23 Mayıs 2011 Pazartesi

B i u t i f u l

Meksikalı yönetmen Alejandro González Iñárritu ve senarist Guillermo Arriaga birlikte kotardıkları üçlemenin ( Amores Perros / Paramparça Aşklar – Köpekler [2000], 21 Grams / 21 Gram [2003] ve Babel / Babil [2006] ardından yollarını ayırmışlardı. Bu üçleme ile ilgili izlenimlerimi başka bir zamana bırakarak Alejandro González Iñárritu’nun 2010 yılında çektiği Biutiful filmine değinmek istiyorum. Arriaga’nın her bir üçlemede yer alan kahramanların birbirleriyle kesiştikleri sarmal öyküleri dışında tek bir ana öyküyü anlatıyor gibi gözükse de Biutiful, kızımın yorumuyla izlemesi üçlemelere göre daha karmaşık bir film olmuş.UxbalAlejandro González Iñárritu kamerasını bu kez sihirli kent Barcelona’ya çevirmiş. Elbette yaklaşık ikibuçuk saat boyunca turistik, süslü, eğlenceli bir Barcelona değil izlediğimiz, arka sokaklarından hüzünlü öykülerin aktarıldığı hayli kötümser, karmaşık bir Barcelona… Salt kentin yerlilerinin dokunaklı öyküsü değil aktarılan, Çinli ve Afrikalı kaçak göçmenlerin hayli acıtan öyküleriyle nasıl çözüleceği hiçbir zaman bilinemeyecek mülteci sorunu da son derece keskin bir biçimde hissettirilmiş Biutiful filminde.

Kahramanımız Uxbal (Javier Bardem için bu rolü yazdığını söylüyor Alejandro González Iñárritu) kanser olduğunu ve ölüme çok yaklaştığını öğreniyor. Uxbal’ın başetmeye çalıştığı kanseriyle yüz göz olurken, diğer yanda bulaştığı yasadışı işler üzerinden Barcelona’nın arka sokaklarında her türlü acınası durumla, çileyle, sefaletle karşı karşıya olan kaçak göçmenlerin de (düpedüz hastalıklı yoksa doğrudan kanserli mi desek acaba Uxbal'ın kanserine de gönderme yaparak) yaşantılarını gözlemliyoruz. Uxbal’ın son günlerine tanık olduğumuz filmde yavaş yavaş hayatınının detaylarını öğreniyoruz. Uxbal iki yönde geçimini sağlıyor; bir yanda kaçak çalıştırılan, olması gereken insani haklardan zerre kadar yararlanamayan kaçak göçmenlerin üzerinden yasadışı yollarla parasını kazanıyor diğer yanda ölülerin ardından ruhlarıyla yaptığı konuşmaları ölenlerin yakınlarına aktararak geçiniyor. Para kazanma derdiyle uğraşırken çocuklarının annesinin dengesiz davranışları, tam bir kötülük timsali olan işbilir ağabeyinin kendi arkasından çevirdiği işler tuzu biberi oluyor sorunlu hayatının.Uxbal ve çocuklarıÇok sevdiği iki çocuğunun geleceğini kendi ölümünün ardından bir şekilde garantiye almaya çabalarken bulaştığı yasadışı olaylardan dolayı Uxbal’a kızamıyorsunuz. Öylesine dokunaklı, çocuklarının hayatları için çırpınan ama hep kaybetmiş ve kaybetmeye devam eden bir baba profili çizmiş ki González Iñárritu, filmdeki çocukları için çabalayan bu “baba” profilini olan biten yasadışı işlerden, açlıktan, sefaletten, kaçak göçmenlerin içinde düştükleri acımasız cendereden daha önde görüyorsunuz hep. Erken ölen babasını hiç tanıyamamış olan Uxbal’in kızı Ana’ya, kendisini hiç unutmamasını söylediği sahne filmin en hüzünlü sahnesiydi bence ve filmi izlediğimden beri halen o sahneyi düşündüğümü farkettim şimdi bu satırları iz düşerken…
Filmin adı “Biutiful”, İngilizce güzel demek olan “Beautiful” sözcüğünün İspanyolca’daki söyleniş karşılığının yazılı olarak aktarılmış hali. Filmin bir sahnesinde ders çalışmakta olan Uxbal’ın kızı Ana, “beautiful” nasıl yazılır diye soruyor babasına, Uxbal da muhtemelen bu şekilde yazıyor Ana’nın defterine; “beautiful” oluyor “biutiful”. Adı güzel olmasına güzel de filmin, izlediklerimiz güzel değil, hayli acıtıyor her anlamda !Uxbal ve Ana