31 Temmuz 2007 Salı
Kahvenin Kokusu
Zihnimiz güzel oyunlar oynar bize...Hiç beklediğimiz bir anda pek çok oluşum bizi alıp çok uzaklara götürebilir. Okuduğumuz kitaptaki bir tümce, bir melodi, havadaki esinti, bir şarkının yinelenen sözleri, bir filmdeki küçücük bir an, belki de bir koku...Evet evet belki de bir koku...Şu an kahvemi içerken buram buram tüten kokunun beni alıp başka bir yere götürmesi gibi...Yolculuklar güzeldir. Oturduğunuz yerden yapıyor olsanız bile...
30 Temmuz 2007 Pazartesi
Düşler İçinde Düşler
"Le Charme Discret De La Bourgeoisie" / The Discreet Charm of the Bourgeoisie / Burjuvazinin Gizli Çekiciliği; en sevdiğim Buñuel filmi. 1900 doğumlu olan Luis Buñuel, 1972 yılında çektiği bu filminde 72 yaşındadır. Düşler içindeki düşleri anlatan, bir türlü gerçekleşmeyen bir yemek üzerine kurgulanan, üst sınıfın temel olguları, kilise, kurumların anlamsızlıklarıyla dalga geçen film ile ilgili ayrıntıları Buñuel, Son Nefesim isimli otobiyografik kitabında (Çeviri İlkay Kurdak, İmge Kitabevi yayınları) hoş bir şekilde aktarıyor;
"Silberman (Serge Silberman, filmin yapımcısı) bir gün bize, başından geçen bir olaydan sözetmişti. Biz de o sıralar, tekrarlardan oluşan bir ön hikaye arıyorduk. Silberman akşam yemeği için, örneğin bir salı, evine konuklarını çağırmıştı. Ama bundan hem karısına söz etmeyi unutmuştu hem de aynı akşam kendisinin de dışarda yemek yiyeceğini... Saat dokuzda, konuklar, ellerinde çiçeklerle gelmişler. Silberman evde yok tabi. Ayrıca karısı da her şeyden habersiz, yemeğini yemiş ve üstünde sabahlığı, yatmaya hazırlanıyormuş. Onu bu halde bulmuş konuklar! Bu sahne Le Charme Discret De La Bourgeoisie'nin ilk sahnesi oldu. Geriye kalan, olasılıkları fazla abartmadan, bir grup arkadaşın birlikte akşam yemeği yemeye çalışmaları ve bunu da bir türlü gerçekleştirememeleri gibi türlü şekilde düşünülmüş sahneleri birbiri ardından getirmek olacaktı. Çalışma oldukça uzun sürdü. Senaryonun beş farklı versiyonunu yazmıştık. Akla uygun ve her gün rastlanır türden olan böyle bir gerçek olay ile, yine de pek akıl almaz bir izlenim bırakmaması gereken üstüste gelen beklenmedik olaylar arasında, sağlam bir denge kurmak durumundaydık. İmdadımıza yetişen yine bir düş oldu. Hatta, düşün içinde bir düş bile diyebiliriz buna. Sonuç olarak bu filmde sek martinimin formülünü vermiş olduğum için çok memnunum. Çekimden unutulmayacak anılar: Film çekimi sırasında oldukça sık yiyeceğe ihtiyacımız olduğu için, oyunculardan özellikle Stephane Audran, yiyip içeceğimiz şeyleri tepsi içinde getiriyordu bize. Saat beşe doğru on dakika başımızı dinlemek için ara vermeyi alışkanlık haline getirmiştik.
