30 Haziran 2009 Salı

"I have dreamed a dream, but now that dream is gone from me!"


6 yıl 1 ay sonra yeniden The Matrix Reloaded
Zion
"I believe it is our faith to be here.
It is our destiny.
I believe this night holds for each and ever one of us the very meaning of our lives.
This is a war and we are soldiers.
What if tomorrow the war could be over?
Isn’t that worth fighting for?
Isn’t that worth dying for?"

29 Haziran 2009 Pazartesi

"Wake up and free your mind!"


10 yıl sonra yeniden The Matrix
Mavi mi kırmızı mı?
"Are you ready to see what I want to show you?"

Kaşık mı?
"There is no spoon!"

Matrix içimizde!
"I'm trying to free your mind, Neo.
But I can only show you the door.
You're the one that has to walk through it."

26 Haziran 2009 Cuma

Michael was here..!

MICHAEL JACKSON IS DEAD...
Öyle ya da böyle, bir döneme damgasını vurmuş Michael Jackson'ın ölüm haberini geçti biraz önce haber siteleri ve ajanslar...
Seveniyle, sevmeyeniyle bir yıldızdı. Müslüman mı oldu, çocuk tacizcisi miydi, şu muydu, bu muydu?
Hepsi ve hiçbiri... Bir kara yıldızdı, kendini aklaştırmaya çalıştıkça, karartıyordu aslında.
Kendi kendisini tüketti; önce fiziksel ve sonrasında da ruhsal olarak. Tüm o estetik operasyonları, oksijen çadırında uyumaları vb..!
Zaten bir yaşayan ölüydü; zombiydi!
"Yine de toprağın bol olsun Michael."

Hayranlarının başı sağolsun.

-YORUMSUZ-

`Michael Joseph Jackson´ Dance Logo
Michael Jackson'ın "Bad" Dünya Turunu sürdürdüğü 1988 yılında sinemalarda gösterime giren Moonwalker / Ay Dansı filmi, muhteşem efektleri ve animasyon çalışmalarının yanı sıra senaryosunu Michael Jackson'ın yazdığı Smooth Criminal videosunu da içermektedir. Aslında Michael Jackson, Smooth Criminal için uzun bir klip çekmeyi düşünmüş ama giderek gelişen projeyi daha sonra bir filme dönüştürmeye karar vermiş. Moonwalker filmi böylelikle ortaya çıkmış, çok da iyi olmuş.

Ay Yürüyüşçüsü
Herkesin merakla beklediği, biletlerinin çoktan satıldığı 8/13 Temmuz 2009'da Londra'da O2 arenasında başlayacak olan "This Is It" konser serisinin ilki ile sahnelere dönmesi için kısa bir süre kalmışken olmadı şimdi bu! Michael Jackson was here..!

Pop İdolü

Son olarak sevgili(m) kocamın 1993'deki İstanbul Konseri'nde 15-20 metre öteden Michael Jackson'ı gördüğünü, o günden elinde az sayıda hatıra eşya bulunduğunu (M.J. ibareli '94 takvimi gibi), M.J.'ın eşim için 1989'da güncelliğini yitirdiğini, samimi arkadaşlarınca adeta zorla '93 konserine götürüldüğünü, o zamanlar bu duruma kızdığını ve şimdiyse, ahir ömründe M.J.'ı canlı izleme fırsatı yakalamış olduğu için sevindiğini belirteyim..! Böyle uzun tümceler kurduğunda kişi, kendini Orhan Pamuk sanabilir! Şimdilik bu kadar! Çünkü yazıda söz konusu olan kişi, M.J. olmaktan sıyrılıp, fevkalade nev-i şahsına münhasır olan sevgili(m) eşim, kocam olmaya başladı..!

