27 Ocak 2012 Cuma

Kar güzeldir !

Kar
Kar yağıyor İstanbul'a...
Uçuşuyor beyaz kar taneleri...

Dediği gibi Cahit Sıtkı Tarancı'nın;

"Ruhum karıştı gitti bu kar tanelerine;

Şimdi yağan kar değil, ruhumdur kar yerine."

25 Ocak 2012 Çarşamba

Theodoros Angelopoulos geçti bu Dünya'dan.

Theodoros Angelopoulos24 Ocak 2012 Salı gününün akşam saatlerinde, Öteki Deniz / The Other Sea adlı yeni filminin çekim çalışmalarında, Pire-Drapetsona otoyolunda bir motosikletin çarpmasıyla ağır yaralanan büyük usta Theodoros Angelopoulos, maalesef kaldırıldığı hastanede hayatını kaybederek "Zamanın Tozu"na karıştı. Toprağı bol olsun!

24 Ocak 2012 Salı

Bir Zamanlar Anadolu’da

Nuri Bilge Ceylan’nın Bir Zamanlar Anadolu’da / Once Upon a Time in Anatolia filmini en sonunda izledim. Elmalar sadece filmi değil hayata dair herşeyi özetliyordu!Elma dersem çık !ElmaElmaElmaElmaElmaElmalarElmalarDalından kopup (koparılıp) hızla suya sürüklenen elma, artık birlikte olmadığı (iki yıl kadar önce boşandığı) eşinin yanından geçip giderek (o da bir "elma" ile sembolize edilmiş kanısındayım), son tümseği aşacakken, başaramayacak ve öbür çürümüş elmalarla (filmin doktor dışındaki diğer ana karakterleri yani savcı, komiser ve zanlı) beraberce, onlardan azıcık ayrı durarak ama onların pozisyonundaki yazgısına, boyun eğecek! Bozkırda kalmak ya da kalmamak ve "büyüklerin günahını çeken çocuklara" masal/lar anlatmak! İşte tüm mesele...

17 Ocak 2012 Salı

Herkesin Mutlu Olduğu Bir Yer !

Belçikalı yönetmen Kaat Beels’in 2011 yapımı Swooni filmi, Brüksel’de sıcak hava dalgasının buram buram hissedildiği bir havada bir otelde 24 saat içinde geçen (ve bazıları çözümlenen) olaylara odaklanıyor. Belçika’ya yasadışı yollla göç etmeye çalışan Afrikalı Amadou yakalanınca oğlu Joyeux’a amcası Joseph’ten gelmiş olan kartpostalı vererek “git ve beni Swooni ’de bekle” diyor. Babasının kendisine sürekli tekrarladığı masalın içindeki Swooni diye adlandırılan herkesin mutluluk içinde yaşadığı daha iyi bir yere, umut ülkesine ya da filmdeki senaryoya göre Brüksel’deki Hotel de Swaen’e varıyor küçük Joyeux.Küçük Joyeux ve babası dışında, otelde kat görevlisi olarak çalışan Vicky ve hasta annesi ile kızkardeşinin düğünü için otelde bulunan Anna ve kocası filmin diğer karakterleri olarak karşımıza çıkıyor. Farklı farklı hayatlara sahip, hiç ortak noktası olmayan bu altı kişinin yolları oteldeki 24 saat içinde kesişiyor. Hangisi herkesin mutlu olduğu rüya ülkesine varabilecek bilinmez ama ağırlıklı televizyon için çalışmalar yapmış Kaat Beels’in ilk ciddi uzun metrajlı sinema çalışması olan Swooni, otel filmleri türü içinde, ele aldığı sorunların çok fazla derinine inmese de kendisini izlettiren hoş bir film olmuş.

Sonunda Kar Var !

Park güzel, karla kaplı ağaçlar, salıncak ve kaydırak güzel ! Kalıcı olmayacak gibi gözükse de karlar altındaki İstanbul sabahına erkenden uyanmak hepsinden güzel !

16 Ocak 2012 Pazartesi

İki Adalı'nın Ölümü

13 Ocak 2012 Cuma gecesi, önce sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısından olan "Ordinaryüs" lakaplı Lefter Küçükandonyadis'in ölüm haberi, sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kurucusu "Toros" kod adlı Rauf Denktaş'ın ölüm haberi geldi. İlki bir Türk kadar ülkesine bağlı, Türk futbolunun efsane Rum çocuğu, diğeri Kıbrıs'taki Rum egemenliğine, zulmüne karşı özgürlük savaşını vermiş, bağımsız bir Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için savaşmış efsanevi kahraman. Lefter Küçükandonyadis doğup büyüdüğü Büyükadası´na defnedildi 15 Ocak Pazar günü. Toprağı bol olsun. Rauf Denktaş doğup büyüdüğü, özgürlük savaşı verdiği adasında, Kıbrıs'ta defnedilecek 17 Ocak Salı günü. Allah rahmet eylesin.

