RAHATSIZ EDEN YÖNETMENLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
RAHATSIZ EDEN YÖNETMENLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Temmuz 2015 Pazar

Ana y los lobos

Carlos Saura'nın 1973 yapımı Ana y los lobos / Anna and the Wolves / Ana ve Kurtlar filmi, Michael Haneke'nin Das Weisse Band - Eine Deutsche Kindergeschichte / The White Ribbon / Beyaz Bant ve Yorgos (Giorgos) Lanthimos'un Kynodontas (Κυνόδοντας)/ Dogtooth / Köpek Dişi filmlerinde olduğu üzere "faşizm aile içinde başlar" gerçekliğini izleyicisine kanıtlayan ve beklenmedik sonuyla izleyicisini ters köşeye düşüren bir film olarak belleğime yerleşiyor. Aşağıdaki siyah-beyaz toplu fotoğrafta yer alan filmin tüm karakterlerinin oyunculuğu ayrı ayrı çok başarılı.

15 Ocak 2015 Perşembe

Sweet Movie

WR: Misterije organizma / WR: Mysteries of the Organism / WR-Organizmanın Sırları filminin sansürlenmesinden sonra Dušan Makavejev, bir sonraki uzun metrajlı filmi olan Sweet Movie filmini kendi ülkesinde çekmeye başlar ancak çalışma koşulları kısıtlandığından, ağırlıkla Kanada'dan sağladığı finansal yardımla bu filmini 1974 yılında Fransa'da bitirebilir. Fransa-Kanada ve Batı Almanya ortak yapımı olan Sweet Movie / Tatlı Film, sinema dünyasını şaşırtmayarak yine şoke edici bir film olur. Amerikalı film eleştirmeni Robert Egbert ile 1975'te Chicago'da gerçekleştirdiği burayı tıklayarak ulaşabileceğiniz söyleşide, sadece pasaportuyla ayrıldığı Yugoslavya'ya bir gün dönerek yeniden film çekebileceği özlemini dile getirir Makavejev. (Hemen bir not; Dušan Makavejev'in sürgün yılları 1988'de sonlanacak ve nihayet ülkesine dönebilecektir.) Filmleri kışkırtıcı, rahatsız edici, hatta 'sosyal hastalık' olarak nitelendirilen Dušan Makavejev, söyleşide amacının "insanların hiç bir zaman kabul etmeyecekleri şeyleri kendi içlerinde görmelerini sağlamak" olduğunu belirtiyor ve ekliyor "Sistem (burada kasettiği Yugoslavya'da film yapmak) iyi ama ben çok ileri gidiyorum.
Filme dönersem, Dušan Makavejev "Sweet Movie / Tatlı Film filminde yine kendi üslübuyla cinsellik ve her türlü ideolojiyi sonuna kadar kurcalıyor, tabuları yıkmak için elinden geleni yapıyor. 'Bekâret Kemeri Derneği' başkanı bir annenin, dünyanın en zengini olarak nitelendirilen oğluna evlendireceği en güzel bakireyi bulmak için düzenlediği 'jinekolojik' güzellik yarışmasıyla Kanada'da başlar Sweet Movie / Tatlı Film. Sonrasında, yarışmayı kazanan "Miss Canada"'nın Paris'e uzanacak öyküsüyle, teknesinin önündeki Karl Marx'ın büstüyle Amsterdam kanallarında dolaşan devrimci kaptan Anna Planeta'nın öyküsünü paralel olarak izleriz.
Süt endüstrisinin patronu zengin kocasının sapkınlığı hemen daha balayında başlar ve güzeller güzeli "Miss Canada", kocasının salt kastan oluşmuş, "çok lezzetliyim, tadıma bak" diyen adamının kendisini bir kırmıza bavula tıkmasıyla gözlerini Paris'te açar. Kendisini bir film çekimi içindeki komünün içinde bulan "Miss Canada"'yı mide açlığının cinsel açlıkla karıştığı, dışkı ve kusmukla harmanlanmış tahammülü zor sahnelerde oldukça naif yansıtmış Makavejev, öyle ki tüm bu sahneler olurken bunun sadece bir film olduğunun bilinciyle tahammül ediyorsunuz izlediklerinize.
Filmdeki kaptan Anna Planeta karakteri, tıpkı Hansel ve Gretel masalındaki kötü cadı konumunda ve şekerlemelerle dolu 'gerçeküstü' teknesine çocuklarla delikanlıları seks, sohbet ve cinayet için çağırmakta. (Anna Planeta karakterinin şekerleme dolu teknesinde çocuklarla yaptığı hayli baştan çıkarıcı dans sahnelerinin İngiltere için çok fazla geldiğini ve filmin Criterion tarafından 2007'de çıkartılan DVD'sinin dahi İngiltere'de yasaklandığını belirteyim hemen. Filmin pek çok ülkede sansürlenmesi yetmezmiş gibi, bu roldeki Leh oyuncu Anna Pruncal da pasaportuna yasak konulduğu için senelerce ülkesi Polonya'ya girememiş.)
Dušan Makavejev kapitalizm ve komünizm eleştirilerini kıyasıya yaparken diğer taraftan savunduğu cinsel özgürlüğün de artık bir pazarlama yöntemi haline geldiğini gözümüze sokuyor filminde. Una, şekere, yumurtaya, çikolataya bulanmış bedenlerle her iki dürtüyü (açlık ve cinsellik) adeta örtüştürüyor. Tadına bak ve satın al der gibi adeta.
Dušan Makavejev, bu filminde de WR: Misterije organizma / WR: Mysteries of the Organism / WR-Organizmanın Sırları filminde olduğu gibi gerçek görüntülere yer vermiş. Anna Planeta karakterinin teknesine binen Potemkin denizcisi Luv'a "Burada kalma, bu tekne cesetlerle dolu" uyarısına, Luv'un "Önemli değil. Bütün dünya cesetlerle dolu." cevabının ardından, 1940 yılında Sovyet lideri Josef Stalin'in emriyle yaklaşık 22.000 Leh subay ve sivilin katledildiği "Katyn Ormanı Katliamı"'na ait toplu mezar ve yakılmış cesetlerin incelendiği gerçek görüntüler filme giriyor.

