13 Mayıs 2009 Çarşamba

"Mrs.Dalloway çiçekleri kendisinin alacağını söyledi."

24 saat biraradaMichael Cunningham'ın romanından uyarlanan Stephen Daldry'nin 2002 yapımı The Hours / Saatler, hem romanını okumuş olup hem de defalarca seyrettiğim ender filmlerden biridir. Taşıdığım saatte 24 saat bir aradadır. Kaza geçirdiğim 1999 yılından beri kolumdan çıkarmadığım, 24 saati bir arada gösteren ve Alman arkadaşlarımın armağanı olan resimdeki saatimden Saatler filmine geçiş yapabileceğimi hiç düşünmezdim ama olabiliyormuş.
Etkilendiğim, beni üzen filmlerden biridir Saatler. Filmde, farklı zamanlarda yaşamış üç farklı kadının yaşamı inanılmaz hoş bir kurguyla birbirine bağlanmıştır. 1923'te Virginia Woolf yazmaya başladığı kitabının ilk cümlesini düşünür ve çiziktirir: "Mrs. Dalloway (Clarissa Dalloway) çiçekleri kendisinin alacağını söyledi." 1951'de Laura Brown çok etkileneceği Virginia Woolf'un kitabı Mrs. Dalloway'i okumaya başlar, okuduğu ilk cümledir: "Mrs. Dalloway çiçekleri kendisinin alacağını söyledi." 2001 yılında ise Clarissa Vaughan (isim Virginia Woolf'un karakteri Mrs. Clarissa Dalloway ile aynı) şöyle seslenmektedir: "Sally, sanırım çiçekleri kendim alacağım."
Üç ayrı kadının üç ayrı öyküsü filmde çok hoş çekimlerle örtüşür ve bu size gerçekten keyif verir. Ama ben filmde/kitapta en çok Laura Brown karakterinden etkilendiğimi anımsıyorum. Laura Brown bir Amerikan kasabasında, kocası ve oğlu ile çok güzel bir evde yaşıyor, üstelik ikinci çocuğuna hamile. Herşey yolundaymış gibi davranıyor Laura Brown ve görünürde de herşey mükemmeldir: Ev güzel (!), aile güzel (!), komşularla ilişkiler güzel (!), kocasına doğumgünü için oğluyla birlikte hazırladığı kek güzel (!)... Mutlu olması gerekir, elindekilerle yetinmesi gerekir değil mi? Oysa çok mutsuz Laura Brown. Herşeyi bırakıp gitmek istediğini fazlasıyla hissediyorsunuz, kocasıyla diyaloglarında en az Laura Brown kadar daralıyorsunuz. Seneler sonra 2001 yılındaki öyküde sürpriz olarak öğrendiğiniz Laura Brown'un seçiminin kendisini kurtardığını ama geride bıraktığı oğlunun hayatınının bu seçimden nasıl etkilendiğini öğreniyorsunuz. Herşeyi bırakıp gidebilmek, kısılıp kalınan kapandan kurtulabilmek sadece bir ütopya olarak kalabilecekken, bunu gerçekleştirmiş olan Laura Brown için seviniyorsunuz. Bu arada herşeyin bir bedelinin olduğunu da unutmamak gerekiyor...

Laura Brown oğluyla kek pişiriyor