Video ile çalışma alışkanlığı kazanmam,1972'de Paris'te çektiğim bir filmin çekim sonrasına rastlar.İlerleyen yaşım nedeniyle yinelenen çekimleri kamerayla izleme konusundaki eski alışkanlığımı kaybetmiştim. Bunun için, kameramanın aldığı görüntülerin aynısını benim de izleyebilmemi sağlayan bir ekranın karşısına oturuyor böylece de hem kareyi hem de oyuncuların konumunu koltuğumdan düzenleyebiliyordum. Bu yöntem beni zaman kaybından ve bir sürü yorgunluktan kurtarmıştı. Bir tabloyu veya bir kitabı yeni bir bakış açısıyla görmeyi sağlayan ve beklenmedik biçimde bir veya bir - iki sözcük bulmaktan ibaret gerçeküstücü bir alışkanlık vardı. Birkaç kez bunu sinemaya uygulamaya çalıştım. Örneğin; "Un Chien Andalou", "L'age D'or" ve "El Angel Exterminador" gibi. Senaryo üstünde çalışırken, burjuvazi üzerine hiç düşünmemiştik. Son akşam Toledo hanında -de Gaulle'ün öldüğü gündü- bir ad bulmaya karar verdik. Düşündüklerimden biri (Carmagnol'den yola çıkarak) "A bas Lenin" veya "Vierge a l'ecurie" idi. Bir diğeri ise kısaca, "Le Charme De La Bourgeoisie". Carriere, bu adda bir sıfatın eksik olduğunu farketti ve binlercesi arasından "discret" seçildi. Bu isimle birlikte, "Le Charme Discret De La Bourgeoisie" filmi bir başka biçim, hatta neredeyse bir başka içerik kazanmış gibi geliyordu bana. Artık farklı bir gözle bakıyorduk filme. Bir yıl sonra, film Hollywood'da Oscar'a aday gösterildiğinde, biz çoktan yeni bir tasarı üzerine çalışmaya başlamıştık. Tanıdığım dört Meksikalı gazeteci, El Paula'da izimizi bulup, bizimle yemek yemeye geldiler ve bana sürekli soru sorup not aldılar. Gayet tabii, şu soruyu da sormayı ihmal etmediler:
"Don Luis Oscar alacağınıza inanıyor musunuz?"
"Evet, buna inanıyorum" dedim gayet ciddi. "Benden istenen 25000 Doları ödedim bile. Amerikalıların bazı eksiklikleri olabilir ama sözünün eri insanlardır."
Meksikalılar bundaki muzipliği farketmediler. Dört gün sonra Meksika gazeteleri, Oscar'ı 25000 Dolara satın aldığımı yazdılar. Los Angeles'te skandal ve teleks üstüne teleks... Silberman Paris'ten geldi. Canı iyice sıkkındı. Bana neler olup bittiğini sordu. Olayın aslında artniyetsiz bir şakadan başka bir şey olmadığını açıkladım. Daha sonra olaylar yatıştı. Üç hafta geçti ve film Oscar kazandı. Bu da şu sözleri yineleme olanağını verdi bana: "Amerikalıların bazı eksiklikleri olabilir ama sözünün eri insanlardır."
26 Temmuz 2007 Perşembe
Sil Baştan
"Eternal Sunshine of the Spotless Mind" / Kusursuz Aklın Sonsuz Günışığı olarak çevirisi ama ülkemizde Sil Baştan ismi ile vizyona girmiş olan filmde (senaryo Charlie Kaufman, yönetmen Michel Gondry) anıları silebilen Lacuna şirketinin web sitesini inceledim bugün : http://www.lacunainc.com/
Gerçek gibi.
"Unutmayın, Lacuna ile unutabilirsiniz !"
Gerçek gibi.
"Unutmayın, Lacuna ile unutabilirsiniz !"
25 Temmuz 2007 Çarşamba
Hayatımız Film !
Henüz çok gençken annemden en çok "hayatımız film" sözünü duyardım. Kızımla birlikte annemi ziyarete gittiğimiz haftasonlarında artık birlikte işitiyoruz bu sözü... "Hayatımız film !" Birikimlerden oluşuyor hayatlarımız, küçük küçük öykülerden, heyecanlardan, üzüntülerden, sevinçlerden. Kişisel filmlerimizi oynuyoruz aslında. Bu günceyi oluşturmaya karar verdiğimde belirli bir hedefim yoktu. Sevgili(m) kocam bazen takılıyor; hiç bir amacı olmayan, hiç bir şey yansıtmayan sarsak bir günce diye... Belki de ``AY'dan İzlenimler´´ ile yansıttığım kişisel filmim ! Bu da yeterli, bence.