Filmin müzikleri Manos Hadjidakis'a ait. Katyn Katliamı görüntülerinde çalan "Les enfants dans les champs / Alanlardaki Çocuklar" parçası oldukça dokunaklı.

14 Ocak 2015 Çarşamba

WR: Misterije organizma

Henüz Yugoslavya Yugoslavya iken ve kendisinden yedi ülke (Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Slovenya, Makedonya, Karadağ ve Kosova) birden çıkartmamışken, korkusuz ve özgürlükçü yaklaşımıyla Yugoslav sinemasının en önde gelen figürü olan yönetmen Dušan Makavejev'in filmleriyle çok yeni tanıştım.
1968 - 1971 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Yugoslavya'da çekilen, 1971 Cannes Film Festivali'nde Luis Buñuel Ödülü alan WR: Misterije organizma / WR: Mysteries of the Organism / WR-Organizmanın Sırları filmi, "Bu film, bir bakıma Dr. Wilhelm Reich'ın öğretilerine ve yaşamına ilişkin kişisel bir tepkidir." cümlesiyle açılır ve şöyle devam eder: "Sigmund Freud'un baş asistanı olarak orgazm refleksi üzerine çalışan Reich, çağdaş insanda aşk korkusu, gerçeklik korkusu ve özgürlük korkusunun derin köklerini ortaya çıkararak yaşam enerjisini keşfetti. Hayatı boyunca Reich, seks ve politikadaki pornografiyle mücadele etti. Aşk ve iş serbestliğine dayanan demokrasinin işleyişine ve organik topluma inandı." Ardından da hemen vurucu sorularını sıralamaya başlar: "Bizi koruyanlardan bizi kim koruyacak? Polisimizi kim yargılayacak? Yönetmenlerimizi kim yönlendirecek ve kurtuluşumuzu kim kurtaracak? Yargıçlarımızın güvenliğini kim sağlayacak ve mirasımıza kim sahip çıkacak? Köleliğini seçen kişi yine de bir köle midir?" Sorularını belleklerimize kazınacak tespitler izler: "İnsan kendi dünyasını paradokslardan yaratır. Çoraplarını temizleyemezken kalkmış 'Dünya kirlendi.' der. Biz sadece zamparayız. Ölülerin evinde çok az şiir yazılır. Çok daha az okunur."
Cesur ve özgürlükçü Sırp yönetmen Dušan Makavejev, yazıp yönettiği WR: Misterije organizma / WR: Mysteries of the Organism / WR-Organizmanın Sırları filminde, Wilhelm Reich'ın (evet filmin adındaki WR Wilhelm Reich'tır ama aynı zamanda "we are" yani "biz" de demektir) hayatından ve fikirlerinden yola çıkarak, yarattığı Milena karakteri üzerinden sadece kendi sosyalist toplumunun tabularını eleştireceğini gözümüze sokmaz film başlar başlamaz, ayrıca her türlü politik rejimi de usul usul topa tutacağını keskin bir biçimde gösterir. Film, sadece hem yönetmenin kendi ülkesinde hem de pek çok ülkede sansüre uğramakla kalmaz, kendisinin de rahat çalışma koşullarını bulamaması nedeniyle tam 17 yıl boyunca sürgünde kalmasına sebep olur. 1971 yılında "Hasta toplumumuzda herkes hasta" demektedir kendi ülkesi için Dušan Makavejev. Yıllar sonra, sözümona beklenen özgürlük yönetmenin ülkesine geldiğinde, daha çok hasta olunabileceğini de hep birlikte görmüş olduk komşunun komşusunu öldürdüğü Avrupa'nın ortasındaki vahşi bir savaşta diyerek, filmden son bir vurucu cümleyle noktalıyorum notlarımı: "Devrim evliliği yok etmeli. Burjuva evliliği ruhsatlı fahişelikten başka bir şey değil!"

