29 Ocak 2011 Cumartesi

25.UNIVERSIADE KIŞ OYUNLARI

2011- 25.UNIVERSIADE-YAZI-YÜZÜ-ÖRNEĞİ - OKSİDE BRONZGüzide kurumumuz Darphane, Erzurum'da 27 Ocak - 6 Şubat 2001 tarihleri arasında düzenlenen 25. Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları sebebiyle (ve bu kez doğru bir zamanlamayla) oyunların açılışıyla eşzamanlı olarak 27 Ocak 2011'de altı adet hatıra parayı satışa çıkardı.2011-25.UNIVERSIADE-ANATOLIAN-PEAK-WINTER GAMESBu paraların iki ana türü var diyebiliriz : İlki KAYAK, ikincisiyse HOKEY temalı. Her bir türün, Gümüş, Okside Bronz ve Okside Pirinç olmak üzere üçer alt türü var. Gümüş paralar 50 TL nominalli fakat 45 TL'den satışta şu an için. Diğer paralarsa 20 TL nominalli ve nominal değerler üzerinden satıştalar...

Darphane açıklamasına göre, beş kıtadan Türkiye'ye gelen katılımcıları kucaklamanın ve oyunlara ev sahipliği yapmanın gururu yaşanırken, tarihe bir iz bırakmak adına gümüş, bronz ve pirinçten oluşan altı çeşit hatıra para basılarak koleksiyonerlere sunulmuş.DARPHANE SİTESİ:  `` HTTP://WWW.DARPHANE.GOV.TR ´´Medyadan takip edenler bilirler, "ha kar yağdı, ha yağacak, yağamadı vb.! , yapay kar püskürtülüyor, kamyonlarla kar taşınıyor.. vs..." gibisinden başlıklarla, daha başlamadan gündeme gelmişti bu oyunlar. WINTER 2011 - 25.UNIVERSIADE - ERZURUM - TURKEYNeyse, güzel tesisler ve yeterli kar, alınan önlemlerle, şimdilik güzel başladı 25.Universiade. Umarım kazasız-belasız biter.2011-25.UNIVERSIADE-HATIRA PARALARI - TURA / ÖN YÜZLERİTürkiye, alp disiplini, biathlon, buz hokeyi, curling, kayakla atlama, kayaklı koşu, kuzey kombine, snowboard, serbest stil kayak, artistik paten ve sürat pateni olmak üzere bütün branşlarda mücadele ediyormuş ve toplamda 153 sporcunun 79'u erkek, 74'üyse kadın sporcu.25.UNIVERSIADE - HATIRA PARA VERİLERİYerli-yabancı tüm sporculara başarılar dilerken, özellikle spor temalı hatıra para koleksiyonu yapanlara bu paraları kaçırmamalarını öğütlerim. Bakalım bunların da ileride erörlüleri veya farklı versiyonları ("imzalı"-"imzasız" gibi) tesbit edilecek mi? Belki bir yerlerden Gümüş oksidesi falan da çıkabilir sonradan! 2011-25.UNIVERSIADE-HATIRA PARALARI - YAZI / ARKA YÜZLERİ -(HEPSİ AYNIDIR)Elbette hiç vakit kaybetmeden ''Erzurum 2011-Kayak'' ve ''Erzurum 2011-Hokey'' isimleriyle hazırlanan hatıra paralardan edindik.25.UNIVERSIADE - ERZURUM - 2011 - MASKOT - KANKATürkiye, ikinci kez bu oyunlara ev sahipliği yapıyor. Daha önce 23.Universiade Yaz Oyunları, 2005'te İzmir'de yapılmıştı.
O zaman "Yalıçapkını" olan maskot, bu kez "Çiftbaşlı Kartal" (Selçuklu Kartalı) olmuş...
Dünya üzerinde hem kış, hem de yaz Universiade'larının yapılabildiği 5.ülke olduk böylece. Darphane'nin 2005'teki 23.Universiade İzmir - Yaz Oyunları için çıkardığı hatıra paraların bilgileri için sonuncu resme tıklayabilirsiniz. Yeni paralarımızdan, yeşilimsi okside pirinç hatıra olan kayak ve hokey paralarını, özellikle sevdiğimi belirterek sonlandırıyorum bu girdimi.
23.UNIVERSIADE - 2005 - İZMİR - TÜRKİYE - YAZ OYUNLARI - HATIRA PARALARI BİLGİLERİ

