trampetini çalar. Bu kendisi için bir bakıma çevresindeki dünyayı kontrol etme yöntemidir.

16 Ekim 2007 Salı

Mutluluk Kapısı

Dersaadet...Çok isimli İstanbul'un en sevdiğim isimlerinden biri ! Mutluluk kapısı...

9 Ekim 2007 Salı

Ay Tanrıçası

Birbiri ardına üç doğum günü kutlaması...5 Ekim yeğenimin, 7 Ekim kızımın ve 8 Ekim ablamın doğumgünü...
Kızım dolu dolu 12 yaşında ! Onu büyürken izlemek çok güzel...

3 Ekim 2007 Çarşamba

Korkularınızdan Korkmayın!

Das Glück ist nicht immer lustig !
(Mutluluk her zaman keyif vermez !)
Rainer Werner Fassbinder'in Angst essen Seele auf / Korku Ruhu Kemirir isimli filmi dün akşamdan beri zihnimde...

2 Ekim 2007 Salı

Fahrenheit 451

Fahrenheit 451
Ray Bradbury'nin
Fahrenheit 451 isimli
bilim-kurgu romanı
François Truffaut tarafından sinemaya uyarlanmıştır.
451 Fahrenheit kitap kağıdının tutuşma sıcaklığı. Yazılı herşeyin yasak olduğu bir toplumda geçiyor eser. İnsanlar televizyonda sadece beyin yıkayıcı şovlar izliyor. Yönetim okumayan insanların düşünmeyeceğini ve de mutsuz olmayacağını öngörüyor. Kitap bulundurmanın suç olduğu bu gelecekte itfaiyecilerin tek görevi kitap yakmak. Kitapların imha edilmesine karşın isyancıların uyguladığı çözüm her kişinin bir kitabı ezberlemesi ve "kitap-insan"lara dönüşmesi...Filmde ilk gözüken kitap Cervantes'in Don Quixote / Don Kişot'u...Ana karakter Montag kitap yakan bir itfaiyeciden kitap-insan'a dönüşüyor eserde.
Yel değirmenleri ile savaşmak gerek !

25 Eylül 2007 Salı

Benim Güzel Manolyam

Televizyon nadiren açılır evimizde. Dün akşam TRT 4'te Zeki Müren için anma konseri vardı; Bodrum Kalesi'nden canlı yayın. 24 Eylül 1996'da aramızdan ayrıldı Zeki Müren...Tesadüfen açılan televizyonda yakalanan konserin Zeki Müren besteleri bölümünden son şarkı hoş bir an..."Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam..."

24 Eylül 2007 Pazartesi

22 Eylül 2001'de aramızdan ayrılan Fikret Kızılok'un anısına 21 Eylül Cuma akşamı Açık Radyo'daki "Koyu Mavi" arkadaşımın programında hep Fikret Kızılok şarkıları çaldı.
"Kalbim kalbim kalbim
Dayanmak artık kolay değil
Bırakacak gibisin yarı yolda kalbim"


****************************

Bir Kadın Yarattım
Ansızın yağmur başladı şimdi...My Fair Lady filminden Audrey Hepburn'un tekrarladığı tekerleme geliyor aklıma...."the rain in Spain stays mainly in the plain / İspanya'da yağınca yağmur olur heryer çamur"

18 Eylül 2007 Salı

Ömer Hayyam'dan

Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.

Ömer Hayyam / Bütün Dörtlükler - Cem Yayınevi
Türkçesi: Sabahattin Eyüboğlu

14 Eylül 2007 Cuma

All About Eve

Eve Margo'ya karşı
Ben ve kızım başta pek istekli olmayarak, eşimin zorlamasıyla izlemeye koyulduk All About Eve / Eve Hakkında Herşey isimli Joseph L. Mankiewicz'in yönettiği 1950 yapımı filmi. Film giderek büyüsüne kaptırdı bizi. Margo Channing rolündeki Bette Davis muhteşem bir oyunculuk sergiliyor. Hırslı ve yetenekli tiyatro oyuncusu Margo Channing'in yaşamı kendisine hayran Eve Harrington'un (Anne Baxter) çevresine girmesi, onun asistanı olarak çalışmaya başlamasıyla yavaş yavaş değişiyor. Eve'in hayran olduğu Margo aslında Eve'in yerinde olmak istediği kişi! Tiyatro izliyormuşuz tadında filmi izledik. Bu arada küçük bir not; yukarıdaki fotoğrafta Eve ve Margo arasındaki sarışın filmde rol alan henüz tanınmamış Marilyn Monroe'dur.

