Milano'nun sevimsiz binalarında, caddelerinde, sokaklarındayız 1961 yapımı La Notte / The Night / Gece filminde. Lidia (Jeanne Moreau) ve Giovanni Pontano (Marcello Mastroianni) evli, gündelik yaşamın kollarına akışlarını bırakmış bir çifttir. Her ikisinin yüzlerinde bıkkıntı, huzursuzluk, arka plandaki modern hayatın getirdiği gürültülerden rahatsızlık, mutsuzluk, içine düştükleri boşluk rahat rahat okunmaktadır. Film; evlilikleri krizde olan bu çiftin bir gün ve gecesini anlatır. Lidia ve Giovanni çiftinin ölüm döşeğinde olan yakın arkadaşlarını hastanedeki ziyaretleri ile başlayan, yazar olan Giovanni'nin "Uyurgezerler" isimli kitabının imza günü sebebiyle bir kitabevinde devam eden günleri, Lidia'nın imza gününden erkenden ayrılarak tek başına Milano'nun sokaklarında (anılarını tazeleme, ruh sıkıntılarına çare bulma maksadıyla olsa gerek?) gerçekleştireceği gezintileri ile son bulur ve asıl filmin başladığı La Notte'ye bizi getirir. Gece zengin bir işadamının evinde verdiği partiye davetlidirler ama Lidia'nın ısrarları ile o davete değil de bir gece kulübüne giderler. Lidia kulüpte sıkılınca sonuçta geceyi noktalamak için gidecekleri yer yine davetli oldukları parti olacaktır. Kalabalık davetli topluluğu zengin işadamının hayli ihtişamlı evi ve bahçesinde orkestranın çaldığı caz eşliğinde dansetmekte, içki içmekte, yemek yemekte, havuz başında eğlenmektedir. Lidia ve Giovanni ayrılarak davetlilerin arasına karışırlar. Lidia merdivenlerde bir kadının Giovanni'nin kitabını okumakta olduğunu görür. Bu kadın zengin işadamının kızı Valentina'dır. (Monica Vitti) Lidia bahçede rastladığı Giovanni'ye kitabını okuyan kadından bahseder, Giovanni bu kadını aramaya başlar bir bakıma. Evin büyük salonlarından birinde pudra kutusu ile oynayan Valentina ile flört etmeye başlar. Bu arada Lidia hastaneyi arar ve arkadaşlarının öldüğünü öğrenir. Sonra partideki bir adamla sessizce flört etmeye başlar. Ama oldukça sıkı bir yağmurun ardından adamın arabası ile birlikte evden ayrılan Lidia flört eylemini ileriye götürmeden adama "olmaz" diyerek partiye döner.
Evde Lidia ve Valentina karşı karşıya gelirler. Lidia'ya kendi odasında kurulanabileceğini söyleyen Valentina'ya kocasına karşı beklentilerini sorar Lidia. Valentina'nın bir beklentisi yoktur. Lidia hiç kıskançlık duymadığını söyler. Sadece bundan sonra ne olacağını bilmek istemektedir. Salt evlilik krizi içinde olmayan aynı zamanda yazarlığı açısından da yaratıcılık krizinin eşiğinde olan Giovanni için Valentina yeni bir hayat demektir. Üstelik Valentina'nın babasının kendisine iş teklif etmesi de önünde inanılmaz bir fırsattır. Ama sonuçta Valentina yuva yıkmayacağını belirterek çifti evden gönderir. Lidia ve Giovanni'yi evin bahçesinden golf sahasına doğru yürürken görürüz. Sanki son kez birlikte yürüyorlardır ve birlikte evlerine dönmeyip ayrılacaklardır. Bir ağacın altında otururlar, Lidia çantasından çıkardığı bir mektubu yüksek sesle okumaya başlar. "Bu sabah uyandığımda sen hala uyuyordun. Uyanır uyanmaz yumuşak soluğunu duydum. Bu beni derinden etkiledi. Haykırarak seni uyandırmak istedim ama öyle derin bir uykudaydın ki... Loş ışıkta tenin capcanlı, öyle sıcak ve tatlı ışıldıyordu ki öpmek istedim ama seni uyandırmaktan korktum.... Uyanırsın diye kollarıma almadım. Bunun yerine kimsenin benden alamayacağı, sadece benim olan şeyle yetindim: senin sonsuz görüntünle. Yüzünün ötesinde, tüm ömrümün ışığında bizim saf, güzel halimizi gördüm: geleceği ve hatta bütün geçmişimizi. Bu en mucizevi olaydı; ilk kez hep benim olduğunu hissetmek, senin sıcaklığın, düşüncen ve isteklerinle bu gecenin sonsuza kadar süreceğini hissetmek. Lidia, o anda seni ne kadar sevdiğimi farkettim. duygularımın yoğunluğu beni ağlattı. Bunun asla bitmemesi için ömrümüz boyunca böyle kalmalıyız. Sadece yakın değil, birbirimize ait halde. Tek tehdit alışkanlığın yaratacağı bir kayıtsızlık olacaksa da hiçbirşeyin bozamayacağı bir halde. O anda sen uyandın, tebessümle, kolların boynumda, beni öptün ve artık korkulacak hiçbir şey olmadığını hissettim. Hep o anki gibi kalacaktık; zamandan ve alışkanlıktan bile güçlü bağlarla."
Kendi yazdığı mektubu anımsamayan Giovanni "kim yazdı bunu" diye sorduğunda Lidia'nın Giovanni'ye bakışları muhteşemdir. Aşk tükenmiştir, gündelik yaşamın içinde kaybolmuştur, yoktur. "Sen yazdın" der Giovanni'ye ve artık onu sevmediğini de söyler, aynı şekilde Giovanni'nin de artık kendisini sevmediğini ekler. Kamera ikisi üzerinde odaklanır. Giovanni Lidia'yı sevdiğini söyler, eve gidelim der ve onu öpmeye başlar. Kamera otlara, ağaçlara doğru kayar. Fine / Son yazısını görürüz.
Film biter, iç sıkıntınız geçmez. Bilirsiniz ki Lidia için çözüm yüzeyseldir. Giovanni'nin Lidia'yı hala sevdiğini söylemesini inandırıcı bulmazsınız. Nasıl olur da böyle mektup yazan biri yazdıklarını bile hatırlamaz diye düşünürsünüz.
Kadın filmleri yönetmeni diye adlandırılan Antonioni La Notte'de alışkanlığın aşkı ya da daha genelde duyguları nasıl tükettiğini, modern insanın içindeki boşluğu, bireyin ve toplumun varoluş sorgulamalarını ve bunalımlarını, ruh büzüşmelerini yine hiç acele etmeden çarpa çarpa izleyiciye aktarmaktadır. La Notte beni çok etkiledi. Ama yalnızlık/yabancılaşma üçlemesinin üçüncü filmi L'Eclisse / Eclipse / Tutulma'yı izlediğimde hangisini en çok sevdiğime de karar vereceğim. (Neden böyle bir şartlama koydum onu da pek bilmiyorum, çok da gerekli değil en sevdiğimi seçmek!!!)