30 Ağustos 2012 Perşembe

30 AĞUSTOS...

30 AĞUSTOS 1922 / 2012 = BÜYÜK ZAFERİN 90.YILI30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI'MIZ KUTLU OLSUN!.

24 Ağustos 2012 Cuma

Ghost World

Kim ne derse desin, ne olursa olsun, her zaman hayal ettiğiniz kadar, hayalleriniz kadar var olursunuz! Hayalet DünyaDaniel Clowes’un aynı adlı çizgi romanından uyarlanan, Terry Zwigoff’un 2001 yapımı Ghost World / Hayalet Dünya filmi, Amerikan bağımsız sinemasının en iyi örneklerinden. Ghost World, usul usul aklınıza gelebilecek her şeye, en başta ırkçılığa, kapitalizme, mantıksızlığa, aptallığa, sanata, aile kavramına güzel güzel dokunduruyor, izleyeni şaşırtıyor ve usunuzda hüzünle karışık bir tat bırakıyor.
Enid ve Rebecca, Amerika’daki küçük kasabalarında yaşayan iki iyi arkadaş. Çevreleriyle son derece uyumsuzlar ve kafalarının dikine hareket etmekten çekinmiyorlar. Liseden mezun olduklarında ne yapacaklarına dair hayli kafaları karışık ama Rebecca yavaş yavaş sisteme entegre olup bir bakıma normalleşiyor(!!!). Enid ise tam anlamıyla aykırı bir birey ve tek derdi böyle gelmiş böyle gider düzene bir şekilde çomak sokarak herşeyle başedebilmek.
Film güzel, Enid karakteri güzel, hiç gelmeyecek otobüsü durakta bekleyen Norman karakteri güzel, Enid’in tanıştığı plak biriktiren ayrıksı insan Seymour karakteri güzel, filmdeki tüm plaklar çok ayrı güzel !NormanEnid ve Seymour
Günün birinde tüm gidebilenlerin, hayalete dönüşebilenlerin olsun
Ghost World!
Bir de minik sözcük oyunu: "Hayal-et Dünya" :-)
Enid

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Kirschblüten – Hanami

Doris Dörrie’nin 2008 yapımı Kirschblüten – Hanami / Cherry Blossoms / Kiraz Çiçekleri filmi, son zamanlarda izlediğim en iyi, kalbime en çok dokunan filmlerden biri oldu.
Rudi ve TrudiÇok sevdiğiniz ama birlikteyken kanıksanmış bir sevgiyi yaşadığınız için çok da farkında olmadığınız, ayrı bir birey olarak karşınızdakinin hissettiklerini hiç bir zaman anlayamadığınız birini kaybedince, hayatı O’nun gözlerinden görmeye çalışmanın nasıl olabileceği üzerine Doris Dörrie oldukça iyi bir senaryo yazmış ve senaryoyu Almanya – Japonya hattında hem görsel hem de duygusal açıdan çok güzel bir filme dönüştürmüş.
Rudi ve YuYuJapon kültürünün en hoş dışavurumlarından biri olan "Butoh Dansı" filmde köşetaşlarından biri. II. Dünya Savaşı’ndan ağır bir yenilgiyle çıkan Japonların kendilerini ifade etme dansı diyebileceğimiz Butoh “gölgelerin dansı” olarak da biliniyor ve 1950lerle birlikte gelişmiş bu dans. İçsel özgürlüğe kavuşmanın bir yolu diyebileceğimiz Butoh Dansı filmde ana kahramanlardan hayatı boyunca hep belirli bir sistematiğin içinde yaşamış olan Rudi’nin yeterince tanıyamadığı karısı Trudi’yi kaybetmesinin ardından, hep karısının hayalini kurduğu Butoh dansçısına dönüşmesiyle hoş bir anlam kazanıyor.(Trudi'nin Butoh Dansı'nın keşfetmesine sebep olan Japon dansçısı Tadashi Endo'dur, filmde kendisi olarak yer almaktadır ve şuradan da çalışmalarına ulaşabilirsiniz.) Rudi ve TrudiButoh dansçıları, beyaza boyadıkları yüzleriyle kendilerini nötrleştirerek cinsiyetlerden sıyrılırlarmış. Geleneksel olarak durağan beyaz yüz, bastırılmış insanı temsil edermiş ama Butoh dansçısının beyazlatılmış yüzü dinamikliğin göstergesiymiş. Aynı zamanda masumiyet, endişe, korku ve sonsuzluk gibi ifadeleri de içerirmiş beyaz yüz.
Kiraz çiçeklerinin kısa süren güzelliği aslında ömrümüzün ne kadar da kısa olduğunu gösteriyor bize. Yaşadığımız her gün ömrümüzden kayıp giden zaman, bizi ölüme yaklaştıran bir süreç. Bu yüzden sahip olduklarımızın değerini yaşıyorken bilebilmek en önemlisi.

