Arşivimizde uzun bir süredir yer alan ama benim için bir türlü izlenme sırası gelmeyen filmlerden biriydi Jess (Jesus) Franco’nun 1971 yapımı Vampyros Lesbos / Lesbian Vampires: The Heiress of Dracula / Vampyros Lesbos: Die Erbin des Dracula / Lezbiyen Vampirler. Bu yılki İstanbul Film Festivali’nde “İstanbul: İçeriden ve Dışarıdan” bölümünde de yer alan filmi Çarşamda akşamı izleyebildim en sonunda. Kült yönetmen Jess Franco, kült filmi Vampyros Lesbos / Lesbian Vampires: The Heiress of Dracula / Vampyros Lesbos: Die Erbin des Dracula / Lezbiyen Vampirler’u ağırlıklı olarak İstanbul’da çekmiş. İstanbul’da çekilmiş olup da Türkçe tek bir sözcük bile işitmediğiniz bu fantastik filmde bazı İstanbul görüntüleri de İstanbul’a pek benzemiyor ama her şeye rağmen İstanbul’da çekilen “soft erotik bir korku filmi” olarak Türk izleyiciler için oldukça ilginç ve nadide bir yapım Vampyros Lesbos.Filmde Ewa Strömberg’in canlandırdığı Linda, Simpson & Simpson isimli yabancı bir firmada çalışan (gayrimenkul şirketi büyük olasılık) bir avukat. İnce bıyıklı sevgilisi Omar / Ömer ile geceleri İstanbul’un hayli egzantrik gece klüplerini dolaşmakta, kulüplerdeki ilginç erotik gösterileri adeta büyülenerek izlemektedir. Rüyalarında da “Linda, Linda…” diye kendisini çağıran bir kadın görmektedir.Bir de sürekli rüya mı hayal mi olduğunu tam ayırt edemediğimiz imgeler görmektedir: Gökyüzünde süzülen kırmızı bir uçurtma ağlarda takılı bir kelebek, kah taşlarda kah suyun içinde yürüyen bir akrep, camda ya da perdede akan ve kan izlenimi veren birkaç damla kırmızı boya. Linda’nın rüyalarını dinleyen psikiyatristin seans süresince resimler karalayıp sonra da çözüm olarak Linda’ya daha çok seks yapmasını önermesi de ayrıca ironiktir !
Linda, henüz Boğaz Köprüsü’nün olmadığı zamanların İstanbul’unda bir miras olayı ile ilgili görüşmek üzere gerçek yaşamında hayli şansız güzeller güzeli aktris Soledad Miranda’nın (Jess Franco’nun gözde oyuncusu çok genç yaşta trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.) canlandırdığı çekici ve gizemli Kontes Nadine Carody’nin Büyükada'daki evine gider. (Büyükada ile Lesbos Adası'na da gönderme yapılmış kanımca. Ayvalık'ın karşısındaki bugün Midilli Adası olarak bilinen, ünlü lezbiyen Antik Yunan şairesi Sappho'nun da memleketi olan Lesbos Adası'ndan gelen "lezbiyen" sözcüğü 1800'li yıllardan beri eşcincel kadınlar için kullanılagelmiştir.) Buraya kadar iyi, güzel; Büyükada’da meydanını da görüyoruz ama sonra birden kurgu değişiyor. Ada sahilleri diye gördüğümüz yer daha çok Akdeniz’de bir kumsalı çağrıştırıyor… Acaba ben mi atladım diye düşünüyorum İstanbul’un Prens adaları yerine Akdeniz’de bir adada mı oturuyor Kontes Nadine Carody ?Neyse, vampir adının geçtiği filmin elbette şaşırtmayan gelişmesi Kontes Nadine Carody’e Kont Dracula’dan kalan miras. Linda’nın Kontes’i ziyaret sebebi de bizzat kendisine Kont Drakula’dan kalan bu miras. Linda, Kontes’le tanışınca O’nun büyüleyici güzelliğinden etkilenmemenin olanaksızlığının ayırdına varıyor ve anlıyor ki rüyalarında kendisi çağıran kadın da Nadine’den başkası değil ama derin bakışlı Nadine de Kont Dracula tarafından vampire dönüştürülmüş bir gizemli yaratıktan başkası değil ! Bu kadar yeterli, filmin kalanını hayal edebilirsiniz, klasik bir vampir filmi kurgusunda olduğu için de hayal etmekte çok zorlanmazsınız. Filmde bir önemli nokta da, Linda’nın Kontes’in evine gitmeden önceki gece adada konakladığı otelde çalışan tuhaf tavırlı ‘bellboy’ Memmet ‘in bizzat yönetmen Jess Franco tarafından canlandırılmış olması.
Çoğunlukla komik bulacak olsanız bile, salt İstanbul görüntüleri (zaman zaman başka bir yermiş izlenimini veriyor olsa da), 'psychedelic' müzikleri, kült yönetmenin kendisinin de filmde yer alması bence filmin izlenmesi için yeterli sebepler !