29 Şubat 2008 Cuma

Cüce Şubat ayının dört yılda bir 29 günlük olan ve 2008'e denk gelen serüveni bitecek bu geceyarısı..Bir daha 2012 yılında 29 gün Şubat ayı yaşayacağız...

28 Şubat 2008 Perşembe

Sanal Boğuntular

Dün akşam izlediğimiz ağırlıklı olarak Viyana'da geçen, 1980 yapımı bir Nicolas Roeg filmi olan Bad Timing / Kötü Zamanlama bana seneler önce yapmış olduğum Viyana yolculuğumu anımsattı. 1995 yılının Nisan ayıydı ve ben görünümde tek ama aslında hamile olduğum için 2 kişiydim. Doğumunu sabırsızlıkla beklediğim kızım da benim gözlerimden görmüş oldu Viyana'yı. Sabahın köründe Viyana'ya gitmek için Prag'tan trene binmiştim. 2 Türk arkadaşım beni istasyonda karşılayacaktı. Kompartımanda İrlandalı bir kız vardı benden başka. Yaklaşık 5 saatlik keyifli bir tren yolculuğu yaptığımı anımsıyorum, bir de koyu bir sohbete daldığımızı. Sonra bir daha görüşmedik İrlandalı yol arkadaşımla...Prag - Viyana tren yolcuğumu anlatan kısa öyküm de vardı sevgili(m) kocamla birlikte oluşturduğumuz ama yayımlamayı kestiğimiz "Sanal Boğuntular" isimli e-zine'mizde. Trenler, tren yolculukları güzeldir...Bir film alıp eski zamanlara götürmüş oldu beni. Bu da güzel bir an!

25 Şubat 2008 Pazartesi

Les Quatre Cent Coups

Les Quatre Cent Coups
Les Quatre Cent Coups Fransızca "okul kırmak" anlamında bir deyim. François Truffaut'nın 1959 yapımı Les Quatre Cent Coups / The 400 Blows / 400 Darbe "Yeni Dalga" akımının manifestosu aslında...
Truffaut 1954 yılında Les Cahiers du Cinéma isimli sinema dergisinde film eleştirileri yazmaya başlar. 2 kısa filmin ardından 1957'de Les Mintons filmini çeker ama asıl başarısı 1959 yapımı 400 Darbe ile gelir. 400 Darbe Les Cahiers du Cinéma'nın kurucularından ve aynı zamanda Truffaut'nun da akıl hocası, yakın arkadaşı André Bazin'e ithaf edilmiştir. Bazin, 400 Darbe'nin film çekimlerine başlanmasından 1 gün sonra vefat etmiştir.
Truffaut'un senaryosunu yazdığı bu filmde kamera bizi Paris sokaklarında dolaştırarak, çocukların derste olduğu bir sınıfa götürür ve Antoine Doinel ile tanıştırır. Filmin kahramanı Antoine Doinel Truffaut'un sinemadaki yansımasıdır. İlgisiz bir anne ve de üvey babasıyla birlikte yaşayan Antoine zor bir ergenlik dönemi geçirmektedir. Sürekli okulu asmakta ve arkadaşıyla birlikte hayaller kurmaktadır. Sonunda ailesi tarafından ıslahevine gönderilir ancak filmin sonunda Antoine ıslahevinden kaçar ve özgürlüğüne kavuşur. Özgürlüğü belirsizdir, film sona erer ama Antoine'nin maceralarını 20 yıllık bir yayılma ile izletmeye devam ettirir Truffaut; 1959 yapımı 400 Darbe'nin ardından Antoine et Colette (1962), Baisers volés (1968), Domicile conjugal (1970) ve L’Amour en fuite (1979) gelir.

21 Şubat 2008 Perşembe

Lunar Eclipse

ay tutulması
Bu sabaha karşı ilk tam ay tutulması gerçekleşti. Bir dahaki tam ay tutulması 2010 yılının 21 Aralık tarihinde gerçekleşecekmiş. (Kaynak: http://astronomy.ege.edu.tr/duyurular/aytutulmasi/aytutulmasi2007.html)

18 Şubat 2008 Pazartesi

nar


Kar
Var
Yar
Nar

12 Şubat 2008 Salı

Sylvia

11 Şubat 1963 Sylvia Plath'ın ölümü seçtiği gün. Tuhaf bir raslantı olsa gerek, geçen hafta aldığım, haftasonu izlemeye fırsat bulamadığım Sylvia filmini dün akşam tam da Sylvia Plath'ın ölüm yıldönümünde izlemiş olmam. Filmi sevmedim ve başarısız buldum. Sylvia Plath'ı hiç yansıtamamış film ve benim için her zaman ilk okuduğum eseri Sırça Fanus'un huzursuz kadını olan Sylvia Plath'ın derinliklerini, bunalımlarını, çıkmazlarını verememiş bence.


Zordur Sylvia Plath, zordur Sylvia Plath'ın şiirlerini çevirmek... Bu yüzden 2 farklı çeviriye yer vermek istiyorum filmin Amerikan versiyonunun girişinde yer alan dizeler için...

