Yunan mitolojisine aşinaysanız, Pandora’nın şu meşhur kutusunu da bilirsiniz. Hani üstü kapalı kalmış gizli kapaklı durumlara yönelik metafor olarak da kullanılan, “açtırtma kutuyu, söyletme kötüyü” söylemini kazandıran ünlü kutu ! Yunan mitolojisinde ilk kadının, Zeus tarafından insanlığı cezalandırmak için yaratıldığına inanılır. Efsaneye göre, Zeus kendisinden ateşi çalıp insanlara veren Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a, balçıktan yapılmış, güzellik, beceriklilik, cazibe, kurnazlık, zeka gibi pek çok özelliğe sahip Pandora'yı eş olarak gönderir. Epimetheus, kardeşinin tüm uyarılarına karşın güzelliği karşısında büyülendiği Pandora ile evlenir. Pandora'ya evlilik hediyesi olarak topraktan yapılmış, çömlek benzeri bir kutu (sandık da diyebiliriz) armağan eder Zeus ve "Bu kutu asla açılmamalı!" der verirken. Ancak bir süre sonra merakına yenik düşen Pandora (Bilirsiniz, insanın başına gelenler hep meraktandır !) kutuyu açar ve Zeus’un kutunun içine doldurduğu tüm kötülüklerin dünyaya yayılmasına sebep olur. Son anda kutunun kapağını kapatmaya çalışırken kutunun içinde geriye kalan sadece "umut" (ümit) olur. Aslında Nietzsche’nin dediği gibi insanlığa yapılan en büyük kötülük de kutunun içinde umudun kalması olmuştur. Bakınız: Ümit mi ? Ümit en son kötülüktür !
Georg Wilhelm Pabst’ın 1929 yapımı Die Büchse der Pandora / Pandora's Box / Pandora’nın Kutusu, sessiz sinema döneminin başyapıtlarından biri. Siyah-beyaz görsel bir şölen. Yönetmen Georg Wilhelm Pabst, Frank Wedekind’in aynı adlı oyunundan uyarlanan Die Büchse der Pandora / Pandora's Box / Pandora’nın Kutusu filmini çekmeye karar verdiğinde, "Lulu" karakterini kimin oynayacağına karar verememiş. Paramount Pictures ile sözleşmesi biten Amerikalı Louise Brooks’a teklif götürülmüş. Aslında bir dansçı olan Louise Brooks sessiz sinemanın başyapıtlarından biri olan Pandora’nın Kutusu’nda büründüğü Lulu karakterini, adeta bir ikona çevirecek kadar ölümsüzleştirmiş. "Kime niyet kime kısmet" derler ya, dansçılıktan oyunculuğa geçen ve Avusturyalı yönetmen Georg Wilhelm Pabst’la tanışmadan önce ülkesinde, yani Hollywood’da nice filmde oynayan Louise Brooks’u yıldızlaştıran, Pabst’le birlikte çektiği bu film olmuş. Die Büchse der Pandora filminin ilk gösterimi 30 Ocak 1929'da Berlin'de yapılmış. Küt kesim, kahküllü siyah saçlarıyla ( a la garçon = ala garson = oğlansı saç stili) belleklere kazınan bir Lulu yaratmış Louise Brooks ve bu karakterle o kadar özdeşleşmiş ki, ileride yazdığı anı kitabına da “Lulu in Holywood / Holywood’daki Lulu” adını vermiş. Criterion'dan edindiğimiz bu setin, 2.DVD'sindeki ekstralarda, 1971 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide, eğer bu filmde oynamayı kabul etmezse Pabst’in diğer düşündüğü aktrisin Marlene Dietrich olduğunu belirtiyor. Ayrıca ekliyor: “Yumuşak başlı bir kadın kahraman da, iblis bir vamp da, halktan herhangi biri gibi de değildim. Hollywood’da hiçbir kategoriye uymuyordum.” Hiçbir kategoriye uymayan Amerikalı bu aktris, Pabst sayesinde Avrupalılar'ın sevdiği tapılacak bir kadına dönüşmüş. Hiçbir kategoriye uymayan, vamp, şuh, ketum ama bir o kadar da masum !
Pek çok açıdan bir ilkler filmi Die Büchse der Pandora / Pandora's Box / Pandora’nın Kutusu. Öncelikle, çekildiği yıl açısından düşünürsek, erotik açıdan oldukça yoğun bir film. Bu arada sinema tarihinin ilk lezbiyen karakterini de (Kontes Anna Geschwitz rolünü Alice Roberts canlandırıyor) gözlemlediğimiz bir film. 8 bölümden oluşuyor film. Konu aslında oldukça klişe: Biraz fettan bir kadın olan Lulu erkekleri baştan çıkarıyor, çoğu zaman kendi isteğinin dışında, beraber olduğu erkeklere hep kötülük getiriyor. Film boyunca beraber olduğu erkeklere şansızlık, ölüm getiren Lulu, filmin sonunda Karındeşen Jack’in (Jack The Ripper) kurbanlarından biri olmaktan kurtulamıyor. Film süresince, onca insanın mahvolmasına sebep olduğundan, "yaşasın sonsuz adalet / takdir-i ilahi" mi desek bu duruma bilemiyorum ama Karındeşen Jack’i kendisini ilk öldürmeye teşebbüsünde, bakışlarıyla engellemeyi başaran fakat sonraki teşebbüste "layığını bulan" Lulu’nun sonunu, içgüdüsel olarak hüzünlü buluyorum.
Mart 2008’de Criterion Collection’dan getirttiğimiz, film arşivimizin en güzide parçalarından biri olan Die Büchse der Pandora / Pandora's Box / Pandora’nın Kutusu filmini, içinden geçen "Lulu" sebebiyle Lulu on the Bridge / Köprüdeki Lulu filmiyle bir arada tutmaya karar veriyorum. Bu düşünceye sevgili(m) kocam ne der bilemiyorum ama arşivde yeni bir düzenleme yapmak gerekecek şimdi !
Şurada, konuyla çok ilintili olmasa da, isim benzerliğinden bir şekilde ilinti kurulabilecek bir Türk filmi girdim mevcut... Meraklısına duyurulur!