Scott O'Dell'in aynı isimli romanından uyarlanan James B. Clark'ın 1964 yapımı Island of the Blue Dolphins / Mavi Yunusların Adası filmi, Juana Maria isimli Kızılderili bir kadının gerçek öyküsüne dayanıyor. 1800'lü yılların başında misyonerler tarafından sahiden California açıklarındaki Kanal Adaları'nda (Santa Barbara Islands) bırakılan ve tek başına onsekiz yıl adada yaşayan Juana Maria, kurtarıldıktan yedi hafta sonra getirildiği ana karada dizanteriden ölerek California Santa Barbara Misyonu Mezarlığı'na gömülüyor.Filmde ana kahraman olan Kızılderili kızın ismi Karana. Babası Chowig adadaki Chumash (Kumaş ?) Kızılderilileri'nin şefi. Adalarına beyaz bir kaptan eşliğinde avlanmaya gelen Aleut kabilesine karşı duran Şef Chowig öldürülüyor. Aleut'lar başlarındaki kaptanlarıyla adayı terkederken yeni şef Kimki kanosuyla yardım aramaya gidiyor. Şef Kimki adaya misyonerlerin kayıklarıyla dönüyor ve tüm kabile bu kayıklara binerek adadan ayrılırken Carana erkek kardeşi Ramo'nun hiçbir kayıkta olmadığını farkedince (çünkü Ramo mızrağını almak üzere kulübelerine dönmüştür.) denize atlayıp adaya dönüyor. Adada tek başlarına bırakılan Carana ve Ramo bir geminin gelerek onları kurtaracağı umuduyla yaşarken, Ramo adadaki vahşi köpekler tarafından öldürülüyor; vahşi köpeklerin başına Aleut'ların bir köpeği geçmiştir... Filmin bundan sonrası Carana'nın bir nevi Robinson Kruzo'ya (Crusoe) dönüşmesi. Kabilelerinin geleneklerine göre bir savaş aletine dokunmaması gereken (tabu/taboo) Carana, eline mızrağını ve oklarını alıyor, kardeşini öldüren köpeklere savaş açıyor, kendine bir ev inşa ediyor, balık avlıyor, köpeklerden birisiyle (Aleut'ların getirdiği köpek ve sonra o ölünce onun diğer köpeklerden birinde olan yavrusuyla) dost oluyor, hayatını tek başına (zorlukları olsa da) gayet güzel devam ettiriyor. Sonra...
Sonrası beyazlar açısından aynı masal, aynı mutlu son ?! Geldim, buldum, kurtardım, sömürdüm, elbette uygarlaştırdım !!!
Bana kalsa, Carana, kendisini aramaya gelen gemiyle, adasından ayrılmasın isterdim!