8 Ağustos 2012 Çarşamba

The Lady

İzlenimlerimi günceme taşıma hızım, film izleme hızımla boy ölçüşemiyor; bu durumda mevsimin yaz olmasının da etkisi var elbette. Ancak bir süredir beni şaşırtan filmler izlediğimi belirtip, fırsat oldukça, yavaş yavaş bunları da buraya aktaracacağım; bugün, hazır ülkemizin de gündemindeyken, (Arakan Katliamı - Burma'daki Müslüman Azınlık Arakanlar veya Rohingyalar) Birmanya, Burma ya da yeni adıyla Myanmar’ın Nobel ödüllü muhalif kadın lideri, demokrasi direnişçisi Aung San Suu Kyi’nin pek bilinmeyen özel hayatının, ağırlıklı olarak 1988 – 1998 arasındaki dönemine odaklanmış, Luc Besson’un 2011 yapımı The Lady filminden bahsedeceğim. Aung San Suu KyiLuc Besson’un, "çelik orkide" lakabı da takılmış bu harika kadın Aung San Suu Kyi’nin mücadelesinden, kişisel mutluluğunu ülkesinin demokratik özgürlüğüne feda etmesinden etkilendiğini zannediyorum. Yönetmen, Rebacca Frayn’ın, üç yıl zarfında, Aung San Suu Kyi ile temasta olan kişilerle de görüşerek tamamladığı senaryosu üzerinden filmini kotarmış; üstelik bir el kamerasıyla turist gibi gittiği Burma’da da gizli çekimler gerçekleştirmiş. Fakat yönetmenin belirttiği gibi The Lady filmi öncelikle Aung San Suu Kyi ile akademisyen-yazar kocası Michael Aris’in zorunlu olarak ayrı kalmalarına, gelişen tüm engellere karşın, yılmadan, bitmeden süren büyük aşklarının öyküsü...
Filmde Aung San Suu Kyi’i Michelle Yeoh, kocası Michael Aris’i ise David Thewlis canlandırıyor.
19 Haziran 1945'de Burma’da doğan Aung San Suu Kyi’nin babası, Burma Bağımsızlık Ordusu'nun kumandanlarındanmış. Ülkesinin demokratikleşmesi için büyük çaba gösteren general, 1947'de bir suikaste kurban gidiyor... Suu Kyi o esnada henüz iki yaşındadır. Filmde, Suu Kyi’i ilk kez göl kenarındaki evlerinin bahçesinde oturduğu tahta şezlongta, babasıyla oynarken görürüz. Bu sahnenin akabinde, general ve arkadaşları öldürülecek ve Suu Kyi ile annesinin hayatı tamamıyla değişecektir. Daha sonra, film 1998 yılına sıçrar. Suu Kyi’nin kocası Michael Aris’in, kanser olduğunu öğrendiği sahne ile film ileri-geri giderek bize Suu Kyi’nin özel hayatının 1988 – 1998 yılları arasındaki dönemine yoğunlaştırır.