17 Ağustos 2012 Cuma

Hep Işığa Doğru !

Artık tüm ihtişamıyla ayçiçeklerinin zamanı !
Sunflower
[Ayçiçeği, Alman arkadaşımın bahçesinden. Tıklayın, fotoğraf büyüsün !]

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Müşfik Kenter geçti bu Dünya'dan.

Müşfik KenterMüşfik Kenter'i kaybettiğimizin haberini geçiyor ajanslar... Belleğimde her zaman Arzu Tramvayı'ının Stanley'i ve Sevmek Zamanı'nın Halil'i olarak hiç unutulmayacak sevgili usta oyuncu Müşfik Kenter !

Sihirli Bir Yer: Maggiore Gölü

Sevgili öğretmenim, arkadaşım, İtalya'nın kuzeyindeki eski buzul göllerinden Maggiore Gölü'nü o kadar güzel fotoğraflamış, göldeki Borromean Adaları'nı aynı karede yakalamış, her bir sokağı öyle güzel dondurmuş ki, gidip görmüş, Pescatori, Madre ve Bella Adası'nın her bir sokağını adım adım dolaşmış kadar oldum !
[Tıklayın, fotoğraflar büyüsün !]

Maggiore Gölü'ndeki Üç AdaMaggiore GölüGüzel Bir SokakGüzel Bir SokakGüzel Bir SokakPescatoriMadreBella

14 Ağustos 2012 Salı

Biruma no tategoto

Kon Ichikawa’nın siyah-beyaz, 1956 yapımı Biruma no tategoto / The Burmese Harp / Burma Arpı filmi, II. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra yapılmış, Japonya’nın en dokunaklı savaş karşıtı filmlerinden biri. Michio Takeyama’nın romanından uyarlanan film, 1943 yazında Burma’da başlar. Japon ordusu Pasifik Cephesi’nde saldırdığı ülkelerden Burma’da ciddi bir İngiliz savunmasıyla karşılaşır. Bir Japon birliği Burma ormanlarında kaçmaya çalışırken, komutanlarının yönlendirmesiyle moral toplamak için şarkılar söylerler. Mizushima adında bir asker kendi kendine Burma Arpı (Burma dilinde “saung” denilen Burma Arpı için bildiğimiz arpın daha kısasını ve daha kolay taşınabilir olanını düşünün.) çalmayı öğrenmiştir ve arkadaşlarına şarkı söylerken ezgileriyle eşlik eder.Burma ArpıAskerlerin kaçma teşebbüsleri planladıkları gibi gitmez, Mudon esir kampına gönderilmek üzere İngilizler tarafından yakalanırlar. İngiliz komutan, çok yakındaki dağlık bölgede başka bir Japon birliğini teslim olmaya ikna etmek üzere aralarından bir Japon askerini göndermelerini isteyince, Mizushima gönüllü olur. Dağdaki arkadaşlarını ikna edecek daha sonra da Mudon esir kampına kendi imkanlarıyla ulaşıp arkadaşlarının arasında katılacaktır. Dağdaki Japon birliği teslim olmak yerine, ölümüne savaşmayı tercih eder. Ağır İngiliz saldırısında Mizushima dışındaki tüm Japon askerleri ölür. Mizushima’nın Mudon kampına götürülen kendi birliğindeki arkadaşlarına kavuşma yolunda karşılaştığı çürümeye terkedilmiş korkunç haldeki Japon askerlerinin cesetleri tüm bakış açısını değiştirecek, büründüğü Budist rahip giysileri içinde kendisine farklı bir misyon edinecektir.
Pasifik cephesi’nde yayılmacı bir politikaya kapılan Japonya, II. Dünya savaşı’nın bedelini en ağır ödeyen ülkelerden biri. Kon Ichikawa’nın Biruma no tategoto / The Burmese Harp / Burma Arpı, savaş sonrasında savaşın anlamsızlığını bir asker üzerinden aktaran en anlamlı yanıt.
Filmde Japon askerlerinin söylediği 150 yıllık “Home, Sweet Home / Evim, Güzel Evim” şarkısının Japonca versiyonunun adı “Hanyuu no Yado"’ imiş ve şuradan öğrendiğim üzere çamurdan yapılmış ev anlamına geliyormuş.