17 Aralık 2012 Pazartesi

Amour

Birine verilen sözün ne kadarı, nasıl ve ne pahasına tutulabiliyorun bir yansıması Michael Haneke’nin 2012 yapımı, Altın Palmiye'li Amour / Love / Aşk filmi. İzlediğim en sakin, kalbe en çok dokunan Haneke filmi oluyor Amour. Dipten vuruyor ve hiç bir şekilde önüne geçemeyeceğimiz ölümü sorguluyor, sorgulatıyor.
“Bir şey göstermek için film yazmıyorum ve çekmiyorum” diyen Haneke, Amour filminde en sonu en başta veriyor hayli vurucu bir şekilde. Paris’te şık bir apartman dairesine kapıyı kırarak giren yetkililer, yatağında en güzel giysisiyle etrafına çiçekler serpiştirilmiş Anne’in cesediyle karşılaşıyorlar. Nasıl bu noktaya gelindiğinin, Anne’in neden o halde oluşunun öyküsünü izliyoruz bundan sonra. Anne’in kocası Georges’un karısına verdiği sözü yerine getirebilmek için nasıl bir sorumluluk altına girdiğini rahat koltuklarımızda izlerken, bizim de günün birinde yaşlanacağımızı, bu tür hastalıklarla karşılaşabileceğimizi ve belki de çok zor kararlar almak zorunda kalabileceğimizi duyumsamamızı istiyor yönetmen.
Bir şey kanıtlamak ya da çözüm sunmak gibi bir derdi yok. Yazdığı, anlattığı film kahramanları gibi olabileceğimiz gerçeği her an yanıbaşımızda film süresince. Bir röportajında “tam da benim yaşımda –şu an 70 yaşında yönetmen- oldukça yakınsınız demektir sevdiklerinizi kaybetmeye, ölümle karşılaşmaya.” demiş Haneke ve bir yakınının ölümünün ardından, yaşanılan duygular için bu filmi yazmaya başlamış. Georges rolü için de ilk düşündüğü isimmiş Jean-Louis Trintignant. Kızım çok sevdi 81 yaşındaki Trintignant’ın yorumunu. Evet, Haneke’nin belirttiği gibi iyi bir film için iyi oyunculara ihtiyacınız var. Filmin iki başrol oyuncusu, izleyiciye aktarılan aşkın sahipleri Jean-Louis Trintignant ve Emmanuelle Riva boşa çıkarmıyor Haneke’nin sözlerini, ikisi de gerçekten devleşmişler rollerinde.
Televizyon için yapmış olduğu çalışmaları dışında yanılmıyorsam tüm filmlerini izledim Michael Haneke’nin. Amour / Love / Aşk beni en çok etkileyen filmi oldu açıkçası. Haneke, güvercinler üzerinden çok hoş bir metafora yer vermiş filminde.
İlk güvercin sahnesinde pencereden daireye giren güvercinin çıkması için elinden geleni yapan Georges, güvercin ikinci kez daireye girdiğinde bu kez yakalamak için elinden geleni yapıyor. İlkinde muhtemelen ölümü çağrıştıran güvercini uzaklaştırmak için uğraşırken, karısı Anne’in yerine koyduğu ikinci kez gelen güvercinde ise onu sımsıkı sarmalamak istiyor.
Jean-Louis Trintignant, Haneke’nin ne kadar zorlu bir yönetmen olduğundan bahsederken boşuna “güvercinleri dahi yönetmek, yönlendirmek istedi” dememiş şakayla karışık. Bu yüzden dikkatle izleyin güvercin sahnelerini.
Filmde beni en çok etkileyen sahnelerden birinde, albümdeki eski fotoğraflara bakıyor Anne. Dudaklarından birdenbire “Çok güzel.” sözcüğü dökülüyor ve “Nedir o?” diyen kocasına “Hayat !” diyor.
Hep söylerim, olmadık imgeler olmadık imgelere yol açabiliyor; Amour / Love / Aşk filmi nedense aklıma Sting’in Moon Over Bourbon Street şarkısını ve bu şarkıdaki “Mecburum öldürdüğümü sevmeye, sevdiğimi de öldürmeye” sözlerini getiriyor.

