30 Aralık 2011 Cuma

2012'ye girerken...


2012 Giller Masa Takvimi
Giller.com.tr´den alınmıştır.

23 Aralık 2011 Cuma

İskenderiyeli Hipatya’nın İzinde…

Alejandro Amenábar’ın 2009 yapımı Agora filmi izleyiciyi Roma İmparatorluğu’nun kalelerinden olan İskenderiye’ye götürüyor. Zaman 4. yüzyılın sonları...

Tarihte bilinen bugüne eseri kalmış ilk matematikçi kadın olarak anılan erdemli, akıllı, güzeller güzeli Hipatya (Hypatia)’yı, Amenábar’ın filmi vesilesiyle öğrenmek aslında kabul ediyorum oldukça utanç verici. Herşeyden önce bir kadın olarak erkek egemen bir dönemde kendisini bilime ve felsefeye adamış Hipatya hakkında okumakta bu kadar gecikmemeliydim. (Ah tabii bu arada, çok da farklı değil içinde bulunduğumuz dönemler , erkekler hep egemen maalesef ! Ama böyle gitmez diyerek inancımı ve çizgimi de belirteyim hemen.) Filmi izlediğimden beri yani son bir kaç gündür Hipatya hakkında okuyorum. İki eğitici makale için ilgilenenler şu linklere tıklayabilirler: Hypatia - (Ali Nesin) ve Hypatia and Her Mathematics - (Michael A. B. Deakin)HipatyaAntik çağda bilimin ve sanatın merkezi olan İskenderiye’de bilim adamı ve filozof Theon’un kızı olan Hipatya, tarihin bilinen en kapsamlı kütüphanesi olan İskenderiye Kütüphanesi’nde (Museion) öğrencilerine felsefe, astronomi ve matematik dersleri vermiş. Yaşadığı yıllarda kadının adı bile geçmezken, Hipatya, yalnız erkeklerden oluşan ve kendisini pür dikkat saygıyla dinleyen öğrencilerinin hayranlığını kazanmış.

Bilinçli, akıllı, özgür bir kadın olan Hipatya tüm eğitimini babası Theon’a borçludur. Kadının köle olarak görüldüğü bir toplumda, babası kızını insan gibi yaşaması için küçük yaşlarından itibaren yönlendirmiş, O’nun Grek felsefesi ve matematik eğitimi almasını sağlamış. Theon, Batlamyus (Ptolemy)'un “Syntaxis”’inin yorumunu ve Öklid (Euclid)’in “Elements”’inin gözden geçirilmiş metnini yazarken kendisine büyük ölçüde yardımı kızı Hipatya yapmış. Hipatya ayrıca matematik üzerine birçok kitap da yazmış ancak bu kitaplardan bugüne sadece parçaları kalabilmiş. Yazılanlar İskenderiye yangını ile Serapis tapınağının azgın halk tarafından yakılıp yıkılmasında zarar görmüş.

Uzun uzadıya Hipatya’nın yaşamından bahsetmeyeceğim ama trajik sonu açıkçası beni biraz daha fazla yazmaya zorluyor filmle ilgili kısa izlenimlerime geçmeden. Kaynaklar, Hipatya’nın her türlü dogmatik düşünceye karşı olduğunu belirtiyor. Çünkü filmde de geçtiği üzere “Tanrı’ya inanmıyorsunuz !” diye itham edildiğinde, suçlandığında, Hipatya “Ben felsefeye inanırım.” diyor. Hipatya’nın trajik sonunu hazırlayan dogmalara karşıtlığı önce dinsizlikle ve cadılıkla suçlanmasına sonra da İskenderiye’de Çok Tanrıcılık'a karşı başlatılan seferberlikle beraber acımasızca katledilmesine giden yolun önünü açıyor. Rahip Cyril (Kiril)'in İskenderiye'ye başpiskopos olmasının ardından Hipatya için kötü günler de başlıyor. Yetkilerini genişletme çabasındaki Cyril acımasız ve körü körüne iktidar bağımlısı biri. Cyril’in çatışma içinde olduğu kişileriden biri de Hipatya’nın eski öğencisi, kentin yeni valisi olan Orestes. Hipatya’nın bir büyücü, dinsiz olduğu söylentileri giderek kentte yayılıyor ve halk adeta Hipatya’nın katliamı için kışkırtılıyor. Olanlar olacak, Vali Orestes ile yine Hipatya’nın öğrencilerinden, Kireneli Piskopos-Filozof Syneisus’un, Hipatya’yı koruma çabaları fayda etmeyecektir. 415 yılında Cyril'in keşişleri, Hipatya’nın ders verdiği Museion'un önünde toplanırlar. Pusuya yatan Parabolaniler (yani İsa'nın askerleri olduklarını düşünen Hristiyanlar), Hipatya’nın arabasını durdurup etrafını sararlar. Giysilerini zorla çıkartarak onu bir kiliseye sokarlar. Koridorlarda sürükleyip sunağın önüne getirirler. Bir şeyler söylemek isterken Hipatya’nın üzerine çullanırlar. O’nu öldürdükten sonra bedenini sokaklarda sürükleyip, midye kabuklarıyla etini kemiklerinden sıyırırlar ve en sonunda Hipatya’yı yakarlar. Kolay çözüm de bu değil midir; katlanamadığını yok edersin ve kurtulursun !
Theon ve HipatyaHipatya ders anlatırkenAlejandro Amenábar’ın Agora filmine dönersek, bir dönem filmi olarak oldukça iyi bir uyarlama olduğunu düşünüyorum filmin. Doğrudan Hipatya üzerinde yoğunlaşmamış film ama geçtiği dönemi, Hipatya’nın yaşadığı zamanda Hristiyanlığın yükselişini, İskenderiye Kütüphanesi’nin ayaklanmayla basılıp bir ahıra dönüştürülmesini gayet dozunda aktarmış. Hipatya ile önce O'nun kölesi olan ama sonra acımasız bir Parabolani halini alan Davus'un iletişimi de çok hoş kurgulanmış bence Hipatya'nın hayatına. Ancak, sanırım belki dini, politik kaygılarla Hipatya’nın katliamını oldukça yumuşatarak vermiş Agora filmi.