Back in the good old world
Los Angeles, New York,
Paris, Roma, Helsinki...
5 kent, 5 taksi, 5 ayrı küçük öykü ama aynı gece...Los Angeles'te gün batımında başlayan Helsinki'de gün doğumunda biten her biri ayrı tat bırakan öyküler..."Hayatın güzelliği büyük olaylarda değil, küçük detaylarda gizlidir" diyor Jim Jarmusch.
Night on Earth filmi Tom Waits'in "When I was a boy, the moon was a pearl the sun a yellow gold. But when I was a man, the wind blew cold the hills were upside down." sözlerinin büyülediği "back in the good old world" şarkısıyla başlıyor. Keyif veriyor !
Gözden Irak Olan...
24 Temmuz 2007 Salı
Fırıldak
23 Temmuz 2007 Pazartesi
22 Temmuz 2007 Pazar
*
Seçimimizde kararlıydık ! Oyumuzu kullandık.
Umarım Türkiye'mizin yarınları,
bugünlerinden anlamlı olur !
Umarım Türkiye'mizin yarınları,
bugünlerinden anlamlı olur !
20 Temmuz 2007 Cuma
20 Temmuz
Luis Bunuel'in din/Katolisizm karşıtlığı üzerine kurulu filmi Viridiana'da dilenciler, sakatlar, evsizlerin kendilerine eve alan ev sahibi evde olmadığında neler neler yapabildiklerinin ardından masa başında oturdukları "son akşam yemeği". Oldukça etkileyici bir Bunuel filmi Viridiana...Herşey yoz...
*
20 Temmuz 1969'da sevgili(m) kocamın 1. yaşgünü kutlamaları için (sevgili(m) kocam öyle olduğunu iddia ediyor !) insanoğlu Ay'a ulaştı. "Benim için küçük, insanlık içinse büyük bir adım" diyerek, Neil Armstrong sevgili(m) kocam adına (!) bu büyük adımı Ay'da attı ve ayak izini bıraktı. Sevgili(m) kocam her zaman anımsatır; üstelik 20 Temmuz Kıbrıs Barış Harekatı'nın da yıldönümüdür...
19 Temmuz 2007 Perşembe
Hayat Seçimlerden İbaret
"Korkunç bir rüya gördüm ! Çok ürkütücüydü ! Çan... "
Luis Bunuel'in Tristana filminde Tristana'nın gördüğü düş peşimi bırakmıyor. İki nohut tanesinden daha güzelini seçebilen Tristana özgür olmayı seçiyor kendince ama özgür kalamıyor...Hayat seçimlerden oluşuyor...
Bu Pazar 22 Temmuz ! Seçiminizde kararlı olun !
İzdüşüm(ler)
GERÇEKÜSTÜCÜLÜK,
KİŞİSEL,
SİNEMA
17 Temmuz 2007 Salı
Paint It Black
Tüm renklerin siyaha dönüşmesini istiyorum !
...
I see a red door and I want it painted black
No colors anymore I want them to turn black
...
Hmm, hmm, hmm,...
I wanna see it painted, painted black
Black as night, black as coal
I wanna see the sun blotted out from the sky
I wanna see it painted, painted, painted, painted black
Yeah!
The Rolling Stones - Paint It Black
(Mick Jagger/Keith Richards)
...
I see a red door and I want it painted black
No colors anymore I want them to turn black
...
Hmm, hmm, hmm,...
I wanna see it painted, painted black
Black as night, black as coal
I wanna see the sun blotted out from the sky
I wanna see it painted, painted, painted, painted black
Yeah!
The Rolling Stones - Paint It Black
(Mick Jagger/Keith Richards)
16 Temmuz 2007 Pazartesi
Günebakan Düşlerimiz
13 Temmuz 2007 Cuma
11 Temmuz 2007 Çarşamba
Alice Harikalar Diyarında
hangi yoldan gideceğinin bir önemi yok."