10 Ağustos 2012 Cuma

Burma VJ: Reporter i et lukket land

Burma VJ: Reporter i et lukket land / Burma VJ: Reporting from a Closed Country / Burma VJ: Kapalı Bir Ülkeden Haberler belgeseli (dökümanter filmi), Burma’da 2007 yazında Budist rahiplerin protestolarıyla başlayıp ülke geneline yayılan ancak askeri yönetim tarafından hayli acımasız bir şekilde bastırılan direnişin öyküsünü, bir kaç Burmalı amatör "video" gazetecisinin el kameralarıyla çekip Dünya’ya ulaştırabildikleri görüntülerden oluşuyor. Danimarkalı dökümanter film yönetmeni Anders Østergaard, Burma’dan dışarıya çıkartılabilen görüntüleri derlemiş, çekimleri yapan video gazetecilerinin kimlikleri gizlenmiş ve ortaya sıradışı bir gerçeklik anıtı çıkmış.
1988’de Aung San Suu Kyi’nin liderliğinde ilk geniş çaplı demokrasi hareketini başlatan Burma halkı pek çok insanın katledilmesiyle sona eren bu olaylardan sonra uzun bir süre sessiz kalmış. 15 Ağustos 2007’de bir anda petrol fiyatlarının iki katına çıkarılması yavaş yavaş küçük çaplı hareketlendirmeleri başlatmış ve ülke tarihinde ilk kez rahiplerin de katılımıyla eylemler yayılmaya başlamış.Burma VJ: Reporter i et lukket landKoşulların bir nebze olsun iyileştirilmesi için başlayan direniş hareketleri, yürüyüşler ve eylemler, Burma'nın Demokratik Sesi (DVB) adı altında birleşen video gazetecilerinin an be an gizledikleri el kameralarıyla mümkün olduğu ölçüde belgelenmiş. Her an yakalanma ve öldürülme riskiyle karşı karşıya olan bu bir avuç gazeteci, askerler tarafından bir kez yakalanıp açığa çıktığı için Tayland’a kaçmak zorunda kalan Joshua takma adlı gazeteciye görüntüleri ulaştırmaya çalışmış. Yönetmen Anders Østergaard, bu cesur video gazetecilerinin çekimlerini başka bir işlemden geçirmeden, mevcut görüntülerle bir araya getirmiş ve üzerine çekimleri yapanların çekim anındaki yaşadıkları duygulu anlar, muhabirlerin belge aktarımları sırasında birbiriyle olan telefon görüşmeleri eklenince oldukça etkileyici bir yapıt izleyiciye sunulmuş.Burma VJ: Reporter i et lukket land
İzlediklerimiz bir senaryoya bağlı ve kurgulanmış görüntüler değil, 2007 yazında Burma sokaklarında olan gerçek olaylar. Farkına vardırılmak iyi, ister Burma’da ister Dünya’nın herhangi bir yerinde olsun yapılmış/yapılmakta olan haksızlıklara karşı bir şeyler yapamamak, sessiz kalmak utanç verici!

