31 Mart 2010 Çarşamba

Zamanının Rusya’sının benzersiz bir tablosu:
Voyná i mir / Savaş ve Barış

Hızlı film seyretme kurslarını beklemeden (!) Lev Nikolayeviç Tolstoy (Лев Никола́евич Толсто́й)'un dev epik romanı Savaş ve Barış'ın Sergei Bondarchuk (Сергей Бондарчук) uyarlaması olan 1967 yapımı Voyná i mir (Война и мир) / War and Peace / Savaş ve Barış filminin dört bölümden oluşan 405 dakikalık DVD'sini nihayet beş gecede izlemeyi tamamlamış bulunuyorum.

Lev Tolstoy’un 1863 – 1868 yılları arasında yazmayı tamamladığı ‘Savaş ve Barış’, 1805’ten 1812 sonlarına dek süren Napolyon – Rus savaşlarının merkezindeki Rus halkının tarihini üç önemli (Bolkonsky, Bezukhov ve Rostov) aristokrat ailenin sarmal öyküleri eşliğinde aktarır. Sergei Bondarchuk’un uyarlaması olan film Tolstoy’un şu sözleriyle başlar;
Önemli sonuçlar doğuran düşünceler daima basittir.
Düşüncelerimi şu sözcüklerle özetlemek mümkün: Eğer namussuzlar bir güç oluşturmak için birleşiyorlarsa...
dürüst insanlar da aynısını yapmalı. Bu kadar basit.
Mosfilm’de 1961 yılında çekim hazırlıklarına başlanan , 1967’de tamamlanan ‘Savaş ve Barış’ , romanın şiirsel dilinin Sergei Bondarchuk tarafından muhteşem bir görsellikle sinemaya uyarlanmasıdır. İyi ki Sergei Bondarchuk , Tolstoy’un bu dev eserini King Vidor'un yönetmenliğinde 1956 yapımı Hollywood uyarlaması olan War and Peace / Savaş ve Barış filminden sonra çekmiştir de, kitabın filme nasıl uyarlanacağı konusunda kendi filminin kıyas bile kabul etmeyeceğini cümle aleme göstermiştir.

Film dört ana bölümden oluşmaktadır.

Birinci Bölüm: "Andrei Bolkonsky"
Andrei Bolkonsky
İkinci Bölüm: "Natasha Rostova"
Natasha Rostova
Üçüncü Bölüm: "1812"
1812
Dördüncü Bölüm: "Pierre Bezukhov"
Pierre Bezukhov
Uzun uzun filmden bahsetmeyeceğim. Filmin sinemaseverlerce edinilip izlenmesi gerekiyor kanımca. Sadece beni etkileyen birkaç sahneden not düşmek istiyorum ‘AY’dan İzlenimler’e…. Birinci bölümün sonlarına doğru Prens Bolkonsky’nin kendini bütün ağaçlar yeşillenirken hiçbir hayat belirtisi göstermeyen meşe ağacıyla özdeşleştirmesi, karamsarlığa kapılması ancak baharın ilerlemesiyle meşede de hayat belirtisi başlayınca (ki bu arada kendisi de Rostovların güzel ve hayat dolu kızları Natasha ile tanışmıştır) Prens de yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen (Cephedeyken Fransızlara esir düşmüş, kurtulmuş ancak eve döndüğünde karısı doğum yaparken hayatını kaybetmiştir.) yaşamaya devam etmesinin gerekliliğini kavraması hem görsel hem de dil açısından o kadar güzel anlatılmış ki Prens ormanda ilerlerken siz de orada gibi hissediyorsunuz. Filmde bir yanda savaş sürerken ve hırsına hakim olamayan Napolyon Moskova’ya doğru ilerlerken, öte yanda Rus aristokrasisinin kendi şaşaalı hayatına hiçbir şey olmuyormuş gibi devam etmesi, Moskova’yı işgal etmiş olsa da karşısında hiçbir kimseyi muhatap bulamadığı için Napolyon'un nasıl içi boş bir zafer kazandığı muhteşem bir şekilde anlatılmış. Öyle ki Napolyon, Moskova’da Rusların barış yapmalarını beklerken, Ruslar şehri baştanbaşa yakarak çekilmeyi tercih etmişler. Moskova yaşanılacak bir yer olmaktan çıkınca da Napolyon dondurucu karda kışta Polonya'ya doğru çekilmiş, karşı hücuma geçen Ruslar da Fransızları ciddi bir biçimde hırpalamışlardır. Zaman Aralık 1812’ye geldiğinde yıpranan Fransız ordusu son öldürücü darbeyi alırken, Rus Generali Kotuzov da Fransızların durumunu çok güzel özetlemektedir: “ (Rus askerlerine hitaben) Sabırlı olun, az kaldı. Ziyaretçilerimizi (Fransız askerleri) göndereceğiz ve sonra da dinleneceğiz. Bu sizin için zor ama hala anavatanınızdasınız, oysa onlar... Neye dönüştüklerini gördünüz mü? En aşağılık dilenciden de kötü durumdalar. Güçleri doruktayken, asla kendi canımızı düşünmedik. Ama artık onları bağışlayabiliriz bile. Onlar da insan. Değil mi, arkadaşlar? Ama kim onlara buraya gelmelerini söyledi? Bunu, (yani) pislik içinde debelenmeyi hak ediyorlar!”

Andrei Bolkonsky’nin 1812’deki savaşta ağır yaralandıktan sonra Moskova’dan içerilere doğru çekildiklerinde ölümle hayat arasında gidip gelmesi, ölümün bir tür uyanış olarak verilmesi öylesine güzel perdeye yansıtılmış ki izlediğim en dokunaklı ‘gerçeküstü’ sahnelerden biriydi diyebilirim. Filmin bilinçlenen, aydınlanan karakteri ise başlarda kimsenin takmadığı, önemsemediği, sadece parası olan çekingen Pierre Bezukhov (ki bu karakteri flmde yönetmenin kendisi yani Sergei Bondarchuk canlandırıyor). Bezukhov’un Fransızlara esir düştüğünde tanıştığı Rus köylüsü Platon Karataev ile olan tüm diyalogları oldukça anlamlı. Giderek idealist , etrafında neler olup bittiğinin farkına varan bir kişiliğe dönüşüyor Bezukhov. Filmin genç ve güzel Natasha Rostova’sına gelince: Lyudmila Savelyeva sadece zerafetiyle değil tüm mimikleri ve bakışlarıyla mükemmel bir Natasha karekteri olmuş. Andrei ve Natasha’nın dansettikleri, Natasha’nın Rus aristokrasisine takdim edildiği balodaki şu fotoğraf karesine neredeyse filmle ilgili tüm görselleri tarattığınızda rastlıyorsunuz, ben de geleneği bozmayarak ekliyorum ‘AY’dan İzlenimler’e…

Natasha ve AndreiAnlatıcı, filmi anlatan ses (ki yazarın kendisidir orijinal romanda bu "ses") filmin başında da bir nevi sarfetmiş olduğu sözleri özetleyerek sonlandırır Rus halkının bu olağanüstü destansı öyküsünü.
Demek istediğim, sadece... Önemli sonuçlar doğuran düşüncelerin daima basit olduğu. Düşüncelerimi şu sözcüklerle özetlemek mümkün: Eğer namussuzlar bir güç oluşturmak için bir araya geliyorlarsa, dürüst insanlar da aynısını yapmalı. Bu kadar basit.