24 Ağustos 2009 Pazartesi

Andrey Tarkovski ya da Şiirsel Sinema

All photos © Lars-Olof Löthwall and the Swedish Film Institute: Andrei TarkovskyÜnlü Rus Şair Arseni Tarkovski’nin oğlu olan Andrey Tarkovski’nin sinematografik dilinde en önemli sözcüktür “şiir”. "Şiirsel sinema” akımının yaratıcısı olan Tarkovski’yi şiirle buluşturan salt babasının şiirleri değil. Tarkovski çok küçük yaşlardan itibaren Japon “Haiku” şiirine de merak salmış. Sinemaya ve genel olarak hayata olan bakış açısını anlattığı “Mühürlenmiş Zaman”* adlı kitabında şiir ile sinema arasındaki bağı şöyle aktarıyor Tarkovski: “Sinemada beni çeken, alışılmamış şiirsel bağlantılar, şiirselliğin mantığıdır. Ben sinemanın hayata olabildiğince yakın olmasından vazgeçemiyorum. Başka türlü yaşamın asıl güzelliliklerini hiçbir şekilde algılayamayacağımıza inanıyorum…Düşüncelerin oluşumu ve gelişimi belli yasaları izler ve bunu ifade edebilmek için de mantıklı ve spekülatif yapılardan farklılığını açıkça gösteren biçimler gerekir. Kanımca, şiirsel mantık, hem düşünce geliştirmenin yasalarına hem de genel olarak yaşamın yasalarına klasik dramatürjinin mantığından çok daha yakındır. Fakat klasik dram, yıllardır, dramatik çatışmaları ifade edebilmenin yegane örneği olarak gösterilmiştir.” Bu sözlerle Tarkovski sinemada şiirselliğin izinden gittiğini belirtmiş ve “alışılmamış şiirsel bağlantılar” mottosuyla yarattığı şiirsel sinemasının kodlarını okumayı izleyicisine bırakmış.

Andrey Tarkovski hiç acelesi olmayan, yavaş yavaş akan kamerasıyla izleyicisini farklı zamanlar arasında gezdiren, içiçe geçmiş öykülerle bezenmiş filmlerinde genellikle içedönük karakterlere yer veren ve sinema dilini tıpkı şiirlerde olduğu gibi farklı anlamlara uzanan imgeler üzerine kuran bir yönetmen. Çoğu zaman filmlerinde doğrudan şiire de yer vermiş ve bu şiirler genellikle babasının şiirleri.

Pazar günü Andrey Tarkovski'nin 1975 yapımı Zerkalo (Зеркало) / The Mirror / Ayna isimli, kendi yaşam öyküsünden izler barındıran filmini izledik. Tarkovski, "Ayna"da yansıma olgusuna dayanarak çocukluk ve ilk gençlik yıllarını, bilinçaltı gezintilerini ve düşlerini aktarmış son derece dingin kamerasıyla. Andrey Tarkovski'nin, babası Arseni Tarkovski’nin (ki savaş zamanında evi terk eden babasının yönetmenin yaşamında ve filmlerinde büyük etkisi olduğu bu filmde oldukça dorukta) şiirleriyle bezediği "Ayna" filmi, şiirlerin de yarattığı büyü ile olsa gerek müthiş derin, yer yer zor bir film. İzleyicileri tıpkı Arseni Tarkovski'nin dizelerinde olduğu gibi “aynanın ötesindeki ülkeye” doğru yolculuğa çıkarmakta:
“Buluşmalarımızın her anını
Bir mucize gibi coşkuyla kutlardık
Yeryüzünde yalnız biz vardık
Sen bir kuş kanadından daha hafif ve inceydin
Bir hayal gibi, merdivenleri uçarak
Yağmurlarla ıslanmış
Leylakların arasından geçirip,
Aynanın ötesindeki ülkene götürürdün beni."