9 Ağustos 2012 Perşembe

Beyond Rangoon

İngiliz yönetmen John Boorman, muhtemelen, 6 yıılık ilk ev hapsinden sonra 1995’te serbest bırakılan Burmalı demokrasi savaşçısı Aung San Suu Kyi’nin demokrasi hareketine, direnişine dikkat çekmek için Beyond Rangoon / Rangoon(Yangon)’nun Ötesinde filmini aynı yıl çeker. Film, Aung San Suu Kyi’nin annesinin hastalığı nedeniyle yıllar Londra’dan Burma’ya döndüğü 1988 yılında geçmektedir ve ülkemizde “Burma’nın Gözyaşları” adıyla tanınmaktadır.
John Boorman’ın, Alex Lasker ve Bill Rubenstein’in ortaklaşa senaryosundan kotardığı filmi gerçek olaylara dayanmakta. Boorman, Malezya ve Tayland’da gerçekleştirdiği çekimleriyle, bir Batılı (Amerikalı) turist kadının gözünden 1988’de Burma’da neler olup bittiğini keskin bir şekilde aktarır. Oğlu ve kocası kendi evlerinde bir soygun sonucu vahşice öldürülen ana kahraman, Amerikalı doktor Laura Bowman kızkardeşinin zorlamasıyla egzotik (!) Asya’ya tatile gelir. Turlarının başlangıç ülkesi Burma’da turistlerin en fazla 7 gün kalmasına izin verilmektedir. Turun son akşamı sürekli vahşice öldürülen kocası ve oğlunu hayallerinde yaşatan, kabusa dönüşen rüyalarında hep onları gören Laura Bowman sıcaktan ve nemden bunalıp kendini sokaklara atar. Çaresizce sokaklarda koşarken birdenbire Aung San Suu Kyi’nin konuşma yapacağı gösteride bulur kendini. Kadın liderin silahlı askerlere karşı korkusuzca duruşu hayalle gerçek, ölümle hayat arasında sıkışmış Laura Bowman’ı derinden etkiler. Askerlerin müdahalesi ile demokrasi gösterisi iyice karışır. Laura, bir şekilde kalabalıktan ayrılıp gecenin bir vakti oteline döndüğünde pasaportunu bulamaz ve ertesi sabah turist grubuyla Bangkok’a uçamaz. Kızkardeşi derhal Amerikan Elçiliği'ne giderek yeni paspaort çıkarmasını ve hiç vakit kaybetmeden bulabildiği ilk uçakla Bangkok’a uçmasını tembihler ve Laura’yı Rangoon’da maalesef tek başına bırakarak uçağa biner.U Aung Ko ve Laura BowmanLaura Bowman pasaport yerine geçecek çıkış belgesini elçiliğe giderek almasına hemen alır ama uçağa falan binmez. Sokakta şans eseri rastladığı, eski tarih profesörü yeni gayriresmi turist rehberi U Aung Ko ile tanışır, turistik geziden daha ötesini görmek için bu bilge kişiyi kiralar ve de asıl film bu noktada başlar !Beyond Rangoon
Filmden daha fazla bahsetmeyeceğim çünkü meraklısı mutlaka bulup izler diye düşünmekteyim. Sadece filmin Burmalı oyuncusu U Aung Ko’nun aynı adla filmde yer aldığını görünce açıkçası meraklandım ve şuradan okuyabileceğiniz üzere, gerçekten de görüşleri nedeniyle ülkesinden ayrılmak zorunda kalarak artık Paris’te yaşamakta olan U Aung Ko’nun, John Boorman’ın ısrarlarıyla, kendisini oynadığını gördüm.Beyond Rangoon
Filmiyle ilgili son söz usta yönetmen John Boorman’dan olsun: "Filmler, fikirleri, siyasi doğruları ve yanlışları tartışmak için uygun bir ortam (forum) olmayabilir ama bir film, insanları (izleyenleri) Burma ile ilgili farkındalığa, duygusal tepki vermeye ve okuyup öğrenmeye yönlendirebilir." Bence de önemli olan da budur !
Bir izleyici olarak fazlasıyla uyuyorum John Boorman’ın tespitlerine !