10 Eylül 2007 Pazartesi

Arkamızda Ayçiçek Tarlaları

Annemin yazevini kapatıp İstanbul'a döndük dün. Birbirinin peşisıra 3 kuşaktan 3 kadın; annem, ben ve kızım yazlık evi topladık...Her yazsonu aynı buruklukla evi kapatıyoruz. Bu kasabadan ayrılmak hep defasında hüzünlü oluyor. Deniz serin ama inadına pırıl pırıl bizi uğurluyor. Bir dahaki yaza dek hoşçakal diyoruz kasabaya...Arkamızda ayçiçek tarlalarını bırakıyoruz.

5 Eylül 2007 Çarşamba

Belirsiz Nesnesi Arzunun

1977
Luis Buñuel'in 1977 yapımı son filmi Cet Obscur Object du Desir / That Obscure Object of Desire / Arzunun O Belirsiz Nesnesi'nin afişi sevdiğim en film afişlerinden biridir.
Arzu nedir, ne kadar mantıklıdır, mantıksızsa nasıl sonuçlara varabilir gibi pek çok soruyla bezenip de izledim filmi. Bunuel bu kez de arzulamanın, elde etmenin çılgınlığına değinmiş kendine özgü benzersiz gerçeküstü yorumlarıyla...Yaşlı burjuva beyefendinin arzuladığı kadını para herşeyi çözer mantığıyla hareket edip yine de bir türlü elde edemeyişi gülümsetiyor. Arzunun nesnesi olan kadın karakter Conchita'da neden 2 ayrı oyuncu kullanmış acaba?

28 Ağustos 2007 Salı

Yine, yeni, yeniden... : Dolunay!

Hüzünlü Ay

Gece dolunay var !
Hep olacak ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...

22 Ağustos 2007 Çarşamba

El Ángel exterminador

absürd yemekLuis Buñuel 1962 yılında Meksika'da gerçekleştirdiği son iki filminden biri olan
El Ángel exterminador / Yokedici Melek (diğer film Simon del desierto / Çöllerin Simon'udur) ile yine gerçeküstücülüğün doruklarındadır. Herşey burjuva ev sahiplerinin bir grup davetli ile birlikte malikanelerine gelmesiyle başlar. Evin kahyası dışında tüm çalışanlar sırayla ayrılırlar ve yemeklerini bir türlü yiyemeyen davetliler ise eve tıkılıp kalarak günlerce dışarı çıkmayı başaramazlar. Buñuel burjuva yaşam, dinsel ögeler ve örgütsel oluşumlarla çok güzel dalga geçer filminde. Burjuva o kadar işe yaramazdır ki çalışanları olmadan bir türlü bir şey başaramazlar ve absürd olaylar dizisi birbirini kovalar. Tam filmin sonunda evden çıkmayı becermişken aynı durumun kilisede başlarına gelmesi de ayrı bir keyif doğrusu !

14 Ağustos 2007 Salı

Pink Martini'den Brazil

Brazil...
Where hearts were entertaining June
We stood beneath an amber moon
And softly murmured someday soon...
We kissed...
And clung together
Then...
Tomorrow was another day
The morning found me miles away
With still a million things to say
Now...
When twilight dims the skies above
Recalling thrills of our love
There's one thing I'm certain of
Return...
I will...
to old...
Brazil.

Brazil...
Terry Gilliam'ın kara komedi filmi Brazil'in aynı isimli şarkısının Pink Martini yorumu ile uyanınca bu sabah, doğaldır ki sözleri ve müziği aklıma asılı kaldı...En kısa zamanda tekrar izlemeli Brazil'i...


