Dagur Kári'nin 2005 yapımı Voksne Mennesker / Dark Horse / Tutunamayanlar filmi oldukça yorgun ve uykulu olmama rağmen uzun zamandır izlediğim en keyifli filmdi. Asıl adı Dagur Kári Pétursson olan yönetmen aslen İzlandalı. 1999'da Danimarka Film Okulu'ndan mezun olmuş, 2003'te tamamladığı ilk uzun metrajlı filmi Nói Albínói / Noi the Albino / Buzdan Hayaller ile uluslararası olarak tanınmış ve 2005 yılında İzlanda - Danimarka ortak yapımı Voksne Mennesker filmini tamamlamış. Filmin Danca adı "Voksne Mennesker" yetişkinler anlamına geliyor. Filmin Türkçeleştirilmiş adı ise elbette Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar" romanına çağrışım yapıyor. Açıkçası film seçerken ellerimin bu filme yönlenmesi "Tutunamayanlar" isminin yaptığı çağrışımdan kaynaklandı. Sisteme ayak uydurmayı tercih etmeyen, sorumluluk nedir bilmeyen grafiti sanatçısı Daniel ile çevresindekilerin (Daniel'in toplu taşıma araçlarını kullanmamasını sağlayarak ayaklarını yerden kesen emektar arabası Fiat 500, sistemin parçası olmak istemeyen ve asıl adı Francesca yerine Franc olarak çağrılmak isteyen kız arkadaşı, sürekli tuhaflıklar sergileyen, kurallara uymayı körü körüne kabullenen ve Büyükbaba diye çağrılan Roger, Daniel'i duvarlara grafiti çizdiği için yargılayan ve suçlu bulan ama sonra birdenbire sanki Daniel sayesinde pek çok şeyin farkına varmışçasına süregiden monoton hayatını değiştirmek ve sistem dışı kalmak için çabalayan yargıç) sarmal öykülerini izliyoruz siyah-beyaz olarak. Siyah-beyaz diyorum ama film sonlarına doğru tek bir karede renkleniyor. Fiat 500'ün içinde Daniel kız arkadaşı Franc'a bakarken aniden çok kısa bir süre renkli görüyoruz Franc'ı. Kızıl saçlı Franc'a Daniel'in aşık olduğunun ayırdına vardığının göstergesi mi acaba bu renklilik ? Sokaktan filler geçerken sessizce (!), anlatmakta zorlanan Daniel şöyle dillendiriyor içsel sıkıntılarını;
Daniel: Sanırım grip oluyorum.
Franc: Ne hissediyorsun?
Daniel: Başım dönüyor, normal duymuyorum. Sanki bir balonun içindeyim...
Franc: Kulak iltihabı olabilir mi?
Daniel: Hayır, çünkü midem de ağırıyor. Ne olabilir ki ?
Franc: Belki de dünyanın en eski hastalığıdır.
Daniel: Verem mi ?
Franc: Hayır... Hayır, hastalıkların en güzeli...
Aşk, sistem dışında kalmak isteyen kaybedenleri, tutunamayanları sisteme dahil ederken farklı bir misyon da üstlenmiş oluyor. Birbiri ardına Fiat 500'ler ağaçlıklı yolda kayıp giderken "Ah diyorum, başkaları da varmış... Sistem bu işte, ne kadar dışında kalmak istersen iste olamayabiliyor çoğu zaman !!!"
Filmin müziklerini Dagur Kári'nin de bir üyesi olduğu Slowblow grubu yapmış. Film kadar müzikleri de gayet keyifli buldum.
Filmin en vurucu tümcelerinden biriyle sonlandırıyorum izlenimlerimi: Büyükbaba lakaplı Roger söylüyor (ya da kusuyor mu desem ?) Daniel'e; “İnsanlık, dünyanın dört bir tarafına yayılan bir hastalık. Bunun bir parçası olamazsın. Ne kadar sorumsuzsun !”