“We want Bread, and Roses too! / Ekmek de istiyoruz, gül de!” sloganı 1857'de New York’ta 128 kadın işçinin can verdiği bir fabrika yangınının ardından yürüyüşe geçen kadın işçiler tarafından ilk kez dile getirildikten sonra Amerikalı şair James Oppenheim tarafından 1911 yılında "Bread and Roses" şiirine, İngiliz yönetmen Ken Loach tarafından da 2000 yılında Atlantik Okyanusu'nun diğer yakasında çektiği Bread and Roses / Ekmek ve Gül filmine esin kaynağı olmuş...
İşçi sınıfının daimi savunucusu Ken Loach bu filminde bu kez yeni dünyada göçmen işçilere yapılan haksızlıklar üzerinden öyküsünü kurgulamış ve öyküsünün odağına Meksikalı iki kızkardeşi koymuş. Maya, çoktan Los Angeles'a yerleşip çoluk çocuğa karışan ablası Roza'nın ardından aynı serüveni tekrarlamak üzere Meksika - Amerika sınırını geçecek ve ekmeğini kazanmak üzere kapitalizmin modern kölelik sistemi içinde kendine iş arayacaktır. Kaçak işçi olarak çalıştırılmaya zorlanan, her türlü sosyal haktan uzak sömürülen göçmen işçiler haklarını aramaya başlayıp örgütlenmeye çalıştıklarında sadece işverenlerin değil sendika ileri gelenlerinin de hışmına uğrayacaklardır. Oysa istedikleri düzgün koşullarda hem karınlarının hem de ruhlarının doymasıdır, insan gibi yaşamaktır kısaca, salt ekmek ve güldür istedikleri !... Ancak kapitalizm başka türlü kurgulamaktadır hayatları ! Başucu kitabımdaki Ken Loach'ın sözleriyle dile getirirsem; "Toplumda iki sınıf bulunmaktadır, bunların çıkarları arasında bir uzlaşma sağlamak mümkün değildir ve bir tanesi, öteki pahasına varlığını sürdürmektedir."
Köleliğin dışında kurgulanan hayatlardır aslolan !