(Şarkının asıl ismi Aquarela do Brasil,

Ary Barroso tarafından 1939 yılında bestelenmiştir.)

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Luna Lounge'da saksofon çalarken...

Lost Highway Hotel
Uzun süredir bir filmi izlerken hiç bu kadar gerilmemiştim. "Dick Laurent is dead / Dick Laurent öldü." sözleriyle başlayıp biten
Lost Highway / Kayıp Otoban filmi sevgili(m) kocama göre David Lynch'in en iyi eseri...
Bill PullmanFilmin ana karakterlerinden Fred Madison (Bill Pullman) Luna Lounge'da tenor saksofonunu döktürüyor. Filmin ilginçliği ve güzelliği bir yana müzikleri gerçekten büyüleyici...Sevdiğim şarkılardan biri olan Screaming Jay Hawkins'in "I put a spell on you/Sana büyü yaptım" şarkısının Marilyn Manson uyarlaması da pek hoş olmuş. Ben kimim, sen kimsin, kimlik bölünmesi de nereden çıktı ? Semboller arasında kaybolup gidiyorsunuz film süresince...Hiç bir şey göründüğü gibi değil David Lynch'in filmlerinde...Mystery Man




Perdeyi aralayan gizemli adamdan sakının !

7 Ağustos 2007 Salı

Radio Days

radyolu günler
Çocuk Saati ve Arkası Yarın programları ile büyümüş bir birey olarak radyolu günlerin benim yaşamımda da önemi oldukça fazladır. Woody Allen'i değil ama filmlerindeki pırıltıları çok severim. Radio Days filmini seneler sonra buruk bir keyifle tekrar izledim.

2 Ağustos 2007 Perşembe

Le Fantome de la Liberte

nedir bu ?
Luis Buñuel'in Le Fantome de la Liberte / Özgürlük Hayaleti filminde sahneler düş mantığında mekandan mekana, zamandan zamana geçerek sergileniyor.




Film, Napolyon döneminde İspanyol vatanseverlerin "Kahrolsun özgürlük!" ve "yaşasın zincirler!" sloganlarıyla kendilerini idam etmek üzere olan idam mangasını kışkırttıkları sahneyle açılıyor. Bu sahnenin hemen bitiminde aslında bu sahnenin hizmetçinin okuduğu kitaptan bir sahne olduğunu anlıyoruz. Sahne tekrar değiştiğinde, parktaki bisikletli küçük kızlara fotoğraflar veren bir adam görürüz; bu fotoğraflar turistik yerlere ait fotoğraflardır. Ancak küçük kız ve hizmetçi eve döndüklerinde, kızın annesi ve babası tarafından bu fotoğraflar pornografik fotoğraflar olarak algılanır. "Simetri hastasıyım" der küçük kızın babası örümceğin yer aldığı çerçeveyi salonda yerleştirirken. Sonra bir binanın tepesindeki tüfekli bir adamın rastgele yoldan gelip geçenleri öldürdüğüne tanık oluruz. Adam serbest bırakılır mahkemede ve kahraman olarak selamlanır. Aslında orada olan ama ailesi, öğretmenleri ve polis tarafından aranan kayıp kızı görürüz bir diğer sahnede. Tüm sahneler arasında en unutulmaz olanı da, şık giyimli bir grup yemek davetlisinin bir yemek masasının etrafında klozetlere oturmuş halde sohbet etmeleridir. Karınları acıktığında utana sıkıla izin isteyip yemek yiyebilecekleri özel küçük bir odaya geçerler ve odanın kapısını kilitleyip tek başlarına yemeklerini yerler. Bu filminde 75 yaşında olan Buñuel, tüm kuralları ve kurumları alt üst ederek halen nasıl huzur bozabileceğini yine görkemli bir şekilde sunmaktadır. Yerleşik düzendeki herşey ters düz olmaktadır.

