30 Mayıs 2008 Cuma

``AY'dan İzlenimler´´ 1 yaşında !

29 Mayıs 2008 Perşembe

Kieślowski'nin Dekalogları

Krzysztof Kieślowski'nin Dekalog/The Decalogue serisi isminden anlaşılacağı üzere 10 filmlik bir seri. Tanrı'nın Hazreti Musa'ya dolayısıyla Yahudiler'e Sina Dağı'nda gönderdiğine inanılan On Emir taş tabletlere yazılıdır ve Hristiyanlık'ın da yaşam kuralları haline dönüşmüştür. İlk üç emir, Tanrı ile insan arasındaki ilişkiyle ilintilidir. Diğer yedi emir ise ahlâkî sorunlara yöneliktir ve bireyin ahlâkî sınırlarını belirlemektedir.

Krzysztof Kieślowski 1980'lerin ortasından itibaren Dekalog serisini çekmeyi düşünmüş ve bu sıralarda hukukçu Krzysztof Piesiewicz ile tanışmış. Tanışmalarının ardından Kiéslowski ve Piesiewicz birlikte senaryo yazmaya başlamışlar. Dekaloglar da ikisinin ortaklığının ürünüdür.

DekalogDekalog serisinde her film birbirinden farklı öyküleri anlatıyor. Filmler yaklaşık birer saatlik ve her filmin karakterleri farklı. Ama her filmde varolan ve aynı oyuncu tarafından oynanan bir karakter var karşımıza çıkan. Belki de bir çeşit gözlemci bu karakter.
On filmde de öyküler aynı mekânda geçiyor; doğu bloku ülkesi Polonya'da toplu konutlarda. Filmlerde verilmek istenenler bu büyük apartman bloklarındaki küçük evlerden aktarılmaktadır. Her öykü, On Emir'le ilgilidir ve sanki On Emir'in çağdaş zamanlardaki sorgulaması gibidir.

Dekalog Bir benim on film içerisinde en sevdiğim filmdir. Nedense izlediğimde Kieślowski vurucu bir başlangıç yapmış diye düşünmüştüm On Emir'e.

Dekalog Bir, "Ben senin Tanrı'nım, benden başka Tanrı yoktur." diyen birinci emirle ilgilidir. Peki Tanrı kimdir ? Tanrı, Dekalog Bir'deki ana karakterlerden biri olan üniversite profesörü babanın sürekli hesaplamalar gerçekleştirdiği bilgisayar mıdır ? Yoksa Tanrı, bilimsel hesaplamaların, açıklamaların yetersiz kaldığı anlarda inanılması gereken bir varlık mıdır ?

28 Mayıs 2008 Çarşamba

Sydney Pollack benim için They Shoot Horses, Don't They ? / Atları da Vururlar filmidir. Sunucunun şu sözleri ile kapanır film "evet şimdi yorulana dek alkışlayın onları..."

Sydney Pollack 27 Mayıs'ta kansere yenik düştü.

25 Mayıs 2008 Pazar

3 Maymun

Nuri Bilge Ceylan, 61. Cannes Film Festivali'nde "En İyi Yönetmen" ödülünü 3 Maymun / 3 Monkeys filmi ile aldı. Ödülü aldıktan sonra yaptığı teşekkür konuşmasında “bu ödülü tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme ithaf etmek istiyorum.” dedi.


Akşam Krzysztof Kieślowski'nin Dekalog 7'sini izlerken bir yandan da Cannes Film Festivali kapanış törenini merakla izliyorduk. Doğrusu Nuri Bilge Ceylan'ın ödülle döneceğini bekliyordum umutla. Uzak ve İklimler / Climates filmlerini izlemiştim. Özellikle İklimler'i çok sevmiştim. Nuri Bilge Ceylan ile ilgili ilk söyleyebileceğim yorum çok duru bir yönetmen olduğu. Hüzünlü ama duru..Filmleri bir tutkuya dönüşüyor kanımca.

