Karmaşık ve gergin filmlerin kafası karışık yönetmeni Roman Polanski, "Apartman Üçlemesi"´nin [ilk ikisi 1965 yapımı The Repulsion / Tiksinti ve 1968 yapımı Rosemary’s Baby / Rosemary’nin Bebeği filmleridir] sonuncusu olan 1976 yapımı Le Locataire / The Tenant / Kiracı filminin senaryosunu yazmakla kalmamış, Polonya asıllı Fransız vatandaşı "Trelkovsky" karakterini oynamayı da tercih etmiş. Bugüne dek izlemiş olduğum tüm Polanski filmlerinin içinde, kanımca en sevdiğim filmi, ülkesinde çektiği Nóz w Wodzie / Knife in the Water / Sudaki Bıçak filmi, hemen arkasından da hastalıklı "Carole Ledoux" karakterini mükemmel yorumlamış olan Catherine Deneuve’lü filmi Repulsion / Tiksinti geliyor. Yönetmenin Rosemary’s Baby / Rosemary’nin Bebeği filmi, bana göre, gösteriminin ardından Polanski’nin karısı Sharon Tate’in katledilmesini de getirdiği (büyük olasılıkla sebep olduğu) için en hüzünlü filmi.
Roman Polanski hakkında olumlu-olumsuz önyargıları bir kenara bırakarak "Apartman Üçlemesi"´nin son filmi olan Le Locataire / The Tenant / Kiracı filmini, üçlemedeki diğer filmlerden daha tuhaf ve karmaşık bulduğumu söyleyebilirim. Film, Roman Polanski’nin Fransa’ya yerleştiği ilk yıllarda yaşadığı mahallede çekilmiş. Merak etmedim değil, acaba Polanski’nin kendisi de filmin ana kahramanı olan Polonya asıllı karakter Trelkovsky gibi Fransız komşuları tarafından "Fransız" olmamaya itilmiş midir? Az da olsa "spoiler" vermeden notlar düşemeyeceğim; ancak hemen belirtmeliyim ki eğer sinemaya meraklıysanız arşivinizin olmazsa olmazlarından olmalı Polanski'nin "Apartman Üçlemesi"´nde yer alan üç film."Trelkovsky" ile kiralık daire ararken tanışırız filmde. Apartman kapıcısı içerisinde tuvaleti olmayan (dolayısıyla tüm kiracılar ortak bir tuvalet kullanmaktadırlar) kiralık daireyi gezdirirken bir önceki kiracının intihar ettiğini söyler. Ev sahibi O'na, Eski Mısır Uygarlığı ile haşır neşir olan önceki kiracı Simone Choule'un tedavisinin halen devam ettiğini, bu yüzden daireyi kiraya veremeyeceğini söyler. Trelkovsky hastahaneye ziyarete gider Simone’u ve orada Simone'un yakın arkadaşı Stella ile tanışır. Stella, sargılar içindeki Simone'un kendisini tanıyamamasından muzdarip bir haldeyken, Simone, Trelkovsky’i görür ve çığlığı basar! Gün döner, Trelkovsy’i yeni dairesine taşınırken görürüz, anlarız ki Simone ölmüştür.Trelkovsky, yeni dairesinde hayatın hiç de kolay olmayacağının ayırdına hemen varır. Ev sahibinin ve Fransız olan diğer apartman sakinlerinin genel özelliği, apartmanda gürültü yapılmaması için, kökü Fransız olmayan diğer kiracılar üzerinde, hayli rahatsız edici bir çaba sarfetmeleridir. Hemen apartmanın karşısındaki, bir önceki kiracı Simone'un da sürekli gittiği kafeye, Trelkovsky her gidişinde kendisine, kullandığı Fransız sigarası Gauloises ve kahve yerine, Simone’un içtiği Marlboro ile sıcak çikolata verilmesi ve bu durumda ısrar edilmesi, Trelkovsky'nin kişiliğinde ilk darbeleri oluşturur..!Trelkovsky, tüm apartman sakinleriyle, kafe işletmecisinin ve kafedeki garsonun, kendisini Simone Choule'laştırdığını düşünmeye başlayacak ve giderek bunu bir saplantı haline getirecektir. Öyle ki, Trelkovsky geceleri Simone gibi giyinmeye başlayacak, kırmızı oje sürecek, hamile olduğunu bile düşünecek (!) ve komşularının bilerek ve isteyerek, işbirliği içerisinde kendisini intihara sürüklediğine kanaat getirecektir.
Kiraladığı apartman dairesinde kapana kısılan, başkalaşan hatta dönüşen bir birey olarak Trelkovsky, sanki modern yaşamın dört duvar arasına hapsedilmiş tüm bireylerinin acıtan yalnızlığını, kıstırılmışlığını aktarmaktadır. "Fransız vatandaşıyım" dedikçe Fransız olmaması için çaba gösterenler, O'nu yargılamış ve mahkum etmişlerdir. Trelkovsky için iş, artık salt infazı gerçekleştirmeye kalmıştır!