4 Haziran 2012 Pazartesi

Michael Haneke'den "Aşk"

Cannes'da bu yıl yarışan filmlerden en çok merak ettiğim 81 yaşındaki Jean-Louis Trintignant (Z : Ölümsüz filminin gözüpek soruşturma savcısı olarak 1969'da Cannes'da en iyi erkek oyuncu ödülünü alan ama benim için her şeyden önce "Konformist" olan sevdiğim aktör) ile 85 yaşındaki Emmanuelle Riva (Hiroshima, Mon Amour / Hiroshima, My Love / Hiroşima, Sevgilim filminin hüzünlü aktrisi)'yı biraraya getiren Michael Haneke'nin Amour / Love / Aşk filmiydi. Altın Palmiye "Amour" filminin oldu. Neredeyse tüm filmleri tokat gibi suratınıza çarpan Haneke'nin aşk üzerine nasıl bir film çektiğini merakla bekliyorum. Jean-Louis Trintignant'ın bir söyleşide yönetmenle ilgili dediklerine de tamamen katılıyorum: "Haneke kadar talepkar bir yönetmenle karşılaşmamıştım." demiş Trintignant ve eklemiş: " Başından sonuna sinema nedir çok iyi biliyor ve filminin nasıl gözükeceği, gözükmesi gerektiğinin farkında. Bir Haneke filminde oynamak gerçekten çok zordu."
Haneke filminde oynamak ne kadar zordur elbette yorumda bulunamam ama çok iyi biliyorum ki bir Haneke filmini izlemek, hazmetmek, sindirmek de o kadar zor ! "Aşk" üzerine nasıl bir film çekmiş olabilir diye kafamda kurgular yaratıp beklemekten başka yapacak bir şey yok film sinemalarımızda vizyona girene dek... Ne yapalım, bekleyip göreceğim !
Bu arada, anlam dolu bakışlarıyla her iki oyuncunun da sözcüklere gereksinimi yok !
Amour

5 Ekim 2011 Çarşamba

Attenberg

Yorgos Lanthimos’un , çok tartışılan Kynodontas (Κυνόδοντας)/ Dogtooth / Köpek Dişi filminden bahsedince, peşisıra bu kez yapımcısı ve oyuncularından biri olduğu Athina Rachel Tsangari’nin 2010 yapımı Attenberg filminden bahsetmemek olmaz dedim kendi kendime. İki Yunan yönetmen hoş bir dayanışma sergiliyorlar işlerinde. Çünkü Athina Rachel Tsangari de Kynodontas filminin yapımcılarından biriydi. (Hemen bir ilave not, Yorgos Lanthimos’un bu ay sonunda Yunanistan'da vizyona girmesi beklenen son çalışması Alpeis / Alps filminin de yapımcılarından biri Athina Rachel Tsangari.)

Filmin adı, ayrıntılı doğa belgesellerini çeken, sunan İngiliz bilim adamı Sir David Attenborough ’un adının yanlış telaffuzundan kaynaklanıyor. Nasıl Sir David Attenborough dünya üzerindeki tüm canlıları en ince detaylarına kadar inceliyorsa, Tsangari de hem yazıp hem yönettiği filminde küçük bir Yunan sanayi kasabasında, henüz 20li yaşlarının başında olduğunu düşündüğüm Marina adındaki genç bir kız ve O’nun ölmek üzere olan hasta babası üzerinden insan türünü inceliyor, irdeliyor filminde.Bella ve MarinaBella ve MarinaBella ve MarinaMarina televizyonda sürekli Sir David Attenborough ’un belgesellerini (Planet Earth serisi) seyrediyor ve en yakın arkadaşı Bella’yla belgesellerde izlemiş olduğu hayvanların (özellikle gorillerin) taklidini yapıyor. Yönetmen özellikle bu hayvan taklidi sahnelerini film boyunca sahne atlamalarında bir üst sahne gibi aktarmış. Birdenbire başka bir sahne izlerken, kolkola ya da elele Marina ve Bella ortaya çıkıverip, kısa gösterilerini yapıyor ve başka sahneye geçiyor film. Müsamereye çıkmış iki okullu kız izliyormuş gibi hissediyorsunuz ikilinin tüm performanslarında. Düşünüyorsunuz, hangisi daha iyi, insan gibi kalmak mı hayvan gibi davranmak mı?