31 Temmuz 2007 Salı

Kahvenin Kokusu

Zihnimiz güzel oyunlar oynar bize...Hiç beklediğimiz bir anda pek çok oluşum bizi alıp çok uzaklara götürebilir. Okuduğumuz kitaptaki bir tümce, bir melodi, havadaki esinti, bir şarkının yinelenen sözleri, bir filmdeki küçücük bir an, belki de bir koku...Evet evet belki de bir koku...Şu an kahvemi içerken buram buram tüten kokunun beni alıp başka bir yere götürmesi gibi...Yolculuklar güzeldir. Oturduğunuz yerden yapıyor olsanız bile...

30 Temmuz 2007 Pazartesi

A dolunay
Dolunay bize göz kırpacak
bu gece...

Düşler İçinde Düşler

Yemek Yemek
"Le Charme Discret De La Bourgeoisie" / The Discreet Charm of the Bourgeoisie / Burjuvazinin Gizli Çekiciliği; en sevdiğim Buñuel filmi. 1900 doğumlu olan Luis Buñuel, 1972 yılında çektiği bu filminde 72 yaşındadır. Düşler içindeki düşleri anlatan, bir türlü gerçekleşmeyen bir yemek üzerine kurgulanan, üst sınıfın temel olguları, kilise, kurumların anlamsızlıklarıyla dalga geçen film ile ilgili ayrıntıları Buñuel, Son Nefesim isimli otobiyografik kitabında (Çeviri İlkay Kurdak, İmge Kitabevi yayınları) hoş bir şekilde aktarıyor;
"Silberman (Serge Silberman, filmin yapımcısı) bir gün bize, başından geçen bir olaydan sözetmişti. Biz de o sıralar, tekrarlardan oluşan bir ön hikaye arıyorduk. Silberman akşam yemeği için, örneğin bir salı, evine konuklarını çağırmıştı. Ama bundan hem karısına söz etmeyi unutmuştu hem de aynı akşam kendisinin de dışarda yemek yiyeceğini... Saat dokuzda, konuklar, ellerinde çiçeklerle gelmişler. Silberman evde yok tabi. Ayrıca karısı da her şeyden habersiz, yemeğini yemiş ve üstünde sabahlığı, yatmaya hazırlanıyormuş. Onu bu halde bulmuş konuklar! Bu sahne Le Charme Discret De La Bourgeoisie'nin ilk sahnesi oldu. Geriye kalan, olasılıkları fazla abartmadan, bir grup arkadaşın birlikte akşam yemeği yemeye çalışmaları ve bunu da bir türlü gerçekleştirememeleri gibi türlü şekilde düşünülmüş sahneleri birbiri ardından getirmek olacaktı. Çalışma oldukça uzun sürdü. Senaryonun beş farklı versiyonunu yazmıştık. Akla uygun ve her gün rastlanır türden olan böyle bir gerçek olay ile, yine de pek akıl almaz bir izlenim bırakmaması gereken üstüste gelen beklenmedik olaylar arasında, sağlam bir denge kurmak durumundaydık. İmdadımıza yetişen yine bir düş oldu. Hatta, düşün içinde bir düş bile diyebiliriz buna. Sonuç olarak bu filmde sek martinimin formülünü vermiş olduğum için çok memnunum. Çekimden unutulmayacak anılar: Film çekimi sırasında oldukça sık yiyeceğe ihtiyacımız olduğu için, oyunculardan özellikle Stephane Audran, yiyip içeceğimiz şeyleri tepsi içinde getiriyordu bize. Saat beşe doğru on dakika başımızı dinlemek için ara vermeyi alışkanlık haline getirmiştik.
Video ile çalışma alışkanlığı kazanmam,1972'de Paris'te çektiğim bir filmin çekim sonrasına rastlar.İlerleyen yaşım nedeniyle yinelenen çekimleri kamerayla izleme konusundaki eski alışkanlığımı kaybetmiştim. Bunun için, kameramanın aldığı görüntülerin aynısını benim de izleyebilmemi sağlayan bir ekranın karşısına oturuyor böylece de hem kareyi hem de oyuncuların konumunu koltuğumdan düzenleyebiliyordum. Bu yöntem beni zaman kaybından ve bir sürü yorgunluktan kurtarmıştı. Bir tabloyu veya bir kitabı yeni bir bakış açısıyla görmeyi sağlayan ve beklenmedik biçimde bir veya bir - iki sözcük bulmaktan ibaret gerçeküstücü bir alışkanlık vardı. Birkaç kez bunu sinemaya uygulamaya çalıştım. Örneğin; "Un Chien Andalou", "L'age D'or" ve "El Angel Exterminador" gibi. Senaryo üstünde çalışırken, burjuvazi üzerine hiç düşünmemiştik. Son akşam Toledo hanında -de Gaulle'ün öldüğü gündü- bir ad bulmaya karar verdik. Düşündüklerimden biri (Carmagnol'den yola çıkarak) "A bas Lenin" veya "Vierge a l'ecurie" idi. Bir diğeri ise kısaca, "Le Charme De La Bourgeoisie". Carriere, bu adda bir sıfatın eksik olduğunu farketti ve binlercesi arasından "discret" seçildi. Bu isimle birlikte, "Le Charme Discret De La Bourgeoisie" filmi bir başka biçim, hatta neredeyse bir başka içerik kazanmış gibi geliyordu bana. Artık farklı bir gözle bakıyorduk filme. Bir yıl sonra, film Hollywood'da Oscar'a aday gösterildiğinde, biz çoktan yeni bir tasarı üzerine çalışmaya başlamıştık. Tanıdığım dört Meksikalı gazeteci, El Paula'da izimizi bulup, bizimle yemek yemeye geldiler ve bana sürekli soru sorup not aldılar. Gayet tabii, şu soruyu da sormayı ihmal etmediler:
"Don Luis Oscar alacağınıza inanıyor musunuz?"
"Evet, buna inanıyorum" dedim gayet ciddi. "Benden istenen 25000 Doları ödedim bile. Amerikalıların bazı eksiklikleri olabilir ama sözünün eri insanlardır."
Meksikalılar bundaki muzipliği farketmediler. Dört gün sonra Meksika gazeteleri, Oscar'ı 25000 Dolara satın aldığımı yazdılar. Los Angeles'te skandal ve teleks üstüne teleks... Silberman Paris'ten geldi. Canı iyice sıkkındı. Bana neler olup bittiğini sordu. Olayın aslında artniyetsiz bir şakadan başka bir şey olmadığını açıkladım. Daha sonra olaylar yatıştı. Üç hafta geçti ve film Oscar kazandı. Bu da şu sözleri yineleme olanağını verdi bana: "Amerikalıların bazı eksiklikleri olabilir ama sözünün eri insanlardır."