Filmi izledikten sonra hangisinin beni daha çok üzdüğünün açmazında kaldım uzun bir süre; Pagan inanışın simgesi olarak düşünüldüğü için İskenderiye Kütüphanesi’nin bağnaz Hristiyanlar tarafından yakılışı mı, insanlığın bilimden uzaklaştıkça Ortaçağ karanlığına sürüklenişi mi, erkek egemen bir toplumda üstüne bir de körü körüne bağlandıkları dogmaları silah olarak kullanan erkeklerin karşısında kendini bilime adamış, dogmalara meydan okuyan bir kadının yok edilişi mi?

Bağnaz düşüncenin, bağnazların kendilerine yer bulamayacağı bir Dünya düşlemek çok mu iyimserlik acaba?

HipatyaSon olarak, 2010 GOYA Ödülleri’nin çoğunu toplamış olan Agora filminde, İskenderiyeli Hipatya’nın dik duruşunu, sevdiğim oyunculardan Rachel Weisz’ın çok güzel canlandırdığını da söylemeden geçemeyeceğim. Elbette tarih ve sinemaseverlerin ama öncelikle hemcinslerimin mutlaka izlemesi gereken bir film Agora filmi !

19 Aralık 2011 Pazartesi

NEPAL GECESİ

Nepal Gecesi

"Durmaya vaktimiz yok. Hepinizi çağırıyorum
Ancak bugün varız bunu bilesiniz
Yüreklerimiz yarılmadan, burkulmamışken daha
Hepinize gelin diyorum. Hepinizi çağırıyorum."
Taaaaaa Nepal'e gidip, Himalayalar'ı görüp gelen, ışıltılarla bezeli, sevgili "Kaz Dağları Perisi", Rabindranath Tagore’nin yukarıdaki dizeleriyle davet etti bizleri evindeki “Nepal Gecesi”’ne. En güzel “Eski yıl uğurlama / Yeni yıl karşılama” buluşmalarından biri olarak kişisel müzelerimize kaydedilen 17 Aralık 2011 Cumartesi akşamında, üç kuşaktan (çok genç, genç ve büyümekte olan gençler!) davetli tüm konuklar biliyoruz artık; Nepal nerededir, ‘Namaste !’ (içimdeki Tanrı içindeki Tanrı’yı selamlar) ne demektir, ‘Om’ (evrenin doğuşundaki ilk ses) ne kadar derin anlamlar içermektedir, Nepal’de ne yenir, ne içilir, yemekler nasıl hazırlanır, dal (mercimek) ve bat (pirinç) ne demektir, samosa (sebzeli börek) nasıl bir lezzettir, Nepal’in Yak (Tibet öküzü) peyniri nasıl bir tattır, Masala çayıyla nasıl kafa bulunur, aşramlarda Nepalli gurulardan neler öğrenilir, güne erken başlanır, gün erken bitirilir ama hayat hep sakindir, guruların deyimiyle “Kirlilik zihindedir, burası yani aşram çok temiz ! / Dirt is in your mind, the place is very clean !” sözüyle akan sular nasıl durur, temiz olmadığını düşündüğünüz yerlerde bile yaşanabilir, hijyenik olmayan yemek bile yenebilir ve süt içilebilir, asla hasta olunmaz, enfeksiyon kapılmaz, hayat her daim bir karmaşa da olsa zamanın daha yavaş aktığı yerler sonsuz mutluluk köşeleridir. Gidip görmek ya da dinlemek gerekir !

