Sonbahar / Autumn filmini çok ama çok sevdim. Yönetmen Özcan Alper'in ilk filmi olan 2008 yapımı Sonbahar sevdiğim mevsimlerin birinde başlayıp, sevdiğim coğrafyalardan birinde geçen çok duru, alabildiğine dingin ama aslında "sessiz" isyanlarla, çığlıklarla dolu etkileyici bir film. 1993 yılının Nisan ayında Alman arkadaşlarımla birlikte Amasra'dan başlayarak Sarp sınır kapısına dek karış karış gezdiğimiz, büyüleyici Karadeniz'in muhteşem doğası Sonbahar filminde ana karakterlerden bir diğeri gibi adeta.
Filmde açlık grevi sonrasında revire kontrole gelen Yusuf ile tanışıyoruz. 90’lı yıllarda öğrenci olaylarına katılan Yusuf 19 Aralık 2000 tarihindeki "Hayata Dönüş Operasyonu" sonrasında F tipi cezaevine nakledilmiş bir siyasi suçludur ama ne sebeple cezaevine girdiğini öğrenmeyiz filmde. Ciğerleri artık iflas noktasına gelmiş olan Yusuf fazla ömrü kalmadığı için serbest bırakılır ve memleketi Hopa'ya yaşlı annesinin yanına döner 10 yılın ardından. Yusuf'un (dolayısıyla izleyicinin de) ilk kez revirdeyken gördüğü karga/lar bir türlü peşini bırakmayacaktır. İlk o zaman anlarız Yusuf özgürlüğüne kavuşmasına kavuşacak, cezaevinden çıkıp annesinin yanına gidecektir ama aslında bu buluşma Yusuf'un "Sonbahar"ı olacaktır. Yusuf'un son zamanlarını geçireceği evinde mevsim değişikliklerini pencereden izlerken, Yusuf'un da isyanlarını, geçmişiyle hesaplaşmalarını gözlemleriz. Hayattan düşen pay bu olmuştur Yusuf'a, yüzünü görmediğimiz arkadaşı Cihan günbatımında böyle söylemiştir ve gerekirse yine yaşayabileceklerdir aynısını inadına! Yusuf'un sessiz haykırışlarına, isyanlarına ortak oluruz köylülerle olan konuşmalarında, arkadaşı Mikail ile olan diyaloglarında ve küçük kızına bakabilmek için Sarp kapısından sınırı geçerek fahişelik yapmaya gelen Gürcü kızı Eka ile olan duygusal yakınlaşmalarında. Ölümü beklemekte olduğunu ya da ölümün O'nu beklemekte olduğunu kimselere söyleyemez Yusuf, sadece hissettirir izleyiciye keskin bir hüzünle.Ve... Sonra... Mevsim "Sonbahar"dan kışa doğru değişirken Yusuf'un bütün isyanını Karadeniz'in hırçın dalgalarında izleriz sanki...
Annesinin isteği üzerine tulumunu üflerken Yusuf, kırmızı (kızıl mı demek daha uygun acaba? /// bu arada kırmızı renk ile başka göndermeler de söz konusu filmde; Yusuf kırmızı minibüse biner köyden kasabaya inişlerde ve dönüşlerde, arkadaşı Mikhail'in kamyoneti kırmızıdır, iskelede son görüşmelerinde kırmızı bir trençkot giymektedir Eka) bayrağa (?) ya da kumaşa sarılı olarak köylülerin omuzunda aşağıda bir tabutun geçişini izleriz pencereden. O pencere ki tüm hayatı özetleyen noktadır aslında filmde, annenin oğlunu beklemesini, mevsim dönüşlerini, Yusuf'un yaprakların düşüşünü izlemesini, ağaçların çıplaklığa bürünmesini, tüm hayatsal döngüleri...."Her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına..." mesajı beliriyor ekranda. Film sonlanmıyor içimde.
Filmde hoş ayrıntılar var; Yusuf'un odasında duvarda Doctor Zhivago / Doktor Jivago filminden bir fotoğraf karesinin asılı olması, Yusuf ve Eka'nın birbirlerinden habersiz olarak TRT2'de oynayan Vanya Dayı'yı seyretmeleri gibi...