25 Haziran 2009 Perşembe

Katlanabilmek veya katlanamamak! Salo ya da Sodom'un 120 günü

Salo ya da Sodom'un 120 GünüPier Paolo Pasolini'nin Marquis de Sade'nin Les 120 Journées de Sodome (The 120 Days of Sodom) romanından uyarlayarak sinemaya aktardığı, insanı şaşırtan, yerle bir eden sahnelere sahip, sansürlenmiş, İtalya dahil pek çok ülkede yasaklanmış, izlenmesi çok zor bir film olan 1975 yapımı Salò o le 120 giornate di Sodoma / Salo ya da Sodom'un 120 Günü filmini ilk kez 1992 yılında İstanbul Film Festivali kapsamında izlemiştim. Neden bilmiyorum 'paso' Pasolini filmlerini seçmiştim o yıl ve açıkçası çok da fazla bir ilgim yoktu yönetmen Pasolini'ye İstanbul Film Festivali'ne filmleri gelene dek. Elbette dayanamadığım noktalardan biridir "katlanamadığını yok et" mottosu ki Pier Paolo Pasolini son filmi Salo daha gösterime girmeden öldürülüvermişti katlanılamadığı için! Pier Paolo Pasolini 2 Kasım 1975'de acımasız bir şekilde yok edildi, son filmi Salo Paris Film Festivali'nde 22 Kasım 1975 tarihinde gösterilmişti.
Dün gece sevgili(m) kocamla arşivimizden izlemek üzere film kararlaştırırken birden Salo'yu izlesek dedim. Arşivimize Salo ya da Sodom'un 120 Günü filminin DVD'sinin katılması çok yeni değil ama tekrar izleyememiştim bir türlü sıra gelmediğinden. Çok net anımsadığım bir husus var Salo ile ilgili; İstanbul Film Festivali kapsamında izlediğim sinemada pek çok izleyici salonu terk etmişti.
Salo ya da Sodom'un 120 Günü inandığınız bütün ahlaki kaygıları yıkan bir film! Kısaca belirtmek gerekirse, film 1944 yılında Nazi Almanya'sının kontrolünde Kuzey İtalya'da kurulmuş kısa ömürlü bir kukla devlet olan Faşist Salo Cumhuriyeti'nde geçer. Şehrin ileri gelen dört seçkini (dük, piskopos, sulh hakimi ve başkan) 9 genç kız ile 9 genç erkeği bir malikaneye kapatırlar ve beraberlerindeki 4 yaşlı fahişe ile birlikte zorla alıkoydukları bu 18 gence her türlü (fiziksel, ruhsal, cinsel...) işkenceyi uygularlar. Salo ya da Sodom'un 120 Günü filminde iktidar gücünün nasıl kontrolsüz kullanılabileceğine had safhada tanık oluyorsunuz, bunun ötesinde fazlasıyla da rahatsız oluyorsunuz. 17 yıl sonra tekrar izlerken mide bulantıları eşliğinde, içim burkularak, yer yer gözlerimi kapatarak katlanabildim yine bazı sahnelere. Pek çok ülkede gösterimi yasaklanmış olan bu film başlıbaşına bir ağıt bence, düzen adı altındaki herşeye!!!


(Bu arada, 1992 yılının İstanbul Film Festivali'nde Salò o le 120 giornate di Sodoma / Salo ya da Sodom'un 120 Günü dışında izlediğim diğer Pasolini filmleri Il Decameron / Dekameron; Porcile / Domuz Ahırı; I racconti di Canterbury / Canterbury Öyküleri; Il vangelo secondo Matteo / Aziz Matyas'a Göre İncil ; Il fiore delle mille e una notte/ 1001 Gece Masalları 'dır.)