" ...

Ölmek,
Her şey gibi, bir sanattır,
Bu konuda yoktur üstüme.

Öyle ustaca yaparım ki cehennem gibi gelir.
Öyle ustaca yaparım ki gerçekmiş gibi gelir.
Bir talebim olduğunu bile söyleyebilirsiniz.

...
"

Sylvia Plath / Lady Lazarus
Çeviri: Yusuf Eradam



****************************

...
Ölmek
Bir sanattır, her şey gibi.
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.

Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
Öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor.
Bu konuda iddialıyım sanırım.

...

Sylvia Plath / Lady Lazarus
Çeviri: Cevat Çapan

8 Şubat 2008 Cuma

Ran

Akira Kurosawa'nın ilk edindiğimiz filmi Ran/Kaos isimli filmidir. 1985 yapımı Ran; iktidarı elinde bulunduranların/iktidarı ele geçirmek isteyenlerin güç ve egemenlik savaşlarını anlatan bir Kurosawa klasiğidir. Ran'da iktidarın; hangi güç odaklarının elinde olursa olsun yozlaştırıcı, “baştan çıkarıcı” bir niteliğe haiz olduğunu sergiler Kurosawa. Ran'la başlayan, Shichinin no Samurai/Yedi Samuray ile devam eden Kurosawa arşivimiz çoğalıyor. Zaman zaman günceme konuk edeceğim Kurosawa filmlerini ama önce biraz Kurosawa'nın kendisinden ve Japonlardan söz etmek istiyorum.

1910 doğumlu Kurosawa 2 Dünya Savaşını yaşamış bir yönetmen. Benim en sevdiğim filmi olan Yume/Düşler'i çektiğinde 80 yaşındadır. Son filmi Madadayo/Şimdi Değil'i tamamladığında ise 83. Yaşamının kalan 5 yılında film çekmez Kurosawa. 1910'da başlayan yaşamı 1998'de son bulur.

Önceden hep önyargılı yaklaştığım gelmiş geçmiş en iyi Japon film yönetmenleri arasında belki de ilk sırada olan Kurosawa'yı filmlerini izledikçe daha çok sevdim. Filmlerinin herşeyiyle (senaryadon kurguya) bizzat ilgilenmesi mi, sesleri bu kadar iyi kullanması mı bilemiyorum ama Kurosawa filmleri giderek bir tutkuya dönüşüyorlar. Tekrar tekrar izlenip, tekrar tekrar düşünülmesi gereken, çoğunlukla hüzünlü filmler.

6 Ağustos 1945'te Hiroşima'ya ve 9 Ağustos 1945'te Nagazaki'ye "biri yetmez ikincisini de atalım" Amerikan mantığı ile 2 kez atom bombası ile susturulmuş bir ülkenin çocukları olmak ne demek ? Bu kadar bastırılmak, bu kadar dümdüz edilmek, inanılmaz bir toplumsal değişim yaşamak ve bombayı bu kadar yok saymak ne demek ? Evet, bence gerçekten atom bombalarını yok saymışlar Japonlar. Sessizce yenikliklerini, acılarını yaşamışlar.

6 Şubat 2008 Çarşamba

Funny Valentine

Sistemin yönlendirdiği tüketim güdüsünden aşk da nasibini fazlasıyla aldı ama yine de sevdiğim Shakespeare sonesini yazmadan edemeyeceğim en azından 14 Şubat değil bugün diye düşünerek. 116. sonedeki şu dize beni etkilemiştir her zaman..."Love is not love which alters when it alteration finds. / Karşılaştığı ilk fırsatta değişiyorsa aşk, aşk değildir nazarımda. (Benim yorumum/çevirimdir.)"

Sonnet 116

Let me not to the marriage of true minds
Admit impediments. Love is not love
Which alters when it alteration finds,
Or bends with the remover to remove:
O no! it is an ever-fixed mark
That looks on tempests and is never shaken;
It is the star to every wandering bark,
Whose worth's unknown, although his height be taken.
Love's not Time's fool, though rosy lips and cheeks
Within his bending sickle's compass come:
Love alters not with his brief hours and weeks,
But bears it out even to the edge of doom.
If this be error and upon me proved,
I never writ, nor no man ever loved.

William Shakespeare


"Zamanın oyuncağı değildir aşk!"

4 Şubat 2008 Pazartesi

Yume/Düşler

YumeYume / Dreams / Düşler filmi en sevdiğim Akira Kurosawa filmidir. 8 rüyadan oluşuyor film. Kızımla benim favori rüyalarımız Kargalar ve Su Değirmeni Köyü, eşimin favori rüyası ise Şeftali Bahçesi. Kargalar isimli rüya Van Gogh tablolarında kaybolmamızı sağlıyor. Son rüya "Su Değirmeni Köyü" ise nasıl bir dünyada yaşamamız gerektiği ile ilgili hayli hoş bir ütopya. Müzikler film kadar güzel, film ise tadı usta kalan hoş bir rüya gibi, sizi alıp çok uzaklara götürüyor...