Arseni Tarkovski
"Ayna"da ölüme yakın duran bir ruh hali içindeki bir adamın (ki hiç görmüyor sadece sesini duyuyoruz filmde) çoğu zaman kendisinin de içinde kaybolduğu anıları eşliğinde çocukluk ve ilk gençlik yıllarına dönüyoruz. Eski karısını ve annesini aynı kadın olarak düşlüyor adam. Adamın annesiyle telefonda konuştuğu sırada 1935 yılından söz ediliyor. Bu babalarının kendilerini terk ettiği ve kaldıkları çiftlik evinin karşısındaki evin yandığı yıl. Bu sözü edilen 1935 yılı dışında film genel olarak zamansız gibi ama oldukça hoş göndermeler, görüntüler aracılığıyla filmde sıçrama yapılan zamanları da tahmin edebiliyoruz. Örneğin Tarkovski'nin 1966 yapımı 15. yüzyıl Rus ressam Andrey Rublyov / Andrei Rublev'in hayat hikayesini anlattığı filmin afişi var duvarda. Ya da annenin matbaada çalıştığı zamanlarda baskıya girmiş bir metni panik halinde koşuşturarak kontrol etmeye gittiği sahne var. Burada aslında ne kastedildiğini filmin izledikten hemen sonra ilgili bölümü okuduğum İsmail Ertürk'ün Perde’li Düşünceler: Yönetmenler ve İzlekler Işığında Sinema** kitabından öğreniyorum. Joseph Stalin’in adının Pravda’da bir baskı hatası sonucu Sralin (sıçmış adam) diye geçmesi, bunun üzerine Stalin’in baskı makineleri ve basımevi çalışanlarını tutuklatıp Gulag’a göndermesi olayına annenin metin kontrolü için matbaaya koşuşturması ile gönderme yapılmış. Ayrıca çocuk çiftliğin yanışını seyrederken kamera, çocuğun gözlerinde yansıyan alevlerden İspanya'ya iç savaş görüntülerine, daha sonra 2.Dünya Savaşı ile Nagazaki'ye atılan atom bombası görüntülerine oradan Çin’e ve Andrey Tarkovski'nin de katılmış olduğu savaş için çocukların özel yetiştirildiği kamplardaki görüntüleri dolaşıyor.
İsmail Ertürk'ün Perde’li Düşünceler: Yönetmenler ve İzlekler Işığında Sinema kitabında yer alan Sovyetler Birliği'nde Komünist Parti'nin belirlemiş olduğu film sınıflandırmasını alıntılamadan geçemeyeceğim. "Sovyetler Birliği’nde filmler yetkililerce üç kategoriye ayrılır. 1. kategori tam siyasal onay demektir ve en geniş dağıtım ve gösterim olanağıyla, filmi yapanlara gişe gelirinden pay sağlar. 2. kategori de siyasal onayın olduğunu gösterir fakat gösterim daha sınırlı ve gelirden pay daha azdır. 3. kategori damgası siyasal onayın olmadığını belirtir, gösterim çok sınırlıdır. Yalnızca 3.sınıf sinemalarda ve işçi kulüplerinde gösterilir. Filmin as zayıda kopyası yapılır ve filmi yapanlar gelirden pay almazlar. Bunun yanısıra kamu fonunu boşa harcamakla suçlanır ve ileride film yaptırılmama tehdidiyle karşılaşırlar. Andrey Tarkovski'nin "Ayna" filmi Lenin’in sinemanın kitleler için bir sanat olduğu sözleri alıntılanarak olumsuz değerlendirilmiş. Bunun sonucu "Ayna" resmi makamlarca 3. kategoriye uygun bulunmuş ve çok sınırlı sayıda gösterime çıkmış.

"Ayna" filminde içine "ayna" tutulan adamın (yani Tarkovski'nin) düşleri, anımsamak istedikleri siyah-beyaz verilmiş. Filmde adamın düşlerinden biri olan aşağıdaki kare çok hoş ve gerçeküstü. Açıkçası en sevdiğim görüntülerden biri oldu filmdeki.

Düşler imgeseldir!
Filmdeki çocukluğa ve düşlere duyulan özlemin dışavurumu olarak adamın söylediği şu sözler de aslında zaman zaman hepimizin duyduğu özlemleri dile getirmiyor mu? “Sonra kederlenip aynı rüyayı görmek için sabırsızlanıyorum. Beni her şeyin mümkün olduğuna inandığım çocukluğuma ve mutluluğa götürecek rüyayı..."

"Ayna" filmi, ayrıca, anne ve babasının bizzat katkıda bulundukları filmi de olmuş Tarkovsky'nin. Film, ailenin evlerinin eskiden bulunduğu aynı yere gerçekten inşa edilen bir kulübede çekilmiş. Baba Arseni Tarkovski şiirlerini kendi sesiyle okumuş. Filmdeki anne rolünün yaşlılığında kameranın karşısına geçen de yönetmenin kendi annesiymiş.

Şiirsel imgeleriyle bizi büyüleyen Andrey Tarkovski'nin Mühürlenmiş Zaman kitabında imgeler ile ilgili söyledikleriyle sonlandırmak istiyorum "Ayna" filmine ilişkin izlenimlerimi: “İmge, hakikatin suretidir…" der Andrey Tarkovski. "Körlüğümüzden aman bulup ufacık bir parıltısını yakalayabildiğimiz hakikatin sureti…”

*Agora Kitaplığı, 2008
**Yapı Kredi Yayınları, 2008