Tunç Okan'ın 1975 yapımı Otobüs / The Bus filmi sinemamızın köşe taşlarından biridir. Yönetmen olarak ilk filmini gerçekleştiren Tunç Okan'ın bu kadar küçük bütçeyle bu kadar büyük bir film yapmış olması hep şaşırtmıştır beni. Ülkemizde sansür kurulu tarafından yasaklanan Otobüs ancak 1977'de Danıştay kararıyla izleyicilerle buluşabilmiştir. Otobüs hem çok gerçekçi hem de çok gerçeküstü bir film. Sarsıcı bir hüzünlü dokunuş.
Film, hurda bir otobüsle yurtdışına kaçak olarak götürülen (aslında kandırılan) dokuz Türk işçinin öyküsünü anlatıyor. Sade ancak dokunaklı bir çekimle başlar öykü. Hurda bir otobüsün kapı kolu ile onun üzerinde belirip kaybolan jenerik yazılarına Ö. Zülfü Livaneli'nin açılış bestesi eşlik eder. Ve karlı bir havada, puslu bir otobanın üzerinde çok uzaklardan bize doğru gelmekte olan belli belirsiz bir aracın görüntüsünü karşılar gözlerimiz...Filmin görüntü yönetmeni Güneş Karabuda filmin ilk ana karakterini yani artık jilet bile yapılamayacak kadar köhnemiş olan, hurda, tuhaf mavi renkte, 50'li ya da 60'lı yıllardan kalma Türk plakalı bir "Otobüs"ü bize bu görüntülerle sunar. O otobüs had safhada kapitalist, tüketim toplumu olan ve de yabancılaşmanın doruğundaki soğuk, katı ve duygusuz bir Avrupa başkentinde, içindeki dokuz Türk işçisi ile birlikte acımasızca harcanacaktır.
Otobüsün şoförü Stockholm kentinin meydanlarından birine park eder ve polisteki işlemlerini tamamlamak üzere işçilerin pasaportlarını ve tüm paralarını alır, kaybolur. Dokuz işçi otobüsün içinde kaderlerine terkedilmiştir. İlk kez büyük kent gören işçiler otobüsün perdesinin ardından meydana bakarlar şaşkın ve de umutsuz ve de aç ve de susuz ve de parasız olarak. Dil bilmezler, yol bilmezler. Hava kararınca dışarı çıkarlar. Şaşkın bir şekilde vitrinlere, seks dükkanlarına, telefon kabini içinde sevişen çiftlere, tuvalette eş arayan eşcinsellere bakakalırlar. Telaştan, polis korkusundan birbirlerini kaybederler sokakta. Tuncel Kurtiz'in canlandırdığı karakterin Stockholm'un ıssız caddelerinde geceyarısı kaybolmuş bir durumdayken karşısına çıkan köpekli adama, “Otobüsü gördün mü gardaş?” diye çaresizlik içinde haykırışı çok hazindir. Köpekli adam korkar ve kaçar ve adamın ardından bakakalan Tuncel Kurtiz'in gözlerinde ne kadar üzüldüğünü görürüz. "Bu kadar mı, korkutup kaçırtacak kadar mı ürkücütüdür?" bakışlarıdır sanki bakışları. Sonra aç, susuz sabaha kadar üzerinde tünediği bir köprüde hareketsiz görürüz onu. Buz gibi olan gecede donmuştur. Kentte sabah telaşı başlamıştır. Yüzlerce Stockholmlu işe gitmek üzere yollara döküldüğünde, bunlardan bir tanesi yanından geçerken kendisine kabaca çarpar. Köprüden buzlu sulara düşer Tuncel Kurtiz, bir daha sesi çıkmaz. Tunç Okan'ın canlandırdığı diğer ana karakter ise metronun tuvaletinde kendisine askıntı olan birinin peşinde bir seks kulübünde bıçak darbeleriyle hayata veda edecektir.
İşçilerden ikisinin hayatı umudun peşinden koşarak geldikleri Stockholm'de böyle tükenir. Meydandaki otobüse döner tekrardan kamera... Kalan yedi işçi birbirlerine yapışmış ve büzüşmüş durumda otobüsün içindeyken Stockholm Emniyet Müdürlüğü polisleri duruma el koyar. Polisler her bir işçiyi kollarından tutup zorla dışarı çıkardıkça dev bir çelik balyozun otobüsün üzerine indiğini ve tuzla buz ettiğini algılarız. Her bir darbe izleyici de tuz buz eder, acıtır. Tüyler ürpertici bir finaldir bu.
Otobüs filmi sinema severlerin mutlaka arşivlerine eklemeleri gereken bir film. Tunç Okan, filmi ancak 1977'de Türkiye'de gösterime girebildiğinde gerçekleştirdiği bir söyleşide şöyle demiş: "Yeşilçam'ın profesyonel çalışma koşullarını hemen hiç tanımıyordum. Bu câmiada ne kimim kimsem vardı, ne de böyle bir projeyi kotarabilecek büyüklükte bir bütçem. Olaya deli cesaretiyle girdim ve sonradan bu tecrübesizliğimin epeyce yararını gördüm... Başlangıçtan beri yapmak istediğim, bir çatışmayı, bir büyük uyumsuzluğu, aykırılığı ortaya koymaktı. Tekniğiyle, aşırı gelişmiş tüketim toplumuyla az gelişmiş toplumun insanlarını karşı karşıya getirmekti. Bunların birbirleriyle olan kendi içlerindeki çelişkiyi, aralarındaki korkunç çatışmayı vurgulamak istedim...."
Tunç Okan'ın Fakir Baykurt'un bir eserinden uyarladığı Umut Üzümleri / Grapes of Hope isimli yeni filminin 2010 yılında izleyicilerle buluşacağı haberi ile bugünkü günce notumu sonlandırıyorum. Merakla bekliyorum yeni filmi.