27 Aralık tarihli izdüşümde Viyana'dan Prag'a gerçekleştirdiğim tren yolculuğunu yazmıştım. Bakalım dönüş nasıl olmuş?
"16 Nisan 1995 Her Gidişin Bir Dönüşü Olmalı mı?/ Viyana - Prag
Cuma ve Cumartesi, hiç iki gün Viyana'ya yeter mi, yetmek zorunda...Bugün pazar ve öğlen dönüş var. Yine de sabah sabah ünlü Hundertwasser EvLeri'ni ziyaret etmekten hiç bir şey alıkoyamaz beni. Prag'tan gelirken yalnızdım ama şimdi bir kız arkadaşım da var beraber döneceğim. Kahvaltıdan sonra yola düşüyoruz. Çantalarımız yanımızda... Öğle yemeğini istasyonda yiyeceğiz ya da yanımıza alırız hafif bir iki yiyecek trende yemek üzere. Anlık kararları oldum olası sevmişimdir zaten!
Hundertwasser Evleri aynı isimli mimarın eseri. İçerisi bir galeri aynı zamanda ama içerideki tabloların yanısıra evin dışı sergilenebilecek en güzel eser bence. Bu renkli evi siyah-beyaz fotoğraflayacak olan tek benimdir herhalde...Çünkü asıl amacım Viyana'yı siyah-beyaz resmedebilmek olduğu için sadece siyah-beyaz film getirmiştim yanımda. Kısmen başarıyorum. Sevdiğim Avusturyalı ressam Gustav Klimt'in resim kartpostallarını ve "Die Drei Lebensalter der Frau / The Three Ages of Woman / Kadının Üç Çağı" isimli tablosunun uyuyan kadın ve çocuğu içeren bölümünün posterini alıyorum kişisel müzem için! (Bu poster şimdi kızımın odasında asılı.)
Yine koşuşturmaca başlıyor. Tramvaya atlayıp güneydeki istasyona ulaşıyoruz. İstasyondaki kayan bantlardan alt kata iniyoruz. Köşede bir büfe, pizza dilimlerini kapıyoruz. Bizi iki gün boyunca konuk eden arkadaşımız ile vedalaşmanın ardından trenimize biniyoruz. Sakin olur diye düşünürken, yanılmışım. Geldiğim tren Çek topraklarında seyahat edip Viyana'ya ulaşan bir trendi. oysa bu tren ülkelerarası yolculuk eden tren. Tüm InterRail kartlılar burada. Muazzam bir kalabalık söz konusu. Paskalya dönüşü daha ne beklenebilirdi ki??? En sondaki kaloriferi çalışmayan vagonda yer bulabiliyoruz nihayet. Sekiz kişilik kompartımanda cam kenarındayız. Karşımızdaki çocuk konuştuğumuz dilin ne olduğunu merak edercesine dikkatle bizi izliyor. Kimsenin ne konuştuğumuzu anlamaması gerçekten çok hoş! Karnımız zil çalıyor, içerde koku ile kimseyi rahatsız etmemek amacıyla tren hareket eder etmez koridora çıkıyoruz pizza dilimlerimizi yemek için. Kondüktör koridorda biletlerimizi kontrol ediyor, "afiyet olsun" diyerek.
Koridorda daha çok üşüyoruz, çok soğuk, yemeğimizi bitirince yerimize dönüyoruz. Biz fazlasıyla diğer insanları düşünüp onların yanında özellikle yemek yemezken karşımızda oturan çocuk plastik kabı içinde peynirle karışık tuhaf kokulu bir salatayı çıkarıyor ve afiyetle yemeye başlıyor. Arkadaşımla birbirimize bakıyoruz, sanırım aynı düşünceyle gülmeye başlıyoruz.
Bu trenin güzergahı da farklı olduğu için dörtbuçuk saatte ulaşıyor Prag'a. Bizim kompartımandan sadece biz iniyoruz. Viyana artık çok uzaklarda. her şey yine birden kasvete büründü. Kafka'nın kentine hoşgeldik!"