7 Haziran 2011 Salı

Stealing Beauty

Benim için öncelikle Novecento / 1900 ve sonra Il Conformista / The Conformist / Konformist demek olan Bernardo Bertolucci ``Doğu Üçlemesi ´´ni ( The Last Emporer / Son İmparator [1987], The Sheltering Sky / Çölde Çay [1990] ve Little Buddha / Küçük Buda [1993]) tamamladıktan sonra kamerasını tekrardan ülkesine çevirir ve 1996’da senaryosuna da katkıda bulunduğu Stealing Beauty / Çalınmış Güzellik filmini tamamlar. Bertolucci'nin Novecento / 1900 ve Il Conformista / The Conformist / Konformist filmlerini (film adlarına tıklayarak ulaşabilirsiniz) büyük bir keyifle günceme konuk etmiştim ama nedense ``Doğu Üçlemesi ´´’nden hiç bahsetmemişim. Üçlemeyi -şimdilik - yine başka bir zamana bırakarak Bertolucci’nin uzun yıllar ülkesinden uzakta devam eden sürgün hayatından sonra dönerek güzeller güzeli Toskana’da tamamladığı Stealing Beauty / Çalınmış Güzellik filmine hasbelkader değinmek istiyorum. Birbirinden güzel başyapıtlardan sonra Bertolucci neden böyle bir film çeker ve neden içeriğinde Türk motiflerine yer verir diye düşündürten bir film Stealing Beauty .İşte Türk Bayrağı !Evet içinden Türk Bayrağı (Toskana’da bohem bir hayat sürdüren muhteşem kır evinin sahiplerinin oğlu Christopher Türkiye’deki geçirdiği tatilinden dönerken Türk Bayrağı getirir ve küçük kızkardeşini Bayrağımıza sarmalar ‘işte Türk Bayrağı’ diyerek) ve Ali Ogzenturk (Yine aynı kişi yani Christopher evlerine Amerika’dan konuk gelen Lucy gibi davranarak internette sohbet etmektedir Ali Ogzenturk adındaki biriyle, “Merhaba ben Lucy 19 yaşındayım. Bakireyim” der Lucy gibi davranan Christopher, “Ben İstanbul’dan Ali” der Ali Ogzenturk, ki muhtemelen Ali Özgentürk’e göndermedir bu durum) isminin geçtiği bir film Stealing Beauty .Ali Ogzenturk / Ali Özgentürk ?Film, Amerikalı güzel bakire Lucy Harmon’un (Liv Taylor canlandırıyor ve ilk başrolü sinemada, hatta diyebiliriz ki Bertolucci’nin sinema dünyasına sunumu) annesinin ölümünün ardından annesinin bohem arkadaşlarının Toskana’daki evlerine ziyaretinden ibaret gözükse de iki hedefi vardır ana kahramanın: Birincisi en son dört yıl önce geldiği ve bir öpücük aldığı yakışıklı İtalyan Niccoló ile ne kadar ileri gidebileceğinin hesapları, ikincisi intihar eden şair annesinin bıraktığı defterden öğrendiği üzere tam 19 yıl önce konuk olduğu evde birlikte olduğu kişiyi (ki biyolojik babasıdır bu kişi Lucy’nin) bulma çabaları…Hedeflerini gerçekleştirme yolunda emin adımlarla ilerleyen Lucy film boyunca annesinin bıraktığı deftere üç şiir karalar (elbette asıl karalayan senarist Susan Minot'tur)… Lucy’nin hedefleri üzerine gayet yerinde anlam yükleyen bu şiirlerle bitirerek günce notumu, arşivimizde “içinden Türk motifleri geçen filmler” kategorisinde sınıflandırdığımızı belirtmek istiyorum bu filmi.Jeremy IronsAma son bir izdüşümünü benim için en çok Kafka demek olan sevdiğim aktör Jeremy Irons için belirtmeden duramayacağım. Bu filmden aklımda en çok onun rolü kaldı diyebilirim.
Lucy Harmon'un karaladıkları

I have her secret deep within for years I've had to hide/ I've brought the clues / And now I'm hope / To bring the truth outside

Yıllarca saklamak zorunda kaldığım sırrını biliyorum / İpuçlarını beraber getirdim / Ve şimdi buradayım gerçeği ortaya çıkarmak için

***

I wait I wait so patiently / I'm as quiet as a cup / I hope you'll come and rattle me / Quick! Come wake me up.
Sonsuz bir sabırla bekliyorum / Bir fincan kadar sessizim / Umarım gelir ve beni şıngırdatırsın / Çabuk ! Gel ve beni uyandır .

***

The dye is cast / The dice are rolled / I feel like shit / You look like gold.

Ok yaydan çıktı / Zarlar atıldı / Bok gibi hissediyorum / Sense tıpkı altın gibi görünüyorsun.