Asıl adı Jean-Marie Maurice Scherer olan ve takma adı "Éric Rohmer"i aktör ve yönetmen Erich von Stroheim ile Fu Manchu serisinin yazarı Sax Rohmer'den esinlenerek alan Fransız "Yeni Dalga" akımının köşetaşlarından olan Éric Rohmer en özgün yönetmenlerden birisi.
Éric Rohmer'in "Contes des Quatre Saisons / Dört Mevsim Öyküleri" serisi her ne kadar Yaz Öyküsü'nde başrol bir erkekte de olsa kadınlar için yazılmış filmler. Bu yüzden olsa gerek nedense bana "kadınlar mevsimler gibidir" klişe genellemeyi öncelikle anımsatıyor!
"Contes des quatre saisons / Dört Mevsim Öyküleri" serisi 1990 yapımı Conte de printemps / A Tale of Springtime / İlkbahar Öyküsü ile başlayıp 1992 yapımı Conte d'hiver / A Tale of Winter / Kış Öyküsü , ve 1996 yapımı Conte d'été / A Summer's Tale / Yaz Öyküsü ile devam edip, 1998 yapımı Conte d'automne / Autumn Tale / Güz Öyküsü ile sonlanıyor.
Dört Mevsim Öyküleri'nde karakterler dışında Rohmer her bir mevsim için ayrı ayrı seçilmiş kent ve kasabalarla da tanıştıryor. İlkbahar Öyküsü'nde Paris ve Fontainebleau, Kış Öyküsü'nde Nevers ve Paris banliyöleri, Yaz Öyküsü'nde Britanny bölgesi plajları ile Güz Öyküsü'nde Côtes-du-Rhône bağları ile de haşır neşir oluyoruz. Elbette her bir mevsim kendi renkleri ve doğa dokusuyla da izleyiciyi büyülüyor. İlkbahar'daki kiraz çiçekleri çok hoş örneğin ya da Sonbahar Öyküsü'ndeki üzüm bağları ve baharatlar... Dört Mevsim Öyküleri'nde en çok göze çarpan ise karakterlerin günlük yaşam içinde kendi işleriyle meşgul olurlarken bir yandan da sürekli başkalarıyla diyalog içinde olmaları. Yaz Öyküsü'nde bir adam üç kadınla ilintiliyken, Kış Öyküsü'nde bunun tam tersi bir durum yani bir kadın üç erkekle ilintili durumda. İlkbahar ve Güz Öyküleri'nde ise çeşitli yaşlardan pek çok karakter birbirleriyle temas kuruyorlar. Çoklu, üçlü, ikili ilişkiler, adeta bir vodvil havasında filmlerde devam ediyor. Éric Rohmer tıpkı kuklaların ipleriyle oynar gibi karakterleriyle tek tek oynuyor. Karakterlerin kararsızlıklarını çok iyi işliyor. Tüm serideki karakterlerin ortak noktası da kanımca her birinin yeterince kafasının karışık olması. Gerçek hayat ve hayal ettikleri hayatlarla ilgili iç dünyalarında çelişkiler yaşıyorlar. Özgürlüklerine düşkün olan, son derece bireysel yaklaşımları olan her bir karakter git-geller arasında dengelerini bulmaya çalışıyorlar. Birbirleriyle sürekli konuşuyorlar, konuşuyorlar ve konuşuyorlar... İkinci klişe genelleme bu noktada yüzüme çarpıyor: "İnsanlar konuşa konuşa anlaşırlar."
Yaşamın kendisi de zaten başlıbaşına mevsimler bütünlüğü değil mi? Güz, yaz, kış ve ilkbahar; hayat bu; durmaksızın akar gider, tekrar akar...
Sanırım "Dört Mevsim Öyküleri"nden en çok Conte d'automne / Autumn Tale / Güz Öyküsü'sünden hoşlanıyorum. Çünkü gerçek şarapta gizli!