26 Temmuz 2007 Perşembe

Sil Baştan

"Eternal Sunshine of the Spotless Mind" / Kusursuz Aklın Sonsuz Günışığı olarak çevirisi ama ülkemizde Sil Baştan ismi ile vizyona girmiş olan filmde (senaryo Charlie Kaufman, yönetmen Michel Gondry) anıları silebilen Lacuna şirketinin web sitesini inceledim bugün : http://www.lacunainc.com/
Gerçek gibi.
"Unutmayın, Lacuna ile unutabilirsiniz !"

25 Temmuz 2007 Çarşamba

Hayatımız Film !

Henüz çok gençken annemden en çok "hayatımız film" sözünü duyardım. Kızımla birlikte annemi ziyarete gittiğimiz haftasonlarında artık birlikte işitiyoruz bu sözü... "Hayatımız film !" Birikimlerden oluşuyor hayatlarımız, küçük küçük öykülerden, heyecanlardan, üzüntülerden, sevinçlerden. Kişisel filmlerimizi oynuyoruz aslında. Bu günceyi oluşturmaya karar verdiğimde belirli bir hedefim yoktu. Sevgili(m) kocam bazen takılıyor; hiç bir amacı olmayan, hiç bir şey yansıtmayan sarsak bir günce diye... Belki de ``AY'dan İzlenimler´´ ile yansıttığım kişisel filmim ! Bu da yeterli, bence.