Pier Paolo Pasolini

24 Haziran 2009 Çarşamba

Alphaville, une étrange aventure de Lemmy Caution

Sessizlik-Mantık-Güvenlik-Tedbirlilik: Alfakent'e hoşgeldiniz!
Jean-Luc Godard'ın Berlin Film Festival'inden "Altın Ayı" ile dönen, 1965 yapımı Alphaville, une étrange aventure de Lemmy Caution / Alfakent, Lemmy Caution'un Tuhaf Bir Macerası filmi siyah beyaz bir bilim-kurgu. Figaro - Pravda gazetesinden beyaz trençkotlu, Ivan Johnson takma adlı 003 kod numaralı ajan Lemmy Caution'un Ford Mustang'ıyla Dışülke'den Alpha60 isimli büyük bir bilgisayarın hükmettiği Alfakent'e gelişiyle başlar film. Lemmy Caution'un hedefi Leonard Nosferatu (ki Alfakent'te Profesör Von Braun olarak tanınmaktadır) tarafından yaratılan kentin hakimi Alpha60'ı yok etmektir. Bu noktada Jean-Luc Godard’ın Profesör Von Braun olarak aslında Almanya’nın 2. Dünya Savaşı roket uzmanı bilimadamı Wernher Von Braun’a bir gönderme yaptığını gözlemleriz. Wernher Von Braun 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri(ABD)'nin projeleri için çalışmış ve NASA (National Aeronautics and Space Administration / Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi)'nin başına geçmiş bir bilim adamı.
Alphaville filminde dönemin bilimkurgu karakterlerine de göndermeler yapılmıştır. Lemmy Caution ya da takma ismiyle Ivan Johnson Alfakent'te oteline yerleştikten sonra son selefi Henri Dickson ile buluştuğunda ona Dick Tracy ve Guy Leclair’in (orijinal adı Flash Gordon, bizde Baytekin diye bilinir) durumlarını sorup, öldüklerini öğrendiği sahneler gibi. Ayrıca Henri Dickson'ın ölmeden önce Lemmy Caution’a Capitale de la Douleur / Acının Başkenti isimli bir kitap verdiğini görürüz. Fransız gerçeküstücülerden Paul Éluard (ki sevdiğim şairlerden birisidir kendisi) tarafından yazılmış olan bu kitap 1926'ta yayınlanmıştır. Alfakent'te yasaklanmış bir duygu/olgu olan aşk üzerine şiirler ve makalelerden oluşmaktadır. (Bu kitapta yer alan pek çok kavram Jean-Luc Godard'ın filminin senaryosunu oluşturmasında çok önemli bir rol oynamış.)

Acının Başkenti

Gözlerinin eğrisi dolanıyor yüreğimi,
Bir raks bir dinginlik çemberi
Zamanın aylası, gece beşiği ve güvenli,
Ve eğer hiçbir şey kalmadıysa aklımda yaşadığımdan
Gözlerinin her zaman görmediğindendir beni.

Yaprakları günün ve pembe şarabın köpüğü,
Rüzgârın sazları, kokulu gülücükler
Işık dünyasını saran kanatlar,
Gökyüzü ve deniz yüklü gemiler,
Gürültü avcıları ve renk kaynakları.

Tanların kuluçka yatağından doğan kokular
Yıldızların samanı üzerinde yatan
Saflığa bağımlı gün gibi tıpkı
Dünya da bağımlıdır senin tertemiz gözlerine
Ve akar bütün kanım bakışlarında senin.

Paul Éluard

Çeviri: Özdemir İnce

Filmin yaklaşık yirminci dakikasında bir başka gönderme de Galata Köprüsü'ne yapılmıştır. "Red Star" otelinin bulunduğu yeri tarif ederken Galata Köprüsü'nün adı geçmektedir.
Tekrarlamadan duramayacağım: Filmlerini izlemek zor Godard'ın lakin tarzını seviyorum.
Filmin, adından ötürü, Alphaville'in bana 80'lerin ve 90 başlarının grubu Alphaville'i de çağrıştırması doğal! Yer yer gerçeküstücü olarak değerlendirilebilecek sahneleri ve diyalogları ile, "Film Noir" ile bilim-kurgu arası bir tuhaf fantastik ve kült bir yapıt bu film...

23 Haziran 2009 Salı

Pardus 2009 Beta

Pardus Logo
"Pardus 2009 öncesinde ikinci kamuya açık deneme sürümü olan Pardus 2009 Beta yayınlandı. Bu deneme sürümüne Pardus FTP sunucularından ulaşabilirsiniz.

Pardus 2009 Beta sürümüyle beraber en son KDE kararlı sürümü 4.2.4 Pardus için özelleştirilmiş olarak geliyor. Aynı zamanda Pardus'un temel bileşenleri olan PiSi'de ve COMAR'da birçok yeni özellik desteklenirken, güncellenen YALI ile daha sorunsuz ve hızlı bir kurulum süreci bizleri bekliyor. Yeni sürüm, aynı zamanda bir takım önemli güncellemeler ile beraber geliyor: KDE masaüstü ortamı 4.2.4, Linux çekirdeği 2.6.30_rc8, OpenOffice.Org ofis araçları 3.1.0.6, Mozilla Firefox Internet tarayıcı 3.5 RC1, Gimp 2.6.6, Xorg 1.6.2pre, Python 2.6.2 ve daha pek çok yenilik Pardus 2009 Beta sürümünde kullanıcılarımızla buluşuyor."
Pardus Alpha
Yukarıdaki yazı Pardus'un resmi sitesinden alıntılanmıştır.
Pardus 2009'un, PreAlpha ve Alpha sürümlerinden sonra Beta sürümü de (Kurulan CD - Çalışan CD daha ileride çıkacak) yayınlandı. Yakında RC1 ve akabinde RC2, nihayetindeyse, Temmuz ayı içinde tam sürüm Pardus 2009 geliyor. Ülkemizin güzide kurumlarından TÜBİTAK'ın UEKAE (Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü) bölümünce geliştirilen Pardus'u yaklaşık üç yıldır kullanıyoruz. Linux'ların en güzeli Pardus, seni seviyoruz!
Pardus 2009 Beta ekran görüntüsü - enstantane