13 Ocak 2012 Cuma

Éric Rohmer’den Ahlak Üzerine Altı Hikaye

Éric Rohmer 1962 – 1972 yılları arasında Les 6 Contes moraux
/ Six Moral Tales / Ahlak Üzerine Altı Hikaye
serisini çeker.
Bu serideki 6 film sırasıyla şunlardır:

* La Boulangére de Monceau / The Bakery Girl of Monceau / Monceau'nun Pastacı Kızı (1963)Monceau'daki Pastacı Kız
* La Carrière de Suzanne / Suzanne's Career / Suzanne’nın Kariyeri (1963)Suzanne’nın Kariyeri
* La Collectionneuse / The Collector / Koleksiyoncu Kız (1967)Koleksiyoncu Kız
* Ma nuit chez Maud / My Night at Maud's / Maud’la Bir Gece (1969)Maud’la Bir Gece
* Le Genou de Claire / Claire’s Knee / Claire’in Dizi (1970)Claire’in Dizi
* L'Amour l'après-midi / Love in the Afternoon / Öğleden Sonra Aşk (1972)Öğleden Sonra Aşk

Ahlak üzerine altı filmden La Boulangére de Monceau , La Carrière de Suzanne ve Ma nuit chez Maud siyah-beyaztır. İlk uzun metrajlı olan La Collectionneuse ile Le Genou de ve L'Amour l'après-midi ise renkli çekilmişlerdir.

Kadınlar ve erkeklerin arasındaki ilişkiler üzerinden, Rohmer’in ahlak hikayeleri aşk üçgeni içindeki kararsızlıklarda yoğunlaşır, kaçırılan fırsatlar ve çekilen özlemlere dayanır. Tüm Rohmer filmlerinde olduğu gibi karakterler oldukça gerçektir. Genel bir kanı vardır, Éric Rohmer’in filmlerini ya çok sever izleyici ya da tamamen nefret eder diye. İki yıl önce 11 Ocak'ta kaybettiğimiz Éric Rohmer’in filmlerini sevenlerdenim ben !Ahlak Üzerine Altı Hikaye

12 Ocak 2012 Perşembe

Mor Ay için Mor Çiçekler

Mor Ay için mor çiçekler"Yaratıcı Elişi Perisi" arkadaşımın benim için ördüğü mor çiçekli yeşil atkıyla (bakmayın fotoğraf makinem yüzünden çiçeklerin "koyu mavi" çıkmış olduğuna, sevdiğim renk mordan o çiçekler, yeşili de Kaz Dağları'nın yeşili !) artık soğuk kış günleri ve özlemini duyduğum kar için hazırım !
Mor Ay

5 Ocak 2012 Perşembe

Innocence

Lucile Hadžihalilović'in Frank Wedekind’in Mine-Haha oder Über die körperliche Erziehung der jungen Mädchen / Mine-Haha or On The Corporeal Education of Young Girls/ Mine-Haha veya Genç Kızların Bedensel Eğitimi Üzerine adlı kısa romanından uyarladığı Innocence / Masumiyet 2004 yapımı.

Lucile Hadžihalilović bir röportajında Frank Wedekind’in Mine-Haha oder Über die körperliche Erziehung der jungen Mädchen adlı kısa romanını okur okumaz öyküyü sinemaya uyarlamaya karar verdiğini söylemiş ve “öyküyü hem tanıdık hem tuhaf buldum ama en sevdiğim nokta yazarın hiçbir açıklama yapmadan yorumu tamamen okuyucuya bırakması oldu” diye eklemiş. Rahatlıkla diyebilirim ki yazara öykünen yönetmen Hadžihalilović de filminde tüm yorumu izleyiciye bırakmış. Oturup boş boş seyretmeyin diyor kısaca, zihninizi yorun biraz ve de düşünün bakalım !

Filme geçmeden biraz Frank Wedekind’e değinmek istiyorum. Alman oyun yazarı Frank Wedekind’in aynı adlı oyunundan George Pabst tarafından sinemaya uyarlanmış olan 1929 yapımı Die Büchse der Pandora / Pandora's Box / Pandora’nın Kutusu daha önce günceme konuk olmuştu. Eserlerinde toplumun ahlak kurallarını yerle bir eden, bir nevi ahlaksızlığın ahlakı üzerine yoğunlaşan dışavurumcu yazar Frank Wedekind yapıtlarıyla pek çok yönetmene, yazara, müzisyene esin kaynağı olmuş.