Işık (Güneş) Doğu’dan yükselir !

13 Aralık 2011 Salı

2011 YILININ SON DOLUNAYI

10 Aralık Cumartesi akşamında Kadıköy dönüşü, Beşiktaş Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi'nde fotoğraf karesine dondurulan 2011 yılının ışıltılı Boğaz Köprüsü üzerindeki son Dolunayı...10 Aralık 2011 Dolunayı

2 Aralık 2011 Cuma

La battaglia di Algeri

İtalyan yönetmen Gillo Pontecorvo (1919 – 2006), Internet Movie Database kayıtlarında yılı 1966 olarak görünen La battaglia di Algeri / The Battle of Algiers / Cezayir “Bağımsızlık” Savaşı filminde, yirminci yüzyılın en önemli bağımsızlık savaşlarından olan Cezayir’in Fransız sömürgeciliğine başkaldırısını dökümanter bir dille, gerçeğe en yakın şekilde anlatır.

1954 – 1957 yılları arasında Front de libération nationale (FLN) / National Liberation Front / Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin dört yöneticisinin yakalanma süreçlerine odaklanan filmde bir yandan da Cezayir halkının nasıl bilinçlendiği, direnişe katılımı adım adım aktarılmaktadır.Front de libération nationale (FLN)Politik bir film olmasının ötesinde toplumsal bir gerçekliğe, bir olguya dönüşen La battaglia di Algeri / The Battle of Algiers / Cezayir “Bağımsızlık” Savaşı ‘nın 1971 yılına dek Fransa’da gösterimi yasaklanmış, Amerika ve İngiltere gösterimleri ile 1971’den sonra Fransa’daki gösterimlerinde Fransızların Cezayirlilere uyguladığı işkence sahneleri sansürlenmiş.

İtalya Komünist Partisi üyesi olan ama 1956’da Sovyetlerin Macaristan’ı işgalinin peşi sıra partisinden istifa ederek kendisini bağımsız bir solcu olarak nitelendiren Gillo Pontecorvo, her zaman üçüncü dünya ülkelerinin ulusal kurtuluş hareketlerini, direnişlerini desteklemiş, “İnsanların hayatlarının en zor süreçlerinde verdikleri tepkileri mercek altına almak istedim.” diyerek sinemasının yönünü belirtmiş. Gillo Pontecorvo’nun filmlerini incelediğimizde ideallerini gerçekleştirdiğini ama ne yazık ki istediği verimlilikte film çekemediğini gözlemliyoruz yönetmenin. Bunun sebebi olarak rahatlıkla La battaglia di Algeri / The Battle of Algiers / Cezayir “Bağımsızlık” Savaşı filminin Fransızları hayli kızdırmasını ve buna bağlı olarak da filmlerine para desteği sağlayacak yapımcı bulamamasının söylenebileceğini düşünüyorum.La battaglia di AlgeriFransız sömürgesi olan Cezayir’in bir ulus olabilme yolundaki uzun ve kanlı savaşının başlangıç temelleri, yönetmen ne kadar taraflı da olsa oldukça “tarafsız” aktarılmış kanımca. Yer yer Cezayir direnişinin, başka çıkar yol olmadığı için sivillleri hedef alan eylemleri, izleyiciye “daha ne bekliyorsunuz, sahip çıkmaya çalıştıkları, sizin işgal ettiğiniz, sömürdüğünüz kendi vatanları” meşrulaştırmasını ama aynı zamanda çelişkisini de birlikte getiriyor.

Sinir bozucu, sindirmesi güç, belleğinizde uzun süre yer edinecek filmlerden biri La battaglia di Algeri / The Battle of Algiers / Cezayir “Bağımsızlık” Savaşı . Sinema arşivi olanların olmazsa olmazlarından mutlaka !

1 Aralık 2011 Perşembe

“Vapur” Öyküsündeki Vapur !

VapurLeylâ Erbil ‘in düşle gerçeklik arasında Boğaz’ın üzerinde başkaldıran “Vapur”’u içimi aydınlatıyor, aydınlatmaya devam edecek her an...
* Leylâ Erbil / Gecede / İlk basım 1968