29 Kasım 2011 Salı
Server Tanilli geçti bu Dünya'dan.
Server Tanilli'yi yitirdiğimizin haberini geçiyor ajanslar. 'Tarih, hiçbir toplumun önüne çözemeyeceği sorunlar koymaz.' diyen Server Tanilli kitaplarıyla aramızda olmaya devam edecek...
24 Kasım 2011 Perşembe
Öğretmenler Günü
Bugün, yeni nesilleri yaratan, yaratmaya devam edecek olan sevgili öğretmenlerimizin günü.
Öğretmenler Günü vesilesiyle güzide kurumumuz Darphane’nin 1998 yılında bastırdığı, Cumhuriyetimizin en önemli öğretmenlerinden ve Milli Eğitim Bakanları’ndan Hasan Ali Yücel’in portresinin yer aldığı hatıra parayı günceme konuk ediyorum. 19 Aralık 1922'de öğretmenliğe başlayan Hasan Ali Yücel, 1934 yılında milletvekili seçilerek Meclis’e girmiş, 28 Aralık 1938’de Milli Eğitim Bakanı olmuştur. Yedi yıl beş ay sürdürdüğü bakanlık döneminde ünivesite