27 Ocak 2011 Perşembe

Buffalo '66

Vincent Gallo’nun yazdığı, yönettiği, başrolü oynadığı, müziklerini yaptığı hatta filmde şarkı da söylediği 1998 yapımı küçük ama kült filmi Buffalo '66 son zamanlarda izlediğim hem iç burkan hem de ışıldayan çok hoş bir “aşk” filmi (Her ne kadar sevgili(m) kocam bu filmi aşk filmi olarak sınıflandırmamı fazlasıyla tuhaf bulmuş olsa da!) Mutlaka anımsayanlar olacaktır; Arizona Dream / Arizona Rüyası filminin içinde Alfred Hitchcock'un North by Northwest / Gizli Teşkilat filminin başrol oyuncusu Cary Grant’ı muhteşem yorumlamıştı Vincent Gallo bu filmdeki Paul Leger rolüyle.

Buffalo '66 dışında uzun metrajlı iki filmi daha var Gallo’nun. Arşivimize ilk uzun metrajlı olan Buffalo '66 filminden daha önce girmiş olan 2003 yapımı The Brown Bunny / Kahverengi Tavşan filmini izleyeli çok oluyor. Bu filmde yer alan aşkını kaybetmiş motosiklet yarışçısı Bud Clay’in öyküsünü çok sevmemiştim doğrusu. Gallo’nun son uzun metrajlı filmi 2010 yapımı filmi Promises Written in Water / Suya Yazılmış Sözler üzerinde henüz ayrıntılı bilgim yok ama filmin adı beni ilk bakışta yakaladı diyebilirim.

Birini izlediğim diğer iki filminin yanısıra arşivimize geçtiğimiz günlerde katılan Buffalo '66 filmi benim için iz bırakan filmlerden biri oldu diyebilirim. Hollywood’un bu asi yönetmen, oyuncu, yazar, dj ve yapımcısı başyapıta dönüştürdüğü yarı otobiyografik bağımsız filmi Buffalo '66 ile hayal kırıklıklarıyla yoğrulmuş, büyümüş, hayatı anlamsız Billy Brown’u çok güzel kotarmış doğrusu (rol yapmamış, çok güzel aktarmış aslında).Billy BrownBuffalo takımı hastası bir anne (Anjelika Huston) ile kendisini sürekli aşağılayan bir baba (Ben Gazzara) arasında yine de olabildiğince akıl sağlığını kaybetmeden büyümüş, sıyrılmış ve hayata atılmış diyebiliriz Billy Brown (Vincent Gallo) için. Buffalo takımının sayı kaçıran bir oyuncusu yüzünden bahiste yüklü para kaybeden ve 5 yıllığına hapse giren Billy Brown anne ve babasına CIA’de çalıştığını, evlenip uzaklara yerleştiğini söylemiştir. Hapisten çıktığı gün Layla (robot gibi oynayan, davranan Christina Ricci canlandırmış bu rolü) adındaki dans öğrencisi bir kızı kaçırır, O’na artık adının “Wendy Balsam” olduğunu söyler ve kendisinden sevecen, sadık karısı gibi davranmasını ister ailesinin evine götürdüğünde. Kafasında hapisten çıktığı günü kurgulamıştır: Anne ve babasına karısı rolündeki kızı tanıştıracak, mutlu bir evliliği ve hayatı olduğunu sergileyecek, sonra hapse girmesine sebep olan Buffalo’nun eski futbolcusunu bulacak ve herşeyi sonlandıracaktır.Billy Brown anne ve babasıylaBazen planlar gerçekleştirilmemek içindir ya da isterseniz evdeki hesap çarşıya uymaz deyin; Billy Brown bir anda hayatına katılan Layla sayesinde farklı bir yöne doğru savrulur. İyi mi olur kötü mü olur tartışılır ve hatta bu durumdan bir film daha çıkar bence rahatlıkla!
Film birbirinden hoş ve vurucu, iz bırakan pek çok sahne içeriyor. King Krimson’un muhteşem “Moonchild” şarkısı eşliğinde Cristina Ricci’nin bowling salonunda birden soyutlanarak dansetmeye başlaması oldukça hoş örneğin. Bir de çok ayrıntı vermeden Vincent Gallo’nun Buffalo takmının eski oyuncusunu bulduğu sahne ve o sahnenin hemen ardından gerçekle hayal arasındaki kurgular oldukça vurucu diyebilirim. Bir de elbette fotoğraflarını alıntıladığım kırmızı güllerden başlayarak akan, sözsüz kapanış sahneleri…Kırmızı güllerKırmızı güllerden Layla ve Billy'elayal ve BillyLayla ve BillyVincent Gallo “bir film yapmalıyım, herşeyi ben olmalıyım” demiş ve de başarmış! Bu filmdeki "Brown" adıyla da bir sonraki filmine bir gönderme yapmış mıdır diye düşünmeden de duramıyorum bu arada!