20 Mayıs 2008 Salı

Atlantic City

Limon suyu yararlıdır.Burt Lancaster ve Susan Sarandon Louis Malle'ın 1980 yapımı Atlantic City isimli filminde hoş bir ikili olmuşlar. Uzun zamandır Atlantic City'de yaşayan ve yaşamını bahis oynatarak kazanan Lou'nun en büyük zevki yan komşusu Sally'i mutfak penceresi önünde limon suyu ile vücudunu yıkarken izlemektir. Sally deniz mahsulleri servisi yapan bir restoranda çalışıyor ve limon suyunu da istridye, midye, balık kokusundan kurtulmak için kullanıyor ama limon suyu pek faydalıdır vücuda sürünce. Anımsıyorum, ben çocukken annem de kestiği limonun suyunu özellikle dirseklerime ve ellerime sürerdi hep.

Limon deyince bir de aklıma 1987 seçimlerindeki Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP)'nin 'Beş yıl daha bir limon gibi sıkılmaya gücünüz var mı?' sloganı aklıma geldi. Belki bu kampanya SHP'yi iktidara taşımadı ama Sezar'ın hakkı Sezar'a bence slogan çok yaratıcıydı.

19 Mayıs 2008 Pazartesi

The Rocky Horror Picture Show

The Rocky Horror Picture ShowJim Sharman'ın kült filmi The Rocky Horror Picture Show 14 Ağustos 1975'de sinemalarda gösterime girmiş. Muhafazakar çevreler filmi topa tutmuşlar. Çok güzel bir rock müzikal olan The Rocky Horror Picture Show sıradışı bir gösteri filmi ! Filmde anlatılanları onaylamıyor olabilirsiniz, işte bu sebeple de sıradışı bir film olduğunu aklınızdan çıkarmadan izlemeniz gerekiyor.

Filmde Transilvanya Galaksisindeki Transseksüel Gezegeninden gelen travesti Dr. Frank-N-Furter'ı Tim Curry mükemel bir performansla canlandırıyor. Benim takıntılı olduğum aktrislerden biri olan Susan Sarandon ise filmde naif Janet Weiss'ı canlandırıyor. Film evlenmeye karar veren Janet ve Brad’ın yağmurlu bir gecede yollarını kaybedip yardım istemek için kasvetli bir şatoya girişi ile başlıyor. Şatoya girer girmez, travesti Dr. Frank-N-Furter’ın Transilvanya Galaksisi’ndeki Transseksüel Gezegeni’nden gelen konukları huzurunda, yeni yaratığı Rocky’e can vermesine şahit oluyor örnek çift. O yağmurlu uzun gecede, heteroseksüel/beyaz/Amerikan müstakbel örnek çiftin dış dünyanın kurallarından ve yasaklarından uzakta nasıl değiştiğini izliyoruz.

"Anlıyor musun? Hayal etme! Kendin ol!
Hayal etmeyi bırak, sadece yaşa içinden geçenleri!
"

15 Mayıs 2008 Perşembe

Y tu mamá también

Umursamazlık yapışmış üzerimize. Yanıbaşımızda gerçekleşen olaylar/sorunlar ya da bizden kilometrelerce uzaklarda televizyonlardan, radyodan, internetten izlediğimiz olaylar/sorunlar bizi ilgilendirmiyor. Başkalarının sorunlarına duyarsızız, duyarsızlaştırılıyoruz. Giderek bencilleşiyoruz, bencilleştiriliyoruz. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" deyimini fazlasıyla özümser olmuşuz.

Bu bağlamda izlemek gerek Alfonso Cuarón'ın "Y tu mamá también / And your mother, too / Ananı da..." filmini. Ön planda iki yeniyetme gencin kendilerinden büyük bir kadınla cinsellikle bezeli yol hikayesi var filmde. Başlangıçta varacakları yer hayali bir hedef aslında; "Cennet'in Ağzı" isimli muhteşem bir kumsal. Arka ya da gizli planda ise yol hikayesinin kahramalarının yanlarından geçip gittikleri Meksika'nın toplumsal sorunları var. Yorumsuz veriliyor hepsi, anlatan sadece aktarıyor bize, yorumlar izleyene kalıyor.

Soruyor sevgili(m) kocam filmi izlerken: "Meksika'nın sorunlarına ne kadar duyarlısın ?"

Sahi, ne kadar duyarlıyım ?

Ne kadar duyarlıyım ?

Ne kadar ?

