18 Kasım 2014 Salı

Hatsukoi: Jigoku-hen

Hem Japon hem “Yeni Dalga”! Bir filmden daha başka ne beklenebilir ki? Susumu Hani’nin Shûji Terayama ile birlikte senaryosunu kotardığı, ağırlıklı olarak siyah-beyaz, 1968 yapımı Hatsukoi: Jigoku-hen / Nanami: The Inferno of First Love / İlk Aşkın Cehennemi filmi başlarda çok basit bir öyküye dayanıyormuş izlenimini verdirtiyor izleyicisine. Kız (Nanami) ve oğlan (Shun) karşılaşır. Sevişecekleri bir otel odasına giderler. Kız hemen soyunur. Oğlansa çekingendir. Olay her ikisinin geçmişlerini anlattığı terapi seansına döner. Kızın iş bulmak için büyük kente geldiğini ama ancak çıplak modellik işi bulabildiğini öğreniriz. Kızın iş için gittiği iki stüdyodan biri sadomazoşistlerin devam ettiği bir stüdyodur. Oğlanın babası çocukken ölmüş, annesi kendisini bırakıp gitmiş ve bir koruyucu aile yanına verilmiştir ama koruyucu babasının cinsel istismarına senelerdir maruz kalmıştır. İki genç otel odasından ayrılırlar ve ayrı ayrı hikayelerinin peşinden gideriz. Kız stüdyolara girip çıkmaya devam eder. Oğlan parkta küçük bir kız çocuğuyla arkadaş olur, bu arkadaşlık yanlış anlaşılır. Olaylar gelişir, oğlan tutuklanır ve kendisini hipnotize eden doktora yaşadığı cinsel istismarla ilgili tüm gerçekleri anlatır. Rahatlar. Tamam, her şey artık yoluna girecek diye umutlanırsınız. Oğlan kızı bulur ve aynı otel odasında buluşmak üzere sözleşirler. Ama...
Her zaman bireylerin tek tek ilgi alanı olduğunu söyleyen Susumu Hani, derdinin bireylerin içindeki en gerçekçi resmi yakalamak olduğunu belirtmiş. Bence bu filminde Nanami ve Shun karakterlerinde en gerçekçi ve bir o kadar da acımasız yönleri büyük bir titizlikle işlemiş. Film ilerledikçe izleyiciyi “tekrar bir araya gelebilecekler mi?” hususunda da merakta bırakmış. Meraklısı mutlaka edinip izlemeli bu filmi diyerek, Aragon’un sevdiğim şiirine gönderme yaparak noktalıyorum notlarımı: “Mutlu aşk yoktur.”