Oxford Üniversitesi'nin "Tibet ve Himalaya Dilleri Kürsüsü"´nde ders veren akademisyen-yazar eşi Michael Aris ve iki yarı İngiliz, yarı Burmalı erkek çocuğuyla, Londra’da mutlu bir yaşantısı olan Suu Kyi, annesinin hastahaneye kaldırıldığını öğrendiğinde ülkesine döner. Dönüşünde ülkesinde tanık olduğu, askeri rejimin şiddetinden dolayı, dehşete kapılarak, şaşkınlık geçirir. Ülke aydınlarının etkisiyle ve haklı baskılarıyla, yavaş yavaş göl kenarındaki baba yadigarı evini, demokrasi hareketinin merkezine dönüştürürerek, halkının gözünde onları kurtarabilecek tek lider olarak ilerler... Annesinin hastalığı sebebiyle döndüğü ülkesini, bir daha çıkış yaparsa dönüşüne izin verilmeyeceği için bırakamaz. Eşi ve çocukları Londra’daki hayatlarına devam ederken, Suu Kyi ülkesinde demokrasiye geçilmesi için bir an önce seçimlerin yapılması amacıyla tüm gücüyle çalışmaktadır.Suu Kyi ve<br />Michael
Suu Kyi ve oğullarıFilmde, Suu Kyi’nin Burmada’ki çabaları, rejimin kendisini yıldırmak için yaptıkları, ev hapsinde tutulduğu sürede yaşadıkları, eşi Michael’in güvenliğini biraz olsun artırabilmek amacıyla, Suu Kyi’nin Nobel Barış Ödülü alabilmesi yönündeki çalışmaları (-Bu ve benzeri konularda onlara yardım maksadıyla, Desmond Tutu'nun çabaları da aktarılmış filmde.-), çocuklarının durumu, özlemleri oldukça dozunda tutularak yansıtılmış. Gandhi'nin pasif direnişini örnek alan muhteşem kadın karakterimiz, bir film karakteri değil! Gerçekten yaşıyor ve durum, henüz pek de değişmiş değil oralarda... Aslında anlatılan Suu Kyi ve Michael Aris arasındaki güçlü aşk olduğu için de, ülkenin yıllardır yaşadığı şiddet hep biraz daha arka planda tutulmuş. Ancak elbette "ne olup bitiyor, nasıl bir yönetimdir" farkına vardırtılıyorsunuz ister istemez.
Luc Besson, sahip olabildikleri az bilgiyle Aung San Suu Kyi’nin ev hapsi altındaki yaşantısını canlandırdıklarını belirtmiş röportajlarında. Sadece ellerindeki fotoğraflarla, Burma’daki evini yaratmayı başarmışlar, öyle ki “Google Earth”’ü kullanarak, evin gölden uzaklığını ölçmüşler. Evdeki perdeleri, piyanoyu, kısacası herşeyi, yeni baştan ortaya çıkarmışlar. Filmi izlerken en çok halkının özgürlüğünün sessiz ama sabırlı savaşçısı Aung San Suu Kyi'nin, kendisi üzerine yapılmış bu filmi izleyip izlemediğini merak ettim. Çok fazla araştırmadım ama rastladığım gazete haberlerinde Luc Beson’un belirttiği üzere, Aung San Suu Kyi, özellikle babasının ve eşi Michael’in ölümlerine dair olan sahneler sebebiyle, henüz kendinde filmi izleyecek gücü bulamamış. Cesaretini topladığında izleyecekmiş ama Luc Besson’a bu filmi çektiği için teşekkürlerini sunmuş. Bu bilgi Kasım 2011'e dayandığı için ne kadar günceldir bilemiyorum, belki de Suu Kyi izlemiştir çoktan The Lady filmini.
Ben de, Fransız Sineması'nın popüler yönetmeni Luc Besson’a, yaşamıyla beni de etkileyen Aung San Suu Kyi’nin hakkında daha fazla bilgi edinmeye yönlendirdiği için teşekkür ediyorum. Hazır, konuya değinmişken, Suu Kyi'nin neden (henüz) Arakan Katliamı ile ilgili bir demecinin olmadığını da, bazı bireylerin, sanal alemde sorguladıklarını aktarmalıyım. Kişisel düşüncem, Suu Kyi'nin, bu acı durum karşısında sessiz kalmaması gerektiğidir. Galiba, şu an için bu konuda açıklama yapabilecek halde değil sınırlandırılmış özgürlüğü nedeniyle... Öyle umalım...
Aung San Suu Kyi’nin, filmin sonunda yer verilmiş şu cümlesine dikkat çekmeliyim :
“Lütfen özgürlüğünüzü bizimkini de yükseltmek için kullanın !”
Aung San Suu Kyi
1988'de Aung San Suu Kyi'nin ülkesine dönüşü sırasında geçen bir başka ve daha aksiyonlu film için şuraya bakabilirsiniz :
Beyond Rangoon (1995)
Burma'dan gizlice ülke dışına çıkarılan kayıtlardan kotarılmış bir belgesel içinse şuraya bakmalısınız :
Burma VJ: Reporter i et lukket land (2008)
Kon Ichikawa'nın klasikleşen, dev yapıtıysa, Burma'nın biraz daha eski dönemlerine, II.Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarına değinmekte; buradan buyrunuz :
Biruma no tategoto (1956)