"Hayat bazen tatlıdır...Sevenler kanatlıdır!"

Cam kanatlı kelebek / Glasswing butterfly / Greta otoBugün cam kanatlı kelebek modundayım!
İnsanlar olmasa da kelebekler özgürdür!


Kelebek deyince elbette Milton Katselas'ın 1972 yapımı Butterflies Are Free / Kelebekler Özgürdür filmini anımsamamak olmaz. Leonard Gershe'nin yazdığı, Broadway'de müzikal olarak sergilenen bu oyun daha sonra filme alınmıştır.

Kelebekler Özgürdür

22 Haziran 2009 Pazartesi

Alev Alatlı'dan Kadere Karşı Koy A.Ş.

KADERE KARŞI KOY ANONİM ŞİRKETİHayat; kimi zaman, bir Pazar öğleden sonrasında, deniz kıyısında, güneş altında, şemsiyenin gölgesinde, sürekli esen rüzgarın eşliğinde Alev Alatlı'nın Kadere Karşı Koy A.Ş. kitabını bitirmek ve hayatta hiçbir şeyi ertelememek gerektiğininin ayırdına bir kez daha varmaktır.

NOT: Sevgili(m) kocama göre Sertab Erener, "nevzühur" bir şarkıcıymış ve adı geçenin söylediği şarkılardan birisi olan "Kumsalda" halet-i ruhiyesinde (modunda "?") olduğumu düşünmekte kendileri... Düşünüyor, öyleyse var !

19 Haziran 2009 Cuma

Bir martı kadar...

sade...

Ah! Günebakan


Akşamüstü ayçiçek tarlalarının içinden geçerek denize kavuşacağız. Kızımın annemin yazevindeki keyifli tatili başlıyor...

Ah! Sunflower

Ah! sunflower, weary of time,
Who countest the steps of the sun,
Seeking after that sweet golden clime
Where the traveller’s journey is done;

Where the youth pined away with desire,
And the pale virgin shrouded in snow,
Arise from their graves and aspire;
Where my sunflower wishes to go.

/

Ah! Günebakan

Ah! Günebakan. Zamandan bezmiş,
Güneşin adımlarını sayar;
Gezginin yolculuğunun bittiği yerin,
O parlak diyarın peşinden koşar;

Genç adamlar tutkudan sararıp solar orada,
Ve solgun bakireler, kardan kefenler içinde,
Kalkarlar mezarlarından ve yükselirler,
Günebakanımın gitmek istediği yere.

William Blake
(1757-1827)

19.06.1999 - 19.06.2009

19 Haziran 1999'da geçirdiğim trafik kazasından beri sürdürdüğüm ikinci yaşam şansım. Sevgili(m) kocam sen sıranı savdın diyor her zaman! Sıra ? Kime göre, neye göre ?
Olmuyor, olamıyor çoğu zaman.

18 Haziran 2009 Perşembe

Manisa Tarzanı: "Seni giydirmek için soyunuyorum Manisa!"