Innocence / Masumiyet filminde Lucile Hadžihalilović ormanın içinde büyük duvarlarla çevrili tuhaf bir yatılı kızlar okuluna götürüyor izleyiciyi. Okul diyorum ama bir ana bina ve beş evden oluşan ve sadece biyoloji ve bale öğretmeni iki öğretmenin ders verdiği, dolayısıyla sadece biyoloji ve bale derslerinin olduğu bir gizemli yer burası. Biyoloji öğretmenine göre ise burası bir park ! Her evde yaşlarına göre farklı renkte kurdeler takan altı ya da yedi kız kalıyor. İzleyici olarak bizler 3 numaralı evde kalan öğrencilerin yaşantılarına röntgencilik yapıyoruz film süresince. Yeni kız öğrenciler okula boş bir tabut içinde çıplak olarak geliyor. Beyaz üniformalarını giyerken, yeni gelen kız öğrenciye kırmızı kurdelesi takılıyor ve diğer kızlar sırayla kurdele renklerini değiştiriyorlar. En yetkin kız öğrencinin kurdele rengi mor oluyor.Iris okula tabut içinde gelir !InnocenceYılda bir kez gelen okul müdiresi mavi kurdele takan kız öğrencilerin bale gösterisini izleyip, tek bir kız öğrenciyi seçiyor ve birlikte götürüyor. 3 numaralı eve gelen yeni öğrenci Iris ile mor kurdelesini takan en yetkin öğrenci Bianca’nın arasında geçen konuşmayla orasının yani okulun artık kızların evi olduğunu ve hiç erkeğin bulunmadığını öğreniyoruz. Film ilerledikçe de hemen ormanın derinliklerinde, büyük duvarların arkasında konumlanmış bu okuldan ya da parktan ayrılabilmenin olanaksız olduğunu, ayrılmak için tek çarenin ölmek, mavi kurdeleyi takınca müdire tarafından seçilmiş öğrenci olabilmek ya da mor kurdele aşamasına gelince kelebek dansını yapıp trenle başka bir yere (erkeklerin de olduğu bir boyuta ya da dünyaya mı desem ?) gönderilmek olduğunu adım adım gözlemliyoruz.

Kızların arasındaki hiyerarşik düzen içinde günler geçerken bale öğretmeninin yeni gelen Iris’e söylediği “itaat, iyi bir hayatın tek yoludur” sözü, okul/park yaşamı süresince sorgulamadan kabul edilen baskının da tüm özeti. İzleyiciyi zaman zaman Alice Harikalar Diyarında zaman zaman da Kırmızı Başlıklı Kız öyküsünde gibi hissettiren Innocence / Masumiyet filmi itaat etmeyen kızların başına gelenleri gördükçe ya da yönetmenin izleyiciye bıraktığı üzere tahmin ettikçe cidden ruhunuzu daraltıyor.

3 Ocak 2012 Salı

Karen llora en un bus

Kolombiyalı yönetmen Gabriel Rojas Vera'nın yazıp yönettiği Karen llora en un bus / Karen Cries on the Bus / Karen Otobüste Ağlıyor filmi 2011 yapımı. Yönetmenin ilk filmi olan Karen llora en un bus açıkçası önce adıyla sonra da yalın anlatımıyla izleyiciyi yakalıyor.Karen otobüste ağlarken...Kolombiya'nın başkenti Bogotá'da hayatını değiştirmek üzere ardında kocasını, evini, ev kadınlığını bırakmış Karen'le otobüste sessizce ağlarken tanışıyoruz. Biraz birikmiş parasıyla kentin kenar bir semtinde kendine küçük bir oda tutuyor Karen ve iş aramaya koyuluyor. Sadece dertleşmek için uğradığı annesi anlayamıyor bir türlü kızının neden terkettiğini kendisini aldatmamış, tek bir fiske bile vurmamış olan, deyim yerindeyse "gül gibi" kocasını ! Oysa duyarlı kadınlar hemen çözüyorlar Karen'in gömmek istediğinin hizmetçi ruhuna bürünmüş (buradaki kasıt kesinlikle hizmetçilik mesleğini yapanlar değil, biliniz lütfen blog takipçileri !), konforlu evinin duvarlarının arasına hapsedilmiş boş hayatının olduğunu. Yeknesak günlerdir evlilikleri, ilişkileri öldüren. Gündelik hayatın akışında iş arkadaşı ile daha çok konuşacak konu bulan ve kendisi alabilecekken "Ceketimi verir misin ?" diyen bir koca da hak edendir elbette en sonunda terkedilmeyi !
Parası çabucak azalır Karen'in, bir de çantasını çaldırır yetmezmiş gibi. Aç kalır, dilencilik yapar, iş bulamaz. Ne derler, başa gelen çekilir. Üstelik kendi başına bu sorunları getiren de Karen'in kendisidir. Evet sevgili Karen, ayaklarının üzerinde hem de bu kadar vasıfsızken durmak zor, yeni baştan bir hayata başlamak kabul ediyorum hiç kolay değil fakat bil ki olanaksız da değil.
Son zamanlarda izlediğim bağımsız sinemanın en güzel örneklerinden olan Karen llora en un bus / Karen Cries on the Bus / Karen Otobüste Ağlıyor filminin ana karakteri olarak Karen izleyiciye öylesine hoş kanıtlıyor ki bağımsızlığını, "Ceketimi uzatır mısın ?" deme gafletinde bulunan eski kocasından sonraki sevgilisi de bir güzel yanıtını alıyor ! Karen Otobüste AğlıyorFilm başlarken otobüste ağlayan Karen, film biterken otobüste kitap okuyor. Duraklardan birinde binen başka bir kadın ağlamakta bu kez. Kimbilir, belki başka bir yönetmen de bu kadının öyküsünü filme çekmiştir diye düşünürken annemin hep dediği gibi yoksa hayatımız mı bir film saplantısından kurtulamamış olduğumun, kurtulamamış olacağımın ayırdına vardığımı da yazmadan duramayacağım.