Mutluluk
Kahvaltı
Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı
Cemal Süreya
Kahvaltı yapmadığım sabahlarda aklıma geliveren dizelerdir...
10 Temmuz 2007 Salı
Hamburg Düşleri
Kızımın ilk kez İstanbul'dan uzaklara uçuşu ve yabancı bir ülkeyi görüşü...
Sene 2001 olmalı.
Kızım henüz küçük...
Anılarında çok fazla izlenim kalacak mı bu geziden bilemiyordum. Alman arkadaşlarımızın kocaman bahçe içindeki evlerinde konuğuz. İlk kez frenk üzümünü görüyor kızım, üstelik bahçeden kendi topluyor. Onun için planlanmış bu gezide bazı hayvanların serbestçe dolaşabildiği hayvanat bahçelerini, parkları, bahçeleri dolaşıyoruz. Hatta Billund'a Legoland'a bile gidiyoruz. Birlikte son akşam yemeğimizde Alman arkadaşlarım kızımdan izlenimlerini öğrenmek istiyorlar. "İlk kez ülkenden uzaktasın, yabancı bir yerdesin, ne gördün, hangi farklılıkları gözlemledin, aklında en çok ne kaldı ?" diye soruyorlar... Muzip muzip bakıyor kızım ve ilk yanıtı "Almanlar Türkçe bilmiyor !" oluyor. Biraz düşünüyor sonra ve bir de "burada herkesin hayvanı var !" diyor... Hayvandan kasıt trende, aşağı yukarı tüm komşu evlerin bahçesinde gördüğü kedi ve köpekler... Şimdi düşünüyordum da biraz esprili ama oldukça isabetli iki yanıt bunlar... Şimdilerde sevgili(m) kocam ve kızım evimizde bir kedimiz olmalı diyor... Bire karşı iki yenik durumdaymışım.
Ay kedileri sever ! (Elbette ama uzaktan !)
Sene 2001 olmalı.
Kızım henüz küçük...
Anılarında çok fazla izlenim kalacak mı bu geziden bilemiyordum. Alman arkadaşlarımızın kocaman bahçe içindeki evlerinde konuğuz. İlk kez frenk üzümünü görüyor kızım, üstelik bahçeden kendi topluyor. Onun için planlanmış bu gezide bazı hayvanların serbestçe dolaşabildiği hayvanat bahçelerini, parkları, bahçeleri dolaşıyoruz. Hatta Billund'a Legoland'a bile gidiyoruz. Birlikte son akşam yemeğimizde Alman arkadaşlarım kızımdan izlenimlerini öğrenmek istiyorlar. "İlk kez ülkenden uzaktasın, yabancı bir yerdesin, ne gördün, hangi farklılıkları gözlemledin, aklında en çok ne kaldı ?" diye soruyorlar... Muzip muzip bakıyor kızım ve ilk yanıtı "Almanlar Türkçe bilmiyor !" oluyor. Biraz düşünüyor sonra ve bir de "burada herkesin hayvanı var !" diyor... Hayvandan kasıt trende, aşağı yukarı tüm komşu evlerin bahçesinde gördüğü kedi ve köpekler... Şimdi düşünüyordum da biraz esprili ama oldukça isabetli iki yanıt bunlar... Şimdilerde sevgili(m) kocam ve kızım evimizde bir kedimiz olmalı diyor... Bire karşı iki yenik durumdaymışım.
Ay kedileri sever ! (Elbette ama uzaktan !)
9 Temmuz 2007 Pazartesi
"The Road Not Taken"
i took the one less traveled by,
and that has made all the difference.
/ Ormanda ikiye ayrılmıştı yol ve ben--
Daha az gidilmiş olanı seçtim,
ve tüm ayrımı yaratan da bu oldu.
"The Road Not Taken" Robert Frost
Jim Jarmusch "Down by Law" filminde iki oyuncu Tom Waits ve John Lurie'yi ormandaki iki yoldan ayrı ayrı göndererek, her iki yolu da bir diğeri için "the road not taken / seçilmeyen yol " yapar.