Manisa Tarzanı / Ahmet BedeviAhmet Bedevi (Cumhuriyet resmi kayıtlarına göre Ahmeddin Carlak) 1899 yılında Bağdat'a 100-125 km kadar kuzeyde olan Samarra şehrinde dünyaya gelmiş Kerkük kökenli bir Türkmen. Kurtuluş Savaşı'ında savaşmış, İstiklal Madalyası sahibi. Hayatını Manisa'yı tüm Türkiye'ye örnek olacak şekilde ağaçlandırmaya adamış ve yaşadığı süre boyunca binlerce ağaç dikmiş. Spil Dağı'ndaki kulübesinde yaşayan ve Manisa sokaklarında üzerinde sadece şort ile dolaşan Ahmet Bedevi'ye halk "Manisa Tarzanı" adını takmış. 1963 yılında ölen Ahmet Bedevi'yi Manisa halkı bir efsaneye dönüştürmüş. Heykelleri dikilmiş. Her yıl ölüm yıldönümü olan 31 Mayıs'da Manisa Tarzanı için Manisa'da törenler düzenlenmekte.
Orhan Oğuz'un 1994 yapımı Manisa Tarzanı / Tarzan of Manisa filmini izledik dün gece. Uzun süredir hiç bir filmi bu kadar samimi bulmamıştım. Sinemamızın ilk çevreci filmi olan Manisa Tarzanı çok iyi bir tanıtımla dünya çapında ses getirebilirmiş diye konuştuk ailecek. Manisa Tarzanı DVDAhmet Bedevi demiş ki; “Yaşayışım gayet basittir. Yaz, kış, Topkale'deki kulübemde ve mağaramda yaşarım. Evim meyve ağaçlarıyla, çiçeklerle çevrilmiş cennet gibidir. Yazın yaş, kışın kuru meyveler yerim. Günde üç kez, buz gibi suyla yıkanırım. Vücudumu korumak için, kendi yaptığım bitkisel yağı sürünürüm. Eski ve yeni yazıyı bilirim. Türk müziğine hayranım. Sinemanın tutkunuyum. Zaten dertle, gamı bunlarla unutuyorum. Gazete ve dergi elimden düşmez, hepsini alıp okurum. Ahmet Bedevi bir çıplak, garip adamdır. Amma ölünce, ağaç sevgisi sembolü olacak, hangi idareci, ağaç kestirirse rüyasına girecek, boğazına sarılacağım. Bu memleketin yeşile, yeşilliğe, ağaca, çiçeğe ihtiyacı var. Bu sevgiyi yaşatın ne olur.”
Manisa Tarzanı hakkında daha ayrıntılı bilgi bağıdır!

Döngü... Kızım, "Beni bir gün Spil Dağı'na götürür müsün anne?" diye soruyor.  Yapılacaklar listemize ekliyoruz kızımın dileğini.Döngü...

17 Haziran 2009 Çarşamba

Ian Curtis söylüyor: "I'd have the world around, to see just whatever happens"

Ian Curtis18 Mayıs 1980 Pazar gününde, Amerika turnesine çıkmadan 1 gün önce, Joy Division grubunun vokali ve söz yazarı Ian Curtis, Werner Herzog'ın Stroszek filmini izler, Iggy Pop'un The Idiot albümünü dinler ve intihar ederek yaşamını sonlandırır. Sadece 23 yaşındadır.
Ian Curtis'in karısı Deborah Curtis'in yazdığı "Touching from a Distance" isimli romandan uyarlanan Anton Corbijn'in 2007 yapımı Control / Kontrol filmini izledik. İyice depresifleştim! Unknown Pleasures
".......
I'd have the world around
To see just whatever happens
Stood by the door alone
And then it's fade away
I see you fade away
Don't ever fade away
I need you here today
Don't ever fade away
Don't ever fade away
Don't ever fade away
Don't ever fade away!"

16 Haziran 2009 Salı

"Kimse Paranoid Park için hazır değildir!"

Paranoid ParkHayat; Gus Van Sant'in 2007 yapımı Paranoid Park filminden geriye kalan bir cümledir bazen!
Ergenlik zor bir dönem! Lise öğrencisi Alex kaykay meraklısı. Anne babasının boşanma aşamasında evden çok arkadaşlarıyla birlikte ve özellikle de kaykaycılar için ‘kült’ bir önemi olan ‘Paranoid Park’a takılmakta. Alex bir gece ‘Paranoid Park’da tanıştığı biriyle gizlice trene asılıp yolculuk ederken kendilerini engellemeye çalışan güvenlik görevlisinden korunmak için kaykayıyla onu itiyor. Yaşlı güvenlik görevlisi diğer tren yoluna düşerek o sırada geçmekte olan trenin altında ikiye ayrılıyor. (Oldukça sinir bozucu sahne bu kaza sahnesi) Film bu olayla birlikte Alex'in çıkmazları, sırrını saklaması, suçunun altında ezilmesiyle şekilleniyor. Alex bu kazara oluşan feci olayla ergenlikten hızla çıkıyor! Artık masum değil Alex; kazara da olsa suç işliyor, bunu örtbas ediyor, sadece kız arkadaşının söylediği gibi bu sırrı yazıyor ve yazarak tamamiyle kendisine ve dolayısıyla biz izleyiclere itiraf ettikten sonra yazdıklarını yakıyor. Güzel iş; böylelikle ortada hiç suç falan kalmıyor! Nasıl olsa kazaraydı, kimsenin duymasına, bilmesine gerek yok, Alex bir şekilde içini döktü ve yaşadıklarını yazdı ama yazdıklarını kimseyle paylaşmadı! O kadar kusur herkeste olur!!!
Başlıktaki ‘Paranoid Park’ yerine ne dilerseniz onu koyun. Kendinizle yüzleşin! Zaman zaman.

