20 Şubat 2009 Cuma

"Gerçekliğin korkunç bir yanı var..."

Sinema tarihinin usta yönetmenlerinden İsveçli Ingmar Bergman ile İtalyan Michelangelo Antonioni aynı gün yani 30 Temmuz 2007'de fiziki dünyadan göç ederler. Bergman 89, Antonioni 94 yaşındadır. Her ikisi de özgün sinema dillerini yaratmıştır. Bergman günceme daha önce sıklıkla konuk olmuş bir yönetmen. Antonioni ise 6 filmi (Avventura, La Notte, L'Eclisse, Il Desserto Rosso, Zabriskie Point, Professione) ile arşivimizde yer alan ancak benim filmlerini izlemek için bir türlü zaman yaratamadığım bir yönetmendi; dün akşama dek.

1964 yapımı Il Deserto Rosso / The Red Desert / Kızıl Çöl Michelangelo Antonioni'nin ilk renkli filmi. Sisli, yağmurlu Ravenna'dayız Kızıl Çöl'de. (Ravenna, Bologna yakınlarında Adriyatik Denizi'ne bir kanalla bağlı olan ve de Dante'nin mezarının olduğu bir İtalyan Kenti.) Fabrika atıklarının tüm doğayı mahvettiği bir arka fon eşliğinde Giuliana ve oğlu Valerio ile tanışırız.
Giuliana ve oğlu ValerioFabrikanın tesis müdürü ile evlidir Giuliana. Geçirdiği bir kazanın ardından ruhsal açıdan giderek bunalıma girmiştir. Bu kasabada sıkışıp kalmıştır, yalnızdır, yaşamından, çevresinden, yaşadıklarından, modern dünyadan hoşnut değildir. Kendisiyle sorunları tepe noktasındadır, kimseyle düzgün iletişim kuramamaktadır, bardak taştı taşacak haldedir. Herkese, herşeye yabancılaşmıştır/yabancılaşmaktadır. Eşinin arkadaşı olan Zeller isminde bir mühendis ile tanışır. Zeller pek yakında yeni bir tesis kurmaya Patagonya'ya gitmek üzeredir. Zeller Giuliana'yı yakın takibe alır, amacı salt Giuliana ile beraber olmaktır. Giuliana ise farklı arayışlar içindedir. Eşi iş gezisine gittiğinde oğlu hastalanır ve Giuliana onun çocuk felci olmasından şüphelenerek giderek bunalıma düşer. Oysa çocuk numara yapmaktadır. Oğlunun kendisini kandırdığını anladığında sığındığı kişi Zeller olacaktır ama Zeller arayışlarının yanıtı değildir.
Pembe giderek kızıllaşacaktır.
Kızıl Çöl'de renklerin kullanımı çok ilginç, bir de Giuliana'nın bir nevi ruhsal sıkıntıları ile ilgili olarak etrafındaki görüntülerin giderek "flu"laşması. En çok akılda kalan sahnelerden biri Giuliana'nın oğluna anlattığı masal sahnesi. Pembe kumlar ve berrak bir denizin eşliğinde masal gerçekle hayal arasında gidip geliyor. Bir diğer sahne limandaki dökük kulübedeki yemek sahnesi. Partidekiler çok üşüdüklerinden kulübenin kırmızı tahta duvarlarını sökerek, sobada yakıyorlar ve ısınıyorlar. Yani kendi çıkarları için kulübeye zarar veriyorlar. Tıpkı doğayı teknoloji ile mahvettikleri gibi yemek süresince bir kaç saat geçirecekleri küçük bir alana da sorgusuz sualsiz maksimum zarar verebiliyorlar.

Filmin sonlarına doğru süpriz nokta ise Giuliana'nın Zeller'den ayrılıp limana gittiğinde amaçsız dolaşırken kendisine nasıl yardımcı olabileceğini soran kişinin bir Türk gemici olması. Bu gemici ile Giuliana arasında geçen Türkçe - İtalyanca diyalog filmin iletişimsizlik üzerine de güzel bir son noktası gibi. Gemici nasıl yardımcı olabileceğini Türkçe sorup durur, Giuliana İtalyanca ruhunun sıkışıklıklarını yanıtlar. (Sevgili(m) kocamdan bir küçük not: Kızıl Çöl filmi Giovanni Scognamillo'nın Batı Sinemasında Türkiye ve Türkler isimli kitabında da yer alıyormuş. Daha önce göz gezdirmiş olduğum bu kitabı da yeniden okumalıyım.)
Limanda, kızıllıklar içindeKızıl Çöl filminde Giuliana ile oğlu Valerio arasında geçen son replikler bir bakıma Giuliana'nın kendince ruh sıkışıklıklarına bulduğu çözümü de bize fısıldıyor gibi.

Valerio: (Fabrika bacasından çıkan dumana bakarak) Duman niçin sarı?
Giuliana : Çünkü zehirli.
Valerio: O zaman küçük bir kuş onun içinden uçarsa, ölür!
Giuliana: Şimdiye kadar kuşlar bunu öğrenmiştir. Oradan uçmuyorlardır artık.

Giuliana rolünde Monica Vitti hiç abartısız döktürüyor. En az Giuliana kadar ruhum daraldı filmi izlerken...