Marina’nın babası Marina'nın annesi öldükten sonra öylesine korunaklı yetiştirmiş ki kızını (Kynodontas filmindeki gibi had safhada faşizan bir tutum yok bu filmde ama pek çok açıdan bu filmle örtüştüğü sahneler var Attenberg filminin), halen büyümesini tamamlayamamış Marina, yetişkin olmakta (kime ve neye göre yetişkin, bu da ayrı konu elbette) geç kalmış. Aslında baba da tekerlekli iskemlenin üstünde hastane koridorunda sarfettiği “Yeni yüzyılın ellerine hiçbir şey öğretmeden bırakıp gidiyorum seni...” derken farkında sonuna dek çocuğunu hayata hazırlayamamış olduğunun. Korunaklı yetiştirirken çocuklarını aslında en büyük kötülüğü yaptığının farkında olmalı her ebeveyn (ki kendimi de dahil ediyorum korunaklı çocuk yetiştiren anneler gubuna !).

Babasının ölümü yaklaşmışken, cinsiyet, seks, arkadaşlık, hayat kavramlarını bir an önce çözüp kendi ayaklarının üzerinde durmayı öğrenmesi gerekmektedir Marina’nın, bir de elbette belgesellerdeki ayrıntılarda kaybolmaması gerektiğini. Tamam ayrıntılar hoştur, güzeldir, insanı renklendirir ama bazen salt sade yaşamaktadır tüm erdem !
Yunan sineması Yorgos Lanthimos ve Athina Rachel Tsangari ile çok hoş işler çıkartacağını müjdeliyor bence. İzlerken yer yer bunalmakla birlikte eleştiri tarzlarını ve sinema dillerini ilginç bulup sevdiğimi söylüyorum tereddütsüzce.

4 Ekim 2011 Salı

Kynodontas

Yorgos (Giorgos) Lanthimos, çok tartışılan Kynodontas (Κυνόδοντας)/ Dogtooth / Köpek Dişi filminde, yetiştiğimiz, çocuklarımızı yetiştirdiğimiz toplumun en küçük birimi olan ailede bir baba ve annenin çocuklarını dış dünyadaki tehlikelerden korurken nasıl faşizan olabileceklerini pek rahatsız edici biçimde anlatmış… Eğer “rahatsız eden filmler” kategorisi açmış olsaydım, rahatlıkla Pier Paolo Pasolini’nin Salo filmi ile Michael Haneke’nin Das Weisse Band filminin önüne geçerek birinci sıraya yerleşirdi Kynodontas.KynodontasDış dünyayla tek bağlantıyı evden işe gidip gelmekle babanın yaptığı, annenin gönüllü olarak, iki yetişkin kız ve bir erkekten oluşan üç kardeşin ise bilmeden katlandıkları izole yaşam, izleyene doksandört dakika boyunca sürekli sebep – sonuç – çözüm sorgulaması yaptırtıyor. Ancak tıpkı Michael Haneke gibi ne sebep gösteriyor Lanthimos, ne de çözüm üretiyor. Filmini sunuyor ve çekip gidiyor, elbette hazmetmesi de izleyiciye kalıyor.
Filmde, bize belletilen, öğretilen herşeyden farklı bir dünya yaratmış, kendi eğitim sistemleriyle, kavramlarıyla çocuklarına hükmeden bir anne-baba var.Bu teyp farklı sözcükler öğreten teyp !Hazırladıkları kasetlerle bildiğimiz sözcükleri değişik anlamlar-kavramlar yüklenmiş olarak öğretiyorlar çocuklarına. Gerçekten, "Dil nasıl yok edilir?"´e oldukça iyi bir örnek, bu filmde gösterildiği biçimde sözcük eğitimi vermek; beyin yıkamak... Telefon, tuzluk demek(!), zombi de bahçedeki küçük sarı çiçek(!), deniz ise büyük koltuk(!). Baba, eve alınan su şişelerinin etiketlerine dek söküyor; çünkü dış dünyayla bağlantı kurulabilecek her şeyi yok etmek gerek ki zarar vermesin çocuklara! Çitlerin, duvarların dışında, insanları yiyen canavar kediler var. Kedilere karşı havlamak gerek. Uçaklar zaman zaman gökten aşağıya düşebilen oyuncaklar...KynodontasTelevizyon yok, sadece babalarının yine kendilerini çektiği video filmleri izleyebiliyor çocuklar. Birbirleriyle kıyasıya rekabet içindeler. Günlerini oynadıkları tuhaf oyunlarla geçirip ödül olarak çıkartmalarını almalarını bekliyorlar. Frank Sinatra’yı dedeleri olarak tanıyorlar.
Dışarıdan tek temas kurulan kişi, erkek çocuğun cinsel dürtüleri giderilsin diye para karşılığı babanın işyerinden gelen güvenlik görevlisi genç bir kadın. Tüm işleri karıştıran, babanın kurduğu otoriteye çomak sokan da dış dünyadan tek bağlantı olan bu kadın oluyor filmde. Ne demişler insanın başına ne gelirse meraktan gelir! Kadının, çocukların aklını karıştırdığının ayırdına varınca baba, keskin bir çözüm yolu buluyor ve karısıyla birlikte büyük kızlarını erkek çocuklarına sunuveriyor.
Çocuklar durumun ayırdına varmaya başlayınca işlerin hiç de evlerindeki kurulu düzen gibi olmadığının, yüksek çitlerin, duvarların arkasındaki evlerinden ve bahçelerinden ibaret olan tüm dünyaları çatırdamaya başlıyor. Bu çatırdama, "otorite nasıl yerle bir edilir?"´e dek yavaş yavaş sürüklüyor evdekileri. Evet, evet, dışarıda bir hayat var ne kadar gizlense de saklansa da gidip elmayı almak gerek ! Oysa biliyor ki çocuklar, anne ve babalarının kendilerine bellettiği üzere dışarıya çıkabilecekleri tek zaman (filme adını da veren) köpek dişlerinin düştüğü zaman. Besinleri koparmamıza yarayan köpek dişlerinin en sağlam dişlerimiz olduğunu anımsatmama gerek var mı?
Ailenin büyük kızının, eve gelen güvenlik görevlisi kadından gizlice edinip izlediği Jaws ve Rocky IV filmleriyle “içinden filmler geçen filmler” kategorime yerleşiyor Yorgos Lanthimos'un 2009 yapımı Kynodontas filmi..!

24 Haziran 2010 Perşembe

Das Weisse Band - Eine Deutsche Kindergeschichte

Michael HanekeMichael Haneke, “Duygusal Buzlaşma” üçlemesiyle (bakınız ve başlıklara tıklayınız: Der Siebente Kontinent // Benny’nin Videosu // Tesadüfi bir Kronolojinin 71 Parçası ) ile kalbimi fetheden ve sevdiğim yönetmenler deyince hemen üst sıralarda aklıma gelendir.
Haneke’nin 2009 yapımı Palm d’Or / Altın Palmiye ödüllü Das Weisse Band - Eine Deutsche Kindergeschichte / The White Ribbon / Beyaz Bant filmi sizi gayet usul usul bir biçimde sarsıyor. Yönetmenin bir röportajında dediği gibi "Kötümser olanlar, eğlencelik filmleri yapanlar. İyimser kişi, insanları sarsıp kayıtsızlıktan kurtarmaya çalışır." Her Haneke filminde olduğu gibi Das Weisse Band filminde de oturduğunuz koltukta iyice rahatsız olup, bunalıp, daralıp, gerilip kayıtsız kalamıyorsunuz.Köy çocuklarıKöy çocuklarıSiyah-beyaz 144 dakika boyunca, I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Kuzey Almanya'da Protestan, sakin, kendi halinde bir köyde görevli bir öğretmenin ağzından “eine Deutsche kindergeschichte / bir Alman çocuk öyküsü” havasında geçmişe dönerek, o sessiz sakin köyde 1913 – 1914 yıllarında yaşanmış olan garip olayları izliyoruz.

“Sizlere anlatmak istediğim hikayenin tamamen doğru olup olmadığını bilmiyorum. Zaten bir kısmı da kulaktan dolma bilgiler. Üzerinden bunca yıl geçmesine karşın büyük bir kısmı belirsizliğini koruyor ve birçok soru da cevapsız kalmış durumda. Ama sanırım köyümüzde meydana gelen bu garip olayları anlatmak zorundayım. Anlatacaklarım belki de bu ülkede olmuş bazı şeyleri açıklığa kavuşturabilir.” diye başlayınca öğretmen, -hani filmin anlatmış olduğu yıllar tutsa- Adolf Hitler’in çocukluğunun geçtiği köyü mü izleyeceğiz acaba diye düşünmedim değil ! (Hemen bu noktada ilgilenebilecekler için Aytunç Altındal’ın “Bilinmeyen Hitler” kitabını salık vereceğim.) Elbette yıllar tutmuyor dolayısıyla Hitler’in çocukluğu değil izlediğimiz ama iktidara geldiğinden itibaren şekillenmeye başlayan, Hitler’in sorgusuz sualsiz nasyonel sosyalizmi, faşizmi kabullenen ve uygulayan Nazi subaylarının, ruhsuz ve donuk Nazi kadınlarının çocukluğunu izliyoruz.Papaz ve ailseiMartinPapaz ve oğlu MartinMasumiyetlerini hatırlamaları ve ona göre davranmaları için kendilerini düzeltene kadar köyün Papaz’ının yaşça diğerlerinden büyük iki çocuğu Klara ve Martin’in koluna taktığı beyaz banttan alıyor film ismini. Köydeki gündelik hayatlarında ensestten her türlü sözsel ve fiziksel eziyete, cezaya maruz kalan, katı, ağır, sonsuz bir disiplinle psikolojik baskı altında yetiştirilen bu köyün çocukları önce tepkilerini en yakında ezebileceklerine, üzebileceklerine gösteriyorlar. Ancak çok değil 20 – 25 yıl sonra da başkalarına bant takmaya başlıyorlar. Ve işte bu çocuklar ki, mantığımın bugün bile algılayamadığı bir biçimde, topyekun bir itaatle Nazi Almanyası’nın temellerini oluşturuyorlar.

Her zamanki gibi sebep öne sürmüyor ve çözüm önermiyor Michael Haneke. Size olayları sunuyor ve işin içinden çıkıyor. Hazmedip hazmetmemek size kalıyor !

24 Aralık 2007 Pazartesi

Der Siebente Kontinent

Eva neyi düşlüyor ?Michael Haneke'nin "Duygusal Buzlaşma" üçlemesinin ilk filmi olan Der Siebente Kontinent / Yedinci Kıta'yı en son izledim. Üçlemeden beni en çok etkileyen doğrusu Yedinci Kıta oldu.

“Yedinci Kıta’da ne? Sadece altı kıta var diye düşünebilirsiniz. Yedinci Kıta, daha iyi bir dünya arzusu, bu modern dünyanın çatlaklarını zorlayarak ortaya çıkan, ancak sadece o en acı meyvayı veren bir kıta mı yoksa?...Soğukluk...Bize en çok sorun yaratan şey işte bu. Kendimize ve başkalarına karşı esnekliğimizi yitirmemize neden olan bu kayıtsızlık. Benim bütün filmlerim bu temayı ele alıyor.” demiş Michael Haneke.

Yaşam bu kadar anlamsızsa çırpınmalarımız nereye kadar ? Niçin biriktiriyoruz ve daha ne kadar biriktirebiliriz ? Neden ? Diyorum ben !

18 Aralık 2007 Salı

Tesadüfi bir Kronolojinin 71 Parçası

Bir röportajında okumuştum. Michael Haneke "insanları etkilemek istiyorsan onlara filmin kurmaca olduğunu unuttur" diyordu. 71 Fragmante Einer Chronologie Des Zufalls / Tesadüfi bir Kronolojinin 71 Parçası isimli filmi kurgu ama bunu unutturmuş gerçekten de Haneke...

17 Aralık 2007 Pazartesi

Funny Games

Paul oyun oymayı seviyor.
Sanki, Benny'nin Video'sundaki Benny büyümüş, tam anlamıyla sapıtmış ve karşımıza Paul olarak çıkmıştır. Funny Games / ülkemizde oynadığı adıyla Ölümcül Oyunlar ile Michael Haneke izleyiciyi rahatsız etmeye devam ediyor. Filmin Funny Games yani Eğlenceli Oyunlar adının aksine oynanan oyunlar hiç de eğlenceli değil ! Katı kuralları var en başta, uyulması gereken katı kurallar ve oynamamazlık da edemiyorsunuz. Kaçıp kurtulmak yok ! Öyle bir rahatsızlık veriyor ki Haneke'nin izleyici ile oynadığı oyun, hani nefes alıp tamam her şey bitti diye düşündüğünüzde çok daha korkunç bir olay oluveriyor.
Haneke, Benny'nin Video'su filmine de Ölümcül Oyunlar'daki uzaktan kumanda sahnesi ile muhteşem bir gönderme yapıyor.

12 Aralık 2007 Çarşamba

Benny'nin Videosu

Geçtiğimiz Cumartesi günü Michael Haneke'nin “ Duygusal Buzlaşma ” üçlemesinin DVD'lerini aldım. Üçlemeyi izlemeye 1992 yapımı ortadaki filmden başladım. “ Benny’s Video / Benny’nin Videosu ” Üçlemenin ilk filmi ; “ Der Siebente Kontinent / Yedinci Kıta ” 1989 yapımı. Üçlemenin son filmi 1994 'te tamamlanmış: “ 71 Fragmente einer Chronologie des Zufalls / Bir Şans Kronolojisinin 71 Parçası ”.
Benny'nin Videosu
Benny's Video / Benny'nin Videosu sarsıyor izleyeni. Uygar (!) dünyayı, burjuva yaşantıları hayli acımasızca eleştiriyor bu filminde Haneke...Tüm merakı şiddet dolu, tuhaf video filmler kiralamak ve izlemek, yatak odasının camından dışarıyı ve de yatak odasını kamera ile filme almak olan Benny var karşımızda. Genç henüz, 14 yaşında...Film Benny'lerin çiftliğinde öldürülen bir domuzun Benny tarafından video kameraya çekilmiş filmiyle başlıyor. Benny domuzun öldüğü andan geriye sararak filmi tekrar tekrar izliyor. Domuz canlanıyor filmi geriye sarınca, sonra tekrar ölüyor. Video kameraya hükmetmek kolay. Geriye sarıyorsun, hiç bir şey olmamış gibi her şey !
Modern burjuva ailenin çocuğu olan bu yalnız, saplantılı, rahatsız edici çocuk evde yalnız olduğu haftasonunda video dükkanı önünde gördüğü yaşıtı bir genç kızı evine davet ediyor...Beklenen hoş bir aşk hikayesi olabilir değil mi ? Ama öyle değil işte: Benny kızı önce kameraya alıyor ve sonra çok rutin bir iş yapıyormuşçasına öldürüveriyor. Öldürme aracı çiftliklerinde domuzu öldürmek için kullanılan özel bir silah. Bu silahı da gizlice edinmiş çiftlikten. Anne ve baba eve dönüp, cinayet gerçeğini öğrenince oğullarının bu sebepsiz eylemini güzelce örtbas etmeye girişiyorlar...Sadece azarlanıyor Benny ve ortamdan uzaklaştırmak, başkalarına ya da polise bilgi vermesini önlemek hatta bir bakıma da ödül olarak bir Mısır gezisine götürülüyor annesi tarafından. Baba ise geride kalıyor ve ceseti ortadan kaldırma işini üstleniyor.

Haneke bir röportajında "Kötümser olanlar, eğlencelik filmleri yapanlar." diyor ve ekliyor "iyimser kişi, insanları sarsıp kayıtsızlıktan kurtarmaya çalışır."

30 Kasım 2007 Cuma

Caché

Dün akşam televizyon kanallarının birinde Michael Haneke'nin Caché / Hidden / Saklı isimli filmi vardı. Ülkemizde "Saklı" diye oynayan "Caché"'nin ne anlama geldiğini düşündürtmeye yöneltti film önce. Erişilmek istenen bilginin gizlendiği yerin adı mı, zula mı, önbellek mi, nedir ? Sonra filmi izledikçe de Michael Haneke'nin aslında size bir bulmaca sunduğunu görüyorsunuz. Filmleri ile izleyiciyi ya da genelleme yapmayayım; filmleri ile beni rahatsız eden bir yönetmen Haneke. Üç filmini izledim toplam olarak; Code Inconnu / Code Unknown / Bilinmeyen Kod ve Le Temps du Loup / The Time of the Wolf / Kurdun Günü, son olarak da Caché / Hidden / Saklı. Beni rahatsız eden, düşündürten, içimi acıtan üç film !