15 Haziran 2009 Pazartesi

"Boğaz'a Karşı Kuhlau"

F.Kuhlau  : 1786 - 1832İstanbul'un önemli bir antika müzayede platformunda düzenlenen piyano resitalinde, 13 Haziran öğleden sonrasında, kızımı Kuhlau çalarken izlemek, dinlemek çok hoştu...
Friedrich Kuhlau

"Marlon Brando: The Wild One"

The wild one!"Bu, korkunç bir hikayedir. Birçok Amerikan kasabasında meydana gelmesi mümkün değildir ama bu kasabada meydana gelmiştir. Böyle bir olayın tekrarlanmaması bir toplum sorumluluğudur. Benim için her şey bu yolda başladı. Olaylar nasıl gelişti, bilmiyorum. Ama bir daha olmayacağından eminim. Belki daha erken durdurabilirdim. Ama bela bir kez yola çıkmıştı ve beni de beraberinde sürüklüyordu. Daha çok o kızı hatırlıyorum......" diyen ana kahraman Johnny Strabler'ın sözleriyle başlar Laslo Benedek'in 1953 yapımı The Wild One / Kanlı Hücum filmi... Johnny Strabler'i canlandıran inanılmaz doğal oyunculuğuyla Marlon Brando'dur ve "Siyah Asiler Motosiklet Çetesi"(BRMC)nin lideri olarak pek ketum, pek asi ama bir o kadar da karizmatiktir! "Neye karşı isyandasınız?" sorusunu oldukça derin yanıtlar: "Aklına ne geliyor (sa)?"...
Bir zamanlar "Hala Hollywood'da bulunmamın tek nedeni parayı reddedecek ahlaki cesaretimin olmayışıdır." diyerek tüm dürüstlüğünü ortaya koymuş olan Marlon Brando'yu seviyorum.

11 Haziran 2009 Perşembe

René Magritte: "Resimlerimde gizli saklı hiç bir şey yok!"

Le Faux Miroir / The False MirrorGerçek olan görünen midir?

10 Haziran 2009 Çarşamba

...Ama bu gece AY dolunay...

Ay bu, şakaya gelmez!
Döngü...Ara sıra lezzetli ay çöreği yemeyi unutmamalı!Döngü...

09.06.09: Ay neredeyse dolunaydı ve gümüş defne dalı ışıldıyordu!

:-)

9 Haziran 2009 Salı

Mozart kartpostalımız Salzburg'tan çok yeni ulaştı!

Mozart Salzburg'da - heryerde..!

Kızımı içimde taşırken, müzik setine her gece Wolfgang Amadeus Mozart'ın Eine Kleine Nachtmusik / Küçük Bir Gece Müziği CD'sini koyar, bu büyüleyici tınılarla uykuya dalardım. Kızım müziğin sesi yükselir yükselmez, minik tekmeleriyle tepki verirdi ve bu çok hoşuma giderdi.

Bugün, küçük kızımın ilköğretimi bitirme töreni var. Küçük kızım büyüyor, artık "küçük" kızım değil; her ne kadar ben hep öyle hissedecek olsam da...