Back in the good old world

Corky
Los Angeles, New York,
Paris, Roma, Helsinki...
5 kent, 5 taksi, 5 ayrı küçük öykü ama aynı gece...Los Angeles'te gün batımında başlayan Helsinki'de gün doğumunda biten her biri ayrı tat bırakan öyküler..."Hayatın güzelliği büyük olaylarda değil, küçük detaylarda gizlidir" diyor Jim Jarmusch.
Night on Earth filmi Tom Waits'in "When I was a boy, the moon was a pearl the sun a yellow gold. But when I was a man, the wind blew cold the hills were upside down." sözlerinin büyülediği "back in the good old world" şarkısıyla başlıyor. Keyif veriyor !
Helmut Grokenberger

Gözden Irak Olan...

Kim suçlu ?


Los Olvidados (Unutulmuşlar) / Luis Buñuel
Varoş çocuklarının suça eğilimlerinin sert dille aktarımı...Pedro'nun gördüğü düş olağanüstü !

24 Temmuz 2007 Salı

Belle de Jour

Belle de Jour

Belle de Jour (Gündüz Güzeli) / Luis Buñuel
Yaşadıkları bir düş müdür, yoksa düşleri gerçek midir ?

Fırıldak

:-)
Uzun uzun bakınız.
Şekiller baktığınızda ne hızda dönüyorsa suça o kadar eğilimlisiniz !
Hiç dönmüyorsa siz bir meleksiniz.
Fırıl fırıl dönüyorsa bir canisiniz.

23 Temmuz 2007 Pazartesi

Yorum yok !

22 Temmuz 2007 Pazar

*

Seçimimizde kararlıydık ! Oyumuzu kullandık.

Umarım Türkiye'mizin yarınları,
bugünlerinden anlamlı olur !
.

20 Temmuz 2007 Cuma

20 Temmuz

son akşam yemeği
Luis Bunuel'in din/Katolisizm karşıtlığı üzerine kurulu filmi Viridiana'da dilenciler, sakatlar, evsizlerin kendilerine eve alan ev sahibi evde olmadığında neler neler yapabildiklerinin ardından masa başında oturdukları "son akşam yemeği". Oldukça etkileyici bir Bunuel filmi Viridiana...Herşey yoz...


*
20 Temmuz 1969'da sevgili(m) kocamın 1. yaşgünü kutlamaları için (sevgili(m) kocam öyle olduğunu iddia ediyor !) insanoğlu Ay'a ulaştı. "Benim için küçük, insanlık içinse büyük bir adım" diyerek, Neil Armstrong sevgili(m) kocam adına (!) bu büyük adımı Ay'da attı ve ayak izini bıraktı. Sevgili(m) kocam her zaman anımsatır; üstelik 20 Temmuz Kıbrıs Barış Harekatı'nın da yıldönümüdür...

19 Temmuz 2007 Perşembe

Hayat Seçimlerden İbaret

Düş...Gerçek...
"Korkunç bir rüya gördüm ! Çok ürkütücüydü ! Çan... "
Luis Bunuel'in Tristana filminde Tristana'nın gördüğü düş peşimi bırakmıyor. İki nohut tanesinden daha güzelini seçebilen Tristana özgür olmayı seçiyor kendince ama özgür kalamıyor...Hayat seçimlerden oluşuyor...

Bu Pazar 22 Temmuz ! Seçiminizde kararlı olun !

17 Temmuz 2007 Salı

Paint It Black

Tüm renklerin siyaha dönüşmesini istiyorum !

...

I see a red door and I want it painted black
No colors anymore I want them to turn black
...

Hmm, hmm, hmm,...

I wanna see it painted, painted black
Black as night, black as coal
I wanna see the sun blotted out from the sky
I wanna see it painted, painted, painted, painted black
Yeah!

The Rolling Stones - Paint It Black
(Mick Jagger/Keith Richards)

16 Temmuz 2007 Pazartesi

Günebakan Düşlerimiz

Günebakan düşlerimiz

Kocaman çekici sarı yapraklar, ortasında siyah çekirdekler,
yeşil dallar üzerinde her zaman güneşe dönük bir duruş !