24 Temmuz 2013 Çarşamba

Sala Samobójców

Leh yönetmen Jan Komasa 1981 doğumlu. Polonya’nın dünyaca ünlü Lódz Film Okulu’nu bitirmiş. 16 dakikalık ilk kısa film çalışması olan Fajnie, ze jestes / Nice to see you / Seni Görmek Güzel, 2004’te Cannes Film Festivali’nde, uluslararası genç sinemacıların/sinema öğrencilerinin yarıştığı Cinéfondation bölümünde ilk üçe kalmış. Jan Komasa, 2011 yapımı ilk uzun metrajlı filmi Sala samobójców / Suicide Room / İntihar Odası filmi, sadece Polonya’da değil, Avrupa’nın pek çok yerinde de geniş bir izleyici kitlesine ulaşmış.
Filmi izleyip, arşivimize dahil etmemizin ilk nedeni açıkçası, bu filmin Polonya’da son yıllarda sinema dünyasında neler olup bitiyora bir örnek teşkil etmesiydi. Üstelik film, giderek herşeyin sanallaştığı bir dünya ortamında, salt Leh gençliğini ilgilendiren sorunları değil, dünyanın herhangi bir başka, "uygar" (buradaki kasıt dijitalliğin girdiği her yer) ülkesinde olabilecek gençlerin sorunlarını da sergiliyor. “Herşey giderek değerini yitirirken dejenerasyon tam anlamıyla tepe noktasına yükseliyor” fikrini kanıtlayan bir film olarak Sala samobójców / Suicide Room / İntihar Odası, biraz duyarlı bir insansanız, izlerken ve izledikten sonra canınızı acıtan bir film.
Yönetmen Jan Komasa, Daze Dijital sayfasında okuyabileceğiniz üzere, yazıp yönettiği filminin senaryosunun, Japonlar'ın “Hikikomori” kavramını duyduktan sonra kafasında oluşmaya başladığını söylemiş. Vikipedi’den öğrendiğime göre “Hikikomori”, Japonca “Elini ayağını çekmek” anlamına geliyormuş. Yaşamdan elini ayağını çekerek, temel ihtiyaçlar dışındaki tüm zamanlarını odasının içinde geçirenler kastediliyormuş. Japon psikiyatr Tamaki Saitō'nun tıp literatürüne kazandırdığı bu hastalığın tek müsebbibi bilgisayar da değilmiş. 90′lı yıllardan beri Japonya’da, kendini ailesiyle yaşadığı evin bir bölümüne kapatıp sosyal yaşamı tamamen reddeden ergenleri ve gençleri tanımlamak için de kullanılıyormuş bu kavram.
Filme dönersek, Dominik (genç Leh oyuncu Jakub Gierszal iyi bir oyunculuk sergiliyor) adında, üst gelir düzeyine sahip başarılı bir anne-babanın çocuğu var karşımızda. Okulun güzel kızlarıyla haşır neşir lise son öğrencisi olan Dominik, mezuniyete az bir zaman kala, arkadaşlarıyla beraber gittikleri bir partide, bir erkek arkadaşıyla öpüşmeye zorlanmasından sonra, bu öpücük üzerinden ciddi bir alaya alınıp aşağılanıyor arkadaşlarınca. Tam da bu sıralarda, internette rastladığı, vücuduna zarar veren birisine tesadüfen yazdığı mesaja yanıt gelmesiyle, “intihar odası” olarak adlandırılan sanal bir kulübe davet ediliyor. Üyelerin ölümü takıntı haline getirdikleri bir oda burası. Bundan sonrası, gerçek dünyayla ilişiğini kesen Dominik’in kendini adeta bu sanal odaya hapsetmesinin öyküsüne dönüşüyor.
Filmde sanal kulüple ilgili çekimler animasyona evriliyor. Çok fazla bana hitap eden bir film olmadı Sala samobójców / Suicide Room / İntihar Odası ama “nereye gidiyor dünyamız?” için izlenip, dersler çıkarılması gereken bir film. Salt, “Hikikomori” kavramını öğrenememi sağladığı için bile bir iz bırakmış film olarak yer alacak belleğimde. Nedir bakalım kıssadan hisse; sanal dünyalar sanal kabuslara kolaylıkla dönüşür!