7 Haziran 2009 Pazar

Gustav Klimt'in resimlerini sevmek ya da hiçbir şey göründüğü gibi değil

Goldfish / Akvaryumda BalıklarRaoúl Ruiz'in 2006 yapımı Klimt filmini izledim Cumartesi akşamı. İçinden filmler geçen filmleri severim ama bu kez bu filmin içinden bir yönetmen geçiyor... Taptığım filmlerden biri olan 1902 yapımı Le voyage dans la lune / A Trip to the Moon / Aya Yolculuk filminin yaratıcısı Georges Méliès ile Gustav Klimt'in karşılaşmaları düş ile gerçek arasında bir kayboluş gibi...Klimt

5 Haziran 2009 Cuma

Shivaree Söylüyor: "Goodnight Moon"

BillQuentin Tarantino'nun 2003 ve 2004 yapımı Kill Bill: Volume I ve Kill Bill: Volume II'nin Bill'i David Carradine ölü bulunmuş son filmi "Stretch"in çekimlerinin tamamlanmasına 3 gün kala, Bangkok'ta bir otel odasında...
Kung Fu dizisinde kendisine "Çekirge" diye seslenen hocası Po'dan aldığı öğütleri anımsayan Kwai Chang Caine rolü ile tanınsa da en çok, ben her zaman Kill Bill'in Bill'i olarak anımsayacağım David Carradine'i...

4 Haziran 2009 Perşembe

“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil, 'zamanla bırakmamak'tır.."

Hüseyin Avni Lifij'in Pipolu - Kadehli OtoportresiÖlümü yadsımam ama söz etmek de istemem. Tüm sevdiğim sanatçıların ölüm yıldönümleri arka arkaya Haziran ayında... 2 Haziran Orhan Kemal, Ahmed Arif ve Hüseyin Avni Lifij; 3 Haziran Nazım Hikmet ve Franz Kafka, 4 Haziran Ahmet Haşim'in aramızdan ayrıldıkları tarihler...
"Haziranda Ölmek Zor" demiş Hasan Hüseyin Korkmazgil... Ne kadar yerinde söylemiş!

3 Haziran 2009 Çarşamba

Talking Heads'den Psycho Killer

"....

You start a conversation you can't even finish it.
You're talkin' a lot, but you're not sayin' anything.
When I have nothing to say, my lips are sealed.
Say something once, why say it again?

Psycho killer
Quest que cest
Fa fa fa fa fa fa fa fa fa far better
Run run run run run run run away
Psycho killer
Quest que cest
Fa fa fa fa fa fa fa fa fa far better
Run run run run run run run away
....
"
Konuşan Kafalar
Mary Harron'ın, Bret Easton Ellis'in aynı isimli romanından uyarladığı 2000 yapımı American Psycho / Amerikan Sapığı filmini izledim dün gece. Bu sebepten olsa gerek Talking Heads'in şarkısı peşimi bırakmıyor.``Amerikan Sapığı´´nın bir illüstrasyonu...
Yukarıdaki illüstrasyon, Justin Reed tarafından yapılmıştır.

Film, kitaba sadık kalmış. Ancak kitabın derinliğini filmde yakalamak mümkün değil. Doksanyedi dakikalık film biraz kısa tutulmuş gibi. Belki ikibuçuk-üç saat daha uygun bir süre olabilirdi. Kitabın içeriğini daha iyi yansıtabilmesi açısından. Önerim, kitabı okumadan filmin izlenmemesi.

Gadajace glowy / Talking Heads / Konuşan Kafalar sevdiğim Leh yönetmen Krzysztof Kieślowski'nin 1980 yapımı, yaklaşık 16 dakikalık kısa filminin de adıdır aynı zamanda. Farklı yaş (1 yaşındaki bebekten 100 yaşındaki kadına dek çeşitli yaşlarda Leh halkı var) ve mesleklerdeki sıradan insanlara 3 soru yöneltiliyordu filmde;
"Hangi yıl doğdunuz? Kimsiniz? Sizin için en önemli şey nedir?" Yanıtlarla ortaya ilginç bir Polonya panoraması çıkıyordu anımsadığım kadarıyla... Tekrar izlemeli ilk fırsatta...

2 Haziran 2009 Salı

"Gerçek nerede gizlidir?"

Okumak ! İşte bütün mesele bu!