14 Mayıs 2008 Çarşamba

Uyanık Tutan Filmler

Gerilim filmlerinden zaman zaman hoşlanırım. İspanyol yönetmen Álex de la Iglesia'nın aslında televizyon için yapmış olduğu La habitación del niño / The Baby's Room / Bebek Odası isimli 76 dakikalık filmini izledik dün akşam. İspanya'da Películas para no dormir / Films to Keep You Awake / Sizi Uyanık Tutan Filmler kuşağında gösterilen bir film olan Bebek Odası basit bir konu üzerinden sizi paralel evrenlere çekiyor. Yeni bebek sahibi Juan ve Sonia çifti hayallerindeki bahçeli, büyük, müstakil eski bir eve taşınırlar ama bebeklerinin odasından duydukları seslerle yaşamları bir anda değişir. İstemeye istemeye eşimin zoruyla bu filmi seyretmeye koyulduysam da özellikle yönetmenin tutumundan ve dolayısıyla filmden pek hoşlandım. Bu arada başrollerdeki erkek oyuncu Javier Gutiérrez ve kadın oyuncu Leonor Watling oldukça iyiler. Filmin son kareleri de oldukça vurucu ! Juan nereye bakıyor ?

13 Mayıs 2008 Salı

Keyifli Bir Yolculuk

Geçtiğimiz haftasonu kızımın okul gezisi vardı. Yıllar önce gördüğüm, gezdiğim 2 antik kenti kızımla birlikte dolaşmış oldum yeniden. Çok keyifliydi. 10 Mayıs Cumartesi günü "Kutsal Kent" anlamına gelen Hierapolis'teydik, 11 Mayıs Pazar günü ise Efes antik kentini dolaştık.
Celsus Kitaplığı
Kızım en çok Celsus Kitaplığını beğendi. Kitaplığın ön cephe kollarının arasında bulunan 4 kadın heykeli "akıl", "kader", "ilim" ve "erdem" öğelerini temsil ediyor. Bu heykellerin orjinalleri Viyana Müzesi'nde sergileniyor. 1895 yılında Efes'te kazıları başlatan Avusturyalı Otto Benndorf Efes'te kalırsa korunamaz bahanesiyle pek çok bulguyu kendi ülkesine kaçırmış.

12 Mayıs 2008 Pazartesi

La Diva Turca

La Diva TurcaYıl 1990...Aylardan Mayıs...Paris'e ilk gidişim...Leyla Gencer'in plağını arıyorum Paris'in ünlü Bit Pazarı'nda. Plak yığınlarını çok hızlı ve sabırsız bir şekilde karıştırıyorum ve oldukça da umutsuzum bulamayacağım diye. Dükkan sahibi telaşımı görünce soruyor merakla neyi araştırdığımı? Leyla Gencer'in plağını arıyorum dediğimde "1 dakika" diyor ve arka taraftaki ayrı bir bölmeden plağı getiriyor...Fiyatını sormadan alıyorum dediğimde daha da şaşırıyor. "Büyük ses" diyor sonra...Gülümsüyorum adama.
Yıllar sonra Zeynep Oral'ın "Tutkunun Romanı: Leyla Gencer" kitabını büyük bir keyifle okuğumu anımsıyorum. Kendi ülkesinde dünyadan daha az tanınan hatta daha az değer verilmiş olan bu ünlü soprano La Diva Turca'nın yaşam öyküsü sesi kadar büyülüyor beni.
10 Mayıs'ta aramızdan ayrıldı Leyla Gencer...Bugün Milano’daki La Scala Operası tarafından San Babila Kilisesi’nde düzenlenen törenden sonra Gencer’in cenazesi vasiyeti doğrultusunda yakılmak üzere krematoryuma götürülecek ve külleri, yine vasiyeti üzerine İstanbul’a getirilerek, Ortaköy’de yapılacak bir törenle boğaz sularına dökülecek...

6 Mayıs 2008 Salı

Yasemin kokuları içerisinde

Girne
Ada havası aldık...Yenilendik, geldik...

Aslında uzunca bir süredir eşimle birlikte bir mola almayı düşünüyorduk. 5 gecelik bir fırsat yaratıp, kızımı da anneannesine bırakıp Kıbrıs'a uçtuk 27 Nisan'da. Fotoğrafını da koyduğum Girne limanı bütün zamanımı geçirebileceğim bir yer.