8 Ağustos 2012 Çarşamba

The Lady

İzlenimlerimi günceme taşıma hızım, film izleme hızımla boy ölçüşemiyor; bu durumda mevsimin yaz olmasının da etkisi var elbette. Ancak bir süredir beni şaşırtan filmler izlediğimi belirtip, fırsat oldukça, yavaş yavaş bunları da buraya aktaracacağım; bugün, hazır ülkemizin de gündemindeyken, (Arakan Katliamı - Burma'daki Müslüman Azınlık Arakanlar veya Rohingyalar) Birmanya, Burma ya da yeni adıyla Myanmar’ın Nobel ödüllü muhalif kadın lideri, demokrasi direnişçisi Aung San Suu Kyi’nin pek bilinmeyen özel hayatının, ağırlıklı olarak 1988 – 1998 arasındaki dönemine odaklanmış, Luc Besson’un 2011 yapımı The Lady filminden bahsedeceğim. Aung San Suu KyiLuc Besson’un, "çelik orkide" lakabı da takılmış bu harika kadın Aung San Suu Kyi’nin mücadelesinden, kişisel mutluluğunu ülkesinin demokratik özgürlüğüne feda etmesinden etkilendiğini zannediyorum. Yönetmen, Rebacca Frayn’ın, üç yıl zarfında, Aung San Suu Kyi ile temasta olan kişilerle de görüşerek tamamladığı senaryosu üzerinden filmini kotarmış; üstelik bir el kamerasıyla turist gibi gittiği Burma’da da gizli çekimler gerçekleştirmiş. Fakat yönetmenin belirttiği gibi The Lady filmi öncelikle Aung San Suu Kyi ile akademisyen-yazar kocası Michael Aris’in zorunlu olarak ayrı kalmalarına, gelişen tüm engellere karşın, yılmadan, bitmeden süren büyük aşklarının öyküsü...
Filmde Aung San Suu Kyi’i Michelle Yeoh, kocası Michael Aris’i ise David Thewlis canlandırıyor.
19 Haziran 1945'de Burma’da doğan Aung San Suu Kyi’nin babası, Burma Bağımsızlık Ordusu'nun kumandanlarındanmış. Ülkesinin demokratikleşmesi için büyük çaba gösteren general, 1947'de bir suikaste kurban gidiyor... Suu Kyi o esnada henüz iki yaşındadır. Filmde, Suu Kyi’i ilk kez göl kenarındaki evlerinin bahçesinde oturduğu tahta şezlongta, babasıyla oynarken görürüz. Bu sahnenin akabinde, general ve arkadaşları öldürülecek ve Suu Kyi ile annesinin hayatı tamamıyla değişecektir. Daha sonra, film 1998 yılına sıçrar. Suu Kyi’nin kocası Michael Aris’in, kanser olduğunu öğrendiği sahne ile film ileri-geri giderek bize Suu Kyi’nin özel hayatının 1988 – 1998 yılları arasındaki dönemine yoğunlaştırır.
Oxford Üniversitesi'nin "Tibet ve Himalaya Dilleri Kürsüsü"´nde ders veren akademisyen-yazar eşi Michael Aris ve iki yarı İngiliz, yarı Burmalı erkek çocuğuyla, Londra’da mutlu bir yaşantısı olan Suu Kyi, annesinin hastahaneye kaldırıldığını öğrendiğinde ülkesine döner. Dönüşünde ülkesinde tanık olduğu, askeri rejimin şiddetinden dolayı, dehşete kapılarak, şaşkınlık geçirir. Ülke aydınlarının etkisiyle ve haklı baskılarıyla, yavaş yavaş göl kenarındaki baba yadigarı evini, demokrasi hareketinin merkezine dönüştürürerek, halkının gözünde onları kurtarabilecek tek lider olarak ilerler... Annesinin hastalığı sebebiyle döndüğü ülkesini, bir daha çıkış yaparsa dönüşüne izin verilmeyeceği için bırakamaz. Eşi ve çocukları Londra’daki hayatlarına devam ederken, Suu Kyi ülkesinde demokrasiye geçilmesi için bir an önce seçimlerin yapılması amacıyla tüm gücüyle çalışmaktadır.Suu Kyi ve<br />Michael
Suu Kyi ve oğullarıFilmde, Suu Kyi’nin Burmada’ki çabaları, rejimin kendisini yıldırmak için yaptıkları, ev hapsinde tutulduğu sürede yaşadıkları, eşi Michael’in güvenliğini biraz olsun artırabilmek amacıyla, Suu Kyi’nin Nobel Barış Ödülü alabilmesi yönündeki çalışmaları (-Bu ve benzeri konularda onlara yardım maksadıyla, Desmond Tutu'nun çabaları da aktarılmış filmde.-), çocuklarının durumu, özlemleri oldukça dozunda tutularak yansıtılmış. Gandhi'nin pasif direnişini örnek alan muhteşem kadın karakterimiz, bir film karakteri değil! Gerçekten yaşıyor ve durum, henüz pek de değişmiş değil oralarda... Aslında anlatılan Suu Kyi ve Michael Aris arasındaki güçlü aşk olduğu için de, ülkenin yıllardır yaşadığı şiddet hep biraz daha arka planda tutulmuş. Ancak elbette "ne olup bitiyor, nasıl bir yönetimdir" farkına vardırtılıyorsunuz ister istemez.
Luc Besson, sahip olabildikleri az bilgiyle Aung San Suu Kyi’nin ev hapsi altındaki yaşantısını canlandırdıklarını belirtmiş röportajlarında. Sadece ellerindeki fotoğraflarla, Burma’daki evini yaratmayı başarmışlar, öyle ki “Google Earth”’ü kullanarak, evin gölden uzaklığını ölçmüşler. Evdeki perdeleri, piyanoyu, kısacası herşeyi, yeni baştan ortaya çıkarmışlar. Filmi izlerken en çok halkının özgürlüğünün sessiz ama sabırlı savaşçısı Aung San Suu Kyi'nin, kendisi üzerine yapılmış bu filmi izleyip izlemediğini merak ettim. Çok fazla araştırmadım ama rastladığım gazete haberlerinde Luc Beson’un belirttiği üzere, Aung San Suu Kyi, özellikle babasının ve eşi Michael’in ölümlerine dair olan sahneler sebebiyle, henüz kendinde filmi izleyecek gücü bulamamış. Cesaretini topladığında izleyecekmiş ama Luc Besson’a bu filmi çektiği için teşekkürlerini sunmuş. Bu bilgi Kasım 2011'e dayandığı için ne kadar günceldir bilemiyorum, belki de Suu Kyi izlemiştir çoktan The Lady filmini.
Ben de, Fransız Sineması'nın popüler yönetmeni Luc Besson’a, yaşamıyla beni de etkileyen Aung San Suu Kyi’nin hakkında daha fazla bilgi edinmeye yönlendirdiği için teşekkür ediyorum. Hazır, konuya değinmişken, Suu Kyi'nin neden (henüz) Arakan Katliamı ile ilgili bir demecinin olmadığını da, bazı bireylerin, sanal alemde sorguladıklarını aktarmalıyım. Kişisel düşüncem, Suu Kyi'nin, bu acı durum karşısında sessiz kalmaması gerektiğidir. Galiba, şu an için bu konuda açıklama yapabilecek halde değil sınırlandırılmış özgürlüğü nedeniyle... Öyle umalım...
Aung San Suu Kyi’nin, filmin sonunda yer verilmiş şu cümlesine dikkat çekmeliyim :
“Lütfen özgürlüğünüzü bizimkini de yükseltmek için kullanın !”
Aung San Suu Kyi
1988'de Aung San Suu Kyi'nin ülkesine dönüşü sırasında geçen bir başka ve daha aksiyonlu film için şuraya bakabilirsiniz :
Beyond Rangoon (1995)
Burma'dan gizlice ülke dışına çıkarılan kayıtlardan kotarılmış bir belgesel içinse şuraya bakmalısınız :
Burma VJ: Reporter i et lukket land (2008)
Kon Ichikawa'nın klasikleşen, dev yapıtıysa, Burma'nın biraz daha eski dönemlerine, II.Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarına değinmekte; buradan buyrunuz :
Biruma no tategoto (1956)

7 Ağustos 2012 Salı

La boulangère de Monceau

Éric Rohmer 1962 – 1972 yılları arasında Les 6 Contes moraux
/ Six Moral Tales / Ahlak Üzerine Altı Hikaye
serisini çekmiştir. Bu serinin ilk filmi olan 1963 yapımı La Boulangére de Monceau / The Bakery Girl of Monceau / Monceau'daki Pastacı Kız, hukuk öğrencisi olan filmin esas oğlanının iki kız arasındaki bocalamasını ve sonunda kendi yorumuyla izleyiciye söylediği üzere tamamen “ahlak”a dayalı olarak ikisinden birini “esas kız” olarak tercih etmesi üzerine kurgulanmış 23 dakikalık siyah-beyaz kısa filmdir.Kararsız DelikanlıFilmin esas oğlanı aynı zamanda bir dış ses olarak izleyiciye tüm olanları anlatmakta, yorumlar yapmaktadır. Bu dış sesi filmde ünlü yönetmenlerden Bertrand Tavernier seslendirmiştir. Kızlardan biri ana kahramanının sürekli karşılaştığı ancak daha sonra ortadan birden kaybolan, daha üst sınıfa ait olduğu her halinden belli olan Sylvie, diğeri ise delikanlının ortalarda görünmeyen Sylvie’yi boş olduğu tüm zamanlarda rastlaştığı sokaklarda ararken bir şeyler atıştırmak için keşfettiği pastahanede çalışan Jacqueline adındaki genç bir kızdır.SylvieJacquelineDelikanlı için her gün pastahaneye uğrayıp kurabiye, tart ve benzeri ürünler almak rutin haline gelirken Jacqueline ile küçük sohbetleri de başlayacaktır. Delikanlının kafasının içinden geçenleri sürekli didaktik bir biçimde izleyiciye aktaran dış ses aynı zamanda delikanlı ne yapacak, nasıl bir karar verecek diye izleyiciyi meraklandırır da… Yavaş yavaş ahlaki açıdan delikanlıyı sorgulamaya başlarız acaba delikanlı ortalarda görünmeyen kendi sınıfından olan kızı yeniden bulacak mı ya da kendi sınıfından olmayan pastahanedeki genç kızla mı yoluna devam edecek diye 23 dakika boyunca sıkıntılar içine gireriz. Aşk sınıfsal ayrımcılığı yok sayabilir mi, kendi düzeyinde olmayan birine umut vermek ahlaksızlık mı, ahlak sadece ağızlarda gevelenen bir durum mu gibi düşünceler içerisinde kendinden emin, kibirli delikanlının notunu veririz gayri ihtiyari ! Daha fazla film üzerine ipuçları vermeden, Paris’te 8 ile 17 bölge sınırında olan Villiers metrosu yakınındaki caddelerle Monceau Parkı arasında, 1962 yılının Paris’inde siyah-beyaz dolaşmak filmden aklımda kalan en hoş noktaydı diyerek sonlandırıyorum bugünkü günce notlarımı.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Metin Erksan geçti bu Dünya'dan.

Metin ErksanTürk Sineması'nın en özgün yönetmeni Metin Erksan,
4 Ağustos 2012'de aramızdan ayrıldı.

Sinemamızın az sayıdaki ‘auteur’lerinden biri olan Metin Erksan, tüm filmlerini kendine özgü sinema diliyle anlatmıştır. "Sinema kültürdür" diyen Metin Erksan, benim için en çok her karesini fotoğraf haline getirip saklamak istediğim muhteşem filmi
Sevmek Zamanı demektir.