"Almond Blossom"

Çiçeklenmiş Badem Dalları Van Gogh kardeşi Theo'nun yeni doğan oğlu için mavi gök üzerinde "Almond Blossom" tablosunu resmeder. Yıl 1890'dur. Van Gogh aynı yıl intihar eder. Maurice Pialat'ın 1991 yapımı Van Gogh filmini izledim hüzünle karışık... Film, Van Gogh'un ölümünden önceki son 67 gününü anlatıyor. Deliliğin ve dahiliğin sınırlarında gezinen Van Gogh akıl hastanesindeki tedavisinin sonrasında Mayıs 1890'da Paris yakınlarındaki Auvers-sur-Oise'a gelir. Burada, hem daha önce ruhsal problemli başka ressamlarla ilgilenmiş olan Dr. Gachet'nin gözetiminde kalacak hem de kardeşi Theo'ya yakın olacaktır. Van Gogh rolünde Jacques DutroncAuvers-sur-Oise'da kaldığı süre boyunca kendini tamamen resme veren Van Gogh'un ruhsal karmaşıklığını, kardeşi Theo'yla olan sorunlarını, çevresiyle iletişimini ve iletişememesini, Dr. Gachet'in kızı, kaldığı hanın sahibinin kızı ve Parisli fahişe Cathy ile olan ilişkilerini, geçirdiği nöbetleri, bunalımlarını izliyoruz filmde. Bu süre içinde en güzel yağlıboya resimlerini üreten Van Gogh 27 Temmuz 1890 günü resim malzemelerini alıp bir tarlaya doğru gider ve sonrasında sendeleyerek kaldığı hana döner, yatağına uzanır. Kanamayı farkeden han sahibi hem kasaba doktorunu hem de Van Gogh'un doktoru Gachet'yi çağırır. Öğreniriz ki; Van Gogh tabanca ile göğüs kafesinin altından kendisini vurmuştur. Doktorlar, mermiyi çıkarmanın çok riskli olacağına kanaat getirip kardeşi Theo'ya hemen gelmesi için haber yollarlar. Ya da hanın sahibinin kızının umutsuzca söylediği gibi Van Gogh'u kurtarmak için fazla bir şey yapmazlar.
Film derinlemesine Van Gogh'u irdelemiyor ama ben yine de renkleri, anlatımı, hatta gereksiz uzatmaları bile sevdim filmde; bu durum Van Gogh'un en sevdiğim ressamlardan biri olmasından da kaynaklandı sanırım.
Vincent Van Gogh, 29 Temmuz 1890'da kardeşi Theo'nun kollarında ölür ve Auvers-sur-Oise'a gömülür.Van Gogh'un son tablosu ??? Kargalarla Buğday TarlasıVan Gogh'un son tablosunun "Kargalarla Buğday Tarlası" olduğu düşünülmektedir. Bu tablo, sevdiğim bir Akira Kurosawa filmi olan 1990 yapımı Yume / Dreams / Düşler filminde de 8 rüyadan biri olarak Kargalar isimli rüyada yer almaktadır.

1 Haziran 2009 Pazartesi

"Şeytan Ayrıntıda Gizlidir!"

SatansbratenRainer Werner Fassbinder 31 Mayıs 1945'te doğmuş. Öldüğünde sadece 37 yaşındaymış. 37 yıllık kısa yaşamına 40 film sığdırmış Fassbinder, daha 16 yaşındayken cinsel tercihinin homoseksüellik olduğunu açıklamış ve hiç ödün vermemiş aykırılığından, söylemek istediklerini doğrudan söylemekten! Alman sinemasının bu aykırı yönetmeninin ilk kez bir filmini, 1976 yapımı Satansbraten/ Satan's Brew filmini izlemeyi tamamlamakta zorlandım. Ya herkes gerçekten mazoşist, ya da olmak için cidden çaba sarfediyorlar!Bu fotoğraf Deutsches Filminstitut - DIF'den alıntılanmıştır
Hem maddi hem manevi hem de yaratıcılık açısından kriz içerisindeki ana kahraman şair Walter Kranz kendisinin yazdığını düşündüğü dizelerin ünlü Alman şair Stefan Georg'un dizelerinden başka bir şey olmadığını öğrendiğinde aslında Stefan Georg olarak yeniden doğmuş (reenkarne) olduğuna inanır. Stefan George gibi giyinir, O'nun gibi davranır ve şiirlerini etrafındaki "kiraladığı" müritlerine Stefan Gerorg gibi okur. Herşey anormalleşir, olaylar karışır... Gerçekten zihnim yoruldu filmi izlerken.