İzdüşüm(ler)
SİNEMA,
SİYAH-BEYAZ FİLMLER
6 Temmuz 2007 Cuma
Cennetten Daha Tuhaf
-yeah eddie ? (evet eddie ?)
-you are coming to a new place, but everything seems the same ???
(yeni bir yere geliyorsun ama herşey aynı görünüyor değil mi ???)
-........
"Stranger Than Paradise" / Bir Jim Jarmusch klasiği
İzdüşüm(ler)
SİNEMA,
SİYAH-BEYAZ FİLMLER
4 Temmuz 2007 Çarşamba
Un Chien Andalou
Gerçeküstücülük/Sürrealist akım beni hep büyülemiştir ama muhakkak ki sevgili(m) kocamın bu akıma düşkünlüğü beni gerçeküstü düşlere daha çok yöneltmiştir. Anımsıyorum bir keresinde düşümde paketlenmiş bir kedi görmüştüm. Belki de rüyaları tıpkı Dali gibi not etmek gerekiyor ya da Luis Buñuel gibi görselleştirmek.
Luis Buñuel ve Salvador Dali tarafından yapılan 1929 yapımı Un Chien Andalou / Endülüs Köpeği adlı film, gerçeküstücülük akımının bildirisi niteliğinde bir film.
Film Buñuel ve Dali’nin düşlerinden ortaya çıkmış.
Bunuel, Dali’ye Ay’ ı kesen ince bir bulutla, bir gözü yaran usturanın rüyasına girdiğini anlatır. Dali de bir gece önce rüyasında karıncalarla dolu bir el gördüğünden söz eder.
Böylece Buñuel’in dediği gibi “psikolojik,kültürel,mantıksal hiçbir açıklamaya meydan vermeyecek düşüncelerin ve görüntülerin benimsendiği” film ortaya çıkar.
Bunuel’e göre film, rüyaların toplamı olamayacak kadar geniştir. “Film ruhun gayri ihtiyari sonucudur. Filmdeki hiçbir şey herhangi bir şeyi temsil eder. Eğer "Sürrealizm" yoksa hiçbir şey de yoktur.” Dali ise film için “istenmeyen rüyaların taklididir" der.
Düşler peşinden koşulması gereken imgelerdir !
İzdüşüm(ler)
AY,
DÜŞLER,
GERÇEKÜSTÜCÜLÜK,
KİŞİSEL,
SESSİZ SİNEMA,
SİNEMA,
SİYAH-BEYAZ FİLMLER
3 Temmuz 2007 Salı
Güneşler kadar sevilmek
"Anneciğim seni güneşler kadar seviyorum." diyor kızım bana yazmış olduğu bir notta. Yazısı çok düzgün değil, herhalde daha okumayı yazmayı yeni öğrenmeye başlamış olduğu zamanlar. Henüz çok küçük ama başka güneşlerin de olduğunun bilincinde olsa gerek. Yoksa çocuk aklıyla ne geçiyorsa o an kafasından onu mu yansıtmış acaba ? Üstelik beni ne kadar mutlu ettiğinin ve de edeceğinin de farkında değil bu notu yazarken... Ne zaman gözüm nota ilişse içimi umut kaplıyor. Kızım tarafından güneşler kadar sevilmek çok naif.
2 Temmuz 2007 Pazartesi
5 Kasım'ı Unutma ve Hatırla
"2 Temmuz 1993"
...
14 yıl önce bugün Ortaçağ karanlığı yaşandı !
Unutmayın, unutturmayın !
İzin Verin de
Benim bu dünyada bir yerim olmadı,
Kuytu gövdemi saymazsak eğer.
Gövdem ki varla yok arası,
Hem varlığa, hem yokluğa değer.
Ama yüreğim hiç solmadı.
Bir gül koklayayım izin verin de.
Ben yaşama da, ölüme de inandım;
Tamamlarlar sanırdım eksiklerimi.
Çarşıları hep birlikte gezerdik;
Biri dostumsa, sevgilimdi öteki.
İkisinin adını yanyana andım.
Bir soluk alayım izin verin de.
Metin Altıok