25 Ocak 2011 Salı

You Will Meet a Tall Dark Stranger

“Fala inanma, falsız da kalma” derler ya Woody Allen son filmi You Will Meet a Tall Dark Stranger / Uzun Boylu Esmer Biriyle Tanışacaksın ile pek güzel parmak basmış bu duruma… Evliliği sona ermiş ve sona ermekte olan iki ayrı çift üzerinden hayli girift ilişkiler yumağı izlediğimiz… Naomi Watts’ın canlandırdığı Sally’nin endişeli, nevrotik, mutsuz annesi Helena (Gemma Jones oldukça hoş yorumlamış rolünü) aracılığıyla tanıştığımız falcı Cristal duymak istenilenleri söylüyor aslında film boyunca. Sözün özü: “Hayat kısa, değmez o kadına ya da adama!”Falcı Cristal Woody Allen'dan görüş alırken...”Kime niyet kime kısmet” pek çok açılımı olan bu filmde öngörüler yerini bulmuyor, beklentilerinizin tersi çıkabiliyor, hayal kırıklıkları, kırık kalpler derken ana karakterlerden Sally’nin cümlesi özetleyiveriyor Woody Allen tarzı hayata yaklaşımı: “Bazen yanılsamalar (ilüzyonlar) ilaçtan daha iyi gelebilir!” Bu açıdan izlenince film de bir şekilde iyi geldi diyebilirim izlendiği süre boyunca. Ayrıca film başlarken ve biterken Leon Redbone’un yorumuyla “When you wish upon a star” şarkısını dinlemek de hoştu.

24 Ocak 2011 Pazartesi

"Körler Ülkesi"´nde Anneler ve Kızları

Güzeller güzeli İstanbul, kendisiyle ilgili pek çok efsane barındırır. Antik Yunan'dan gelen bir efsaneye göre, günümüzden çok yıllar önce göçmen Megaralılar, bir kahinin (orakl)"Yeryüzü cennetinde bir Körler Ülkesi var; karşısında da bir tepe. Aradığınız umut orada!" diyerek yol göstermesi üzerine, gemilerle, o zaman adı-sanı olmayan muhteşem bir yere gelmiş ve bu yerin güzelliği karşısında deyim yerindeyse büyülenmişler. "Dünya'daki Cennet' yani İstanbul'muş geldikleri, buldukları yer. Karşı kıyıdaki sis kalkınca orada da bazı yerleşimleri fark ederek şaşırmışlar; "Bu cennet gibi yer dururken, karşı kıyıya, bu güzelliği görmeden yerleşenler, kör olmalı; işte "Körler Ülkesi" diye bağırmışlar! Onların "Körler Ülkesi" dedikleri yer Kalkedonia'ymış yani bugünkü Kadıköy.
Anneler ve kızları olarak; kızım, ben, kardeşimin eşi ve kızı, Pazar günü yeniden keyifli bir Kadıköy gezisi gerçekleştirdik. Üniversite yıllarımın Süreyya Sineması’na Süreyya Operası’na dönüştürülmesinden beri bir türlü gidememiştim. Yeğenim için biletleri alınan müzikli çocuk oyunu sayesinde, Süreyya Operası’nı da görmüş, üstelik de locadan oyunu izlemiş olduk hep birlikte. Kızım büyüdüğünden beri, doğal olarak, çocuk oyunlarını izlemiyoruz; "Çocuk Dünyası" oyunu, bizim için de yıllar sonra yinelediğimiz hoş bir deneyim oldu.MartılarMartıların eşliğinde geldiğimiz Kadıköy’den yine martıların eşliğinde ayrılırken, yangından sonra yeni gördüğüm Haydarpaşa’yı da hüzünle selamladım. Anneler ve kızları olarak gerçekleştirdiğimiz keyifli "Körler Ülkesi" gezintimize ilişkin tüm kareler, yalnızca fotoğraf makinemde değil belleğimde de artık!

21 Ocak 2011 Cuma

Föhr Adası'ndan Gelen Doğumgünü Kartım

Ballonblume/Balon ÇiçeğiFöhr Adası'ndan biraz gecikmeli ulaşan (posta gecikmelerine alışığız) doğumgünü kartımı ve zarfın üzerindeki "Ballonblume / Balon Çiçeği" pulunu çok beğendim. Mavimsi mor Balon Çiçeği Uzakdoğu'ya özgü bir çiçekmiş ve Çin Çan Çiçeği (ne hoş, ritmik bir ad "Çin Çan Çiçeği" ya da 3Ç mi desem acaba kısaca) olarak da bilinmekteymiş. Föhr Adası'ndan bir sanatçı 2010'un sonunda Ada'ya feribotla gelenleri bekleyen yalnız iskeleyi resmetmiş, Alman arkadaşı Föhr'ün tek kasabası olan Wyk'den postalamış, kartpostal Ayrı Birey AY Hanım'a ulaşmış...
Hemen küçük bir not düşeyim: Kuzey Denizi'ndeki Almanya'nın beşinci büyük adası olan Föhr, kendine özgü yel değirmenleri ve gel-git oluşumlarıyla ünlü bir ada. Masal gibi bir ada olan Föhr'de ünlü masalcı Andersen de yaşamış çok uzun yıllar önce...Föhr'deki yalnız iskele az sonra şenlenecek...
Heyecanla beklenen Türkiye'nin GNU / LINUX projesi Pardus'un yeni sürümü Pardus 2011 dünden beri kullanıma hazır. Ancak benim henüz indirecek, kuracak zamanım olmadı ama çok yakında bu konuyla ilgili ayrıntılı bir girdim olacak.
Pardus 2011'in çıkış duyurusunda şöyle bir sürpriz ile karşılaşıyoruz : "Perdesiz gitarın mucidi, usta müzisyen Erkan OĞUR Pardus 2011’de kullanıcılara bir sürpriz yapıyor. Erkan OĞUR’un en sevilen parçalarından olan Mor Dağlar, Kalan Müzik ve Oğur’un desteği ile Pardus 2011’de yüklü olarak geliyor. Pardus kullanıcıları Erkan Oğur’un notalarında Anadolu müziğinin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkarken, müzik dinlemek için yeni bir program keşfetmek isteyen yeni Pardus kullanıcıları Clementine ile tanışıyor."

12 Ocak 2011 Çarşamba

Mor AY...


Hem doğumgünüm, hem evlilik yıldönümüm !

Hem doğumgünüm, hem evlilik yıldönümüm !

11 Ocak 2011 Salı

In vino veritas...

Kestane kebap"Ayrı Birey AY Hanım" ve "Kaz Dağları Perisi" arkadaşı erken bir doğumgünü kutlaması yaptı bu öğlen. Bu kez içecekleri siyah renkli üzümdendi, AY Hanım'ın kusursuz görünümlü pastası ise mükemmel kış meyvesi kestaneden... Kısacık zamanda çok konuştular, paylaştılar, inançlardan, politikadan, yogadan bahsettiler, filmlerden en çok değinilen Black Swan / Siyah Kuğu filmi oldu, kitaplardansa Yaseminler Tüter mi, Hâlâ? romanı.
.

"Yaseminler Tüter mi, Hâlâ?"

YaseminPazar günü Haberturk gazetesinde, Alev Alatlı ile yapılmış olan söyleşide Yaseminler Tüter mi, Hâlâ? isimli romanının önümüzdeki yaz sinemaya uyarlanacağını okudum ve doğrusu çok meraklandım. Yönetmen olarak benim için her zaman Le fate ignoranti / The Ignorant Fairies / Cahil Periler filmiyle özdeşleşen Ferzan Özpetek’in adı geçiyormuş. Kıbrıs meselesini, Rum kızı Eleni olarak dünyaya gelen ama sonra Naciye’ye dönüşen bir kadının öyküsüyle anlatan roman sevdiğim, başucu kitaplarımdan biridir. Uyarlamanın hayli zorlu olacağını düşünüyorum ve sabırsızlıkla bekliyorum filmi….

10 Ocak 2011 Pazartesi

Black Swan

Lise yıllarından beri dostluğumuzun sürdüğü balerin olan iki arkadaşımdan da yakın olarak gözlemlediğim üzere çok ciddi bir disiplin gerektiren sanat dalıdır bale. Resital zamanları ne kadar bunalıma girip uyuyamadıklarını, neredeyse aç dolaştıklarını, zaman zaman nevrotikleştiklerini çok iyi anımsıyorum. Şimdi her iki arkadaşım da kendi bale okullarında öğrenci yetiştirmeye devam ediyorlar hatta kızım da birkaç yıl devam etmişti arkadaşlarımdan birinin bale okuluna. Sonra piyano mu bale mi diye seçim yapmak gerektiğinde piyano eğitimi ağır bastı ve kızım puanta kalkmadan (ucunda azıcık tahta desteği olan özel ayakkabılarla parmakların ucuna kalkmak) bale eğitimini sonlandırdık.Siyah KuğuHaftasonu Darren Aronofsky’nin Black Swan / Siyah Kuğu filmini izlediğimizi gören kızım “sizin yüzünüzden baleyi bırakmak zorunda kaldım” diye beni ve babasını suçlarken durup düşündüm bir an; çoğunlukla istem dışı olarak ne kadar da çocuklarımızın yaşamlarına hükmediyoruz, tıpkı anne ve babamızın bize yaptığı gibi. Sinir bozucu bir kısır döngü durum bu. Oysa biliyorum ki kızım da farkında başka ideallerimizi gerçekleştirmek için bazılarından vazgeçmemiz gerektiğinden ve dolayısıyla puanta kalkmadan baleyi bırakmasının doğru bir zamanlama olduğundan...

Kızımdan dolayı karmaşık duygularla Black Swan / Siyah Kuğu filmini izlemeye başlarken üstüne üstlük bir de sevgili(m) kocamın “baleden hoşlanmıyorsan tam bir işkence bu film, amma yorucu çekimler bunlar” diye yakınmaları başlayınca, Darren Aronofsky’nin Black Swan / Siyah Kuğu filmini izlemek keyifle karışık bir kabusa dönüştü diyebilirim.

Nina ve annesiÇok fazla detaya girmeyeceğim filmle ilgili ama hemen söyleyebilirim ki pek çok noktada rahatlıkla tahmin edebiliyorsunuz sonraki sahneyi ve bu açıkçası rahatsız ediyor ya da genelleme yapmayayım ve beni rahatsız etti diye belirteyim. Eski bir balerin olan ve kendisini doğurmak için kariyerini sonlandıran annesi Erica (Barbara Hersey hayli başarılı tahammül edilmesi zor anne rolünde) ile New York’ta yaşayan yetenekli genç balerin Nina (mükemmelliğe odaklanmış balerini canlandıran Natalie Portman tek kelimeyle mükemmel rolünde) için hayat sadece dansetmek demek. Hırslı annesi de Nina’nın hayatında başka bir şey olmasına pek izin vermiyor doğrusu; banyoda küvetin üstündeki iki adet kuğu seramiği (biri sahnede “Beyaz Kuğu”yu canlandıramayan annesi, diğeri de canlandırmak üzere yetiştirilen Nina’yı mı temsil ediyor acaba?), Nina’nın yatağının başucundaki müzik kutusuna hapsolmuş, kurulunca dansetmeye başlayan balerin biblosu, annesinin odasındaki çizimler, her şey hastalıkı bir anne – kız ilişkisinin de göstergesi. Kendisini tamamen baleye adamış olan Nina’nın yeterince zor olan hayatı çalıştığı bale grubundaki çok bilmiş sanat direktörü Thomas Leroy’un (Vincent Cassel oldukça iyi canlandırıyor bu rolü) grubun başbalerinini emekliliğe sevk ederek yeni sezonda sergileyecekleri “Kuğu Gölü” balesinin farklı bir yorumla sergileneceği “Black Swan / Siyah Kuğu” balesi için Nina’yı seçmesiyle tamamen değişiyor. (Gruptaki tüm balerin kızlar gibi Nina da başbalerine kıskançla dolu olarak gıpta etmekte ve gizli gizli odasına girip kişisel eşyalarını çalmaktadır.) Yeni sezondaki gösteride saflığın simgesi kırılgan “Beyaz Kuğu” ile şehvetin simgesi “Siyah Kuğu”yu aynı anda canlandıracak olan Nina kapasitesinin çok üstünde çalışmaya, kusursuz olmaya çalışırken giderek gerginleşmeye, bir de bale grubuna yeni katılan, üstüne üstlük yönetmeni de etkilemeyi başarmış rakibesi Lily ile (baştan çıkarıcı Mila Kunis rakiplerinizi nasıl ezip geçebilirsiniz noktasında gayet vurucu) baş etmeye çalışınca kişilik bölünmeleri doruk noktasına çıkıyor. Bir de rekabet iki balerin arasında tuhaf bir arkadaşlığa dönüşünce hemen başlarda söylediğim noktaya geliyorsunuz ve bir sonraki sahneyi rahatlıkla tahmin etmeye başlıyorsunuz! Filmle ilgili daha fazla derinleşmeden, Nina’nın hangi kuğuya dönüşerek (kırılgan ve zarif “Beyaz Kuğu” olarak mı yoksa paranoyaklığın zirvesindeki şehvetli “Siyah Kuğu” olarak mı?) yoluna devam ettiğine izleyerek ulaşmalarını salık veriyorum “Ay’dan İzlenimler”’in takipçilerine…Hangi Kuğu ?

7 Ocak 2011 Cuma

Sommarlek

Marie ve HenrikMerakla Darren Aronofsky’nin Black Swan / Siyah Kuğu filmini izlemeyi beklerken birkaç gündür bir başka Kuğu’nun, Ingmar Bergman’ın 1951 yapımı Sommarlek / Summer Interlude / Yaz Oyunları filmindeki Beyaz Kuğu’nun usuma düştüğünün ayırdına vardım. İzleyeli uzun bir zaman oldu Bergman’ın aşk, ayrılık, ölüm gibi genel temaları işlediği ilk dönem filmlerinden biri olan bu filmini.

Marie28 yaşında balerin Marie’nin, ‘Kuğu Gölü” balesinin gece provasını beklerken posta yoluyla kendisine ulaşan bir günlükle geçmişe yolculuğu ve ilk aşkını anımsamasıdır filmin özetle konusu. Feribotla Stockholm yakınlarındaki bir adaya giden ana kahraman geride kalan anılarıyla yüzleşirken Bergman’ın siyah-beyazın karşıtlığını ne kadar güzel kullandığını da gözlemliyoruz film boyunca.

Duygusal bir melodram olan Bergman’ın Sommarlek filmini izlediğim zaman ana kahraman olan balerin için nevrotik yakıştırması yaptığımı anımsıyorum. Elbette söz konusu “Beyaz Kuğu”’nun nasıl, ne sebeple etrafını kalın görünmez duvarlarla çevirdiğini ve buzdan bir kuğuya dönüştüğünü film ilerledikçe öğrenirken işte demiştim bu kadar yalın aktarılabilir ilk aşkın büyüsü!Marie

6 Ocak 2011 Perşembe

B A L

Yusuf'un çocukluğu“Yusuf Üçlemesi” filmleri için, "yapabildiğimin en iyisini yapmaya çalıştım" diye belirtmiş Semih Kaplanoğlu bir söyleşisinde. Yumurta / Egg filmi ile başlayan üçlemede Yusuf’un yetişkinliğini izlemiştik. Süt / Milk ile ergenliğine ve Bal / Honey ile de çocukluğuna bir yolculuğa çıkartmıştı bizi yönetmen.

Semih Kaplanoğlu'nun “Yusuf Üçlemesi” beş yıla yayılan bir süreçte tamamlanmış. Yumurta / Egg ve Süt / Milk filminden sonra sabırsızlıkla Bal filminin DVD’sini çıkmasını bekliyordum. Sadece Bal filmi değil de tüm filmler, ayrıca ek özelliklerin yer aldığı bir DVD ve bir de Yusuf’un Rüyası adı altındaki kitapçıkla birlikte bir set olarak satışa sunuldu üçleme yeni yıldan önce. Bal filmi tek başına satışta yok.

Seti çıkar çıkmaz almasına aldım ama izleyici olarak enayi yerine konulduğumun bilincinde olarak. Yumurta / Egg ve Süt / Milk DVD’lerini satın almış biri olarak, tekrar bu filmleri satın almak zorunda kalmak hoş değil. Bu duruma fazlasıyla hayıflandığımdan olacak ki Berlin Film Festivali’nde “Altın Ayı” kazanan ve çok sevdiğim Çamlıhemşin’de çekilmiş Bal / Honey filmini günceme konuk etmek gelmedi içimden bir türlü. Bu hayli ticari satış tekniği hamlesiyle ciddi bir hayal kırıklığına uğradım ama diyeceksiniz ki şimdi dağ dağa küsmüş dağın haberi yok!

3 Ocak 2011 Pazartesi

Treeless Mountain

Bin ve JinSo Yong Kim’in 2008 yapımı Treeless Mountain / 수목 마운틴 / Ağaçsız Dağ filmi yeni yılda ilk izlediğim film oldu. Yönetmenin hem yazıp hem de yönettiği film bir bakıma kendi çocukluğundan izler taşıyormuş. (So Yong Kim’in anne ve babası ayrılınca daha iyi bir hayat kurabilmek için Amerika’ya göç eden annesi kendisini büyükanne ve büyükbabasının pirinç çiftliğinde bırakmış. Annesi kendisini yanına aldırıncaya dek büyükanne ve büyükbabasının yanında yaşayan yönetmen 12 yaşındaymış.) Yönetmen çocukluğundan izler taşıyan filminde anneleri tarafından terk edilen Güney Koreli iki kızkardeş olan 6 yaşındaki Jin ve 4 yaşındaki Bin ile tanıştırıyor izleyiciyi. Seul’da küçük bir apartman dairesinde anneleriyle birlikte yaşayan iki küçük kızkardeş mükemmel oynamışlar rollerini. Bakamadığı için kendilerini terk eden anneleri önce kızlarını Seul’un yakınındaki kenar mahallede yaşayan alkolik halalarının evine götürüyor.Domuzcuk kumbaraya bozuk paraları atarkenAnne, plastikten domuz şeklindeki kumbarayı kızlarına bırakırken “bu kumbarayı doldurduğunuzda dönmüş olacağım” diyor. Kızlar bir yandan kumabarayı doldurabilmek için para kazanmaya çalışırken, halanın evine yakın tümseğin üzerinde annelerinin yolunu gözlüyorlar.Jin ve BinKumbara dolmasına doluyor en sonunda ama anneleri ortalarda görünmüyor. Çocukların sorumluluklarını daha fazla taşıyamayan sorumsuz hala, iki kızkardeşi köydeki büyükanne ve büyükbabalarının çiftliğine götürüp bırakıyor annelerinden gelen bir mektubun ardından.

Terkedilmek öyle kolay kolay özümsenecek bir durum değil! Üstelik terkeden anneniz olunca altından kalkması hayli ağır bir durum ortaya çıkıyor. Dokunaklı bir film Treeless Mountain / 수목 마운틴 / Ağaçsız Dağ. 6 yaşındaki Jin’in gözünden izlediğimiz filmde, yönetmen çocukların hayatlarındaki dönüm noktalarını, kendi küçük evlerinden başka başka akraba evlerine savrulmalarını gökyüzünün renkten renge girmesiyle de anlatmaya çalışmış. (Bu arada küçük bir not düşeyim hemen, yönetmenin 2007 doğumlu kızının ismi “Sky” yani Gökyüzü) İki kızkardeşin büyükanne ve büyükbabalarının köydeki evlerine gidene dek çoğunlukla bulutlu, karanlık olan gökyüzü sonlara doğru nihayet aydınlanıyor filmde. Jin ve Bin’in birlikte söyledikleri şarkıyla son kareler akarken hayatın acımasızlığıyla çok erken yüzleşen kızkardeşlerin öyle ya da böyle herşeyin üstesinden gelebileceklerini algılıyorum. 6 yaşındaki Jin hayli olgunlaşmış olarak noktalıyor filmi öyle ki hazmedemediği terkedilmişliğin üstesinden bir bakıma büyükannesinde bulduğu sevgiyle ve küçük kızkardeşine yoğunlaştırdığı kendi sevgisiyle geliyor.Gökyüzü aydınlanırken...

1 Ocak 2011 Cumartesi

Uygun adım..!

2011'in ilk gününün güneşli ama serince diyebileceğim öğleden sonrasında, bir baba-kız, yani kızım ve sevgili(m) kocam, Boğaz'ın Avrupa Yakası'nın beşte birini yürüdüler; Emirgan'dan Ortaköy'e... Kediler ve son karedeki sade Türk kahvesi haricindeki günceme konuk ettiğim fotoğrafları ve konuk etmediğim daha nicelerini kızım çekmiş. Baba-kız, çok az duraklamalarla (fotoğraf çekmek vb. için) oldukça tempolu bir yürüyüşle 16:00 civarında Ortaköy'e gelip benimle buluştular... Farklı türdeki kahvelerimizi yudumlayıp, kızımın piyano dersine gelecek öğretmenini karşılamak için alelacele evimize doğru yola koyulduk ki, eve vardıktan bir-iki dakika sonra kapımızın zili ritmik bir biçimde çaldı..! Biz eve döndük, gün akşama döndü, akşamsa geceye dönecek. Ya gece? Gece de dönecek güne.
İstanbul'un bugünkü Boğaz kalabalığı baş döndürmüş diyorlar!AKINTIBURNU´NDA AVLANAN YALNIZ KARABATAK
BİR BOĞAZ KÖPRÜSÜ ENSTANTANESİ..!
FATİH SULTAN MEHMET KÖPRÜSÜ NUMERO UNO..!
FATİH SULTAN MEHMET KÖPRÜSÜ NUMERO DUE..!
BU MESCİD 17.YY.´DAN KALMA..!
SOLDA KAMIŞ OLTA, SAĞDA TEKNE ÇANI, ORTADA KULELİ..OLDU KUPKULELİ..!
HİSARLARDAN BİR HİSAR RUMELİ HİSARI´NDAN BİR ENSTANTANE...
AMAN DİKKAT..!
UYSAL AMA BEKLENTİLER İÇİNDE BİR ORTAKÖY KEDİSİ..!
BU KEDİNİN SAHİBESİNDEN HİÇ BAHSETMEYEYİM..!
HMMMM... BURALARDA BİR FİLM ÇEKİLMİŞTİ BİR ZAMANLAR AMA NEYSE..!
BULDUM BULACAĞIM BİR TÜRK KAHVESİDİR EN SONUNDA..!

İkibinonbir'in İlk Günü

Uyandım. Gri 2011'in ilk gününe sade bir kahve mi yoksa koyu demli bir çay mı kararsızlığıyla başladım. Fazıl Say'ın İstanbul Senfonisi'nin "Hoş Giyimli Genç Kızlar Adalar Vapurunda" bölümünü yakaladım televizyonda, dinledim. Gazete almaya sokağa çıktım. Güneşli ama soğuk bir gün. Yeni yılın ilk gününde saatler öğle saatlerine yaklaşırken nispeten boş sayılabilecek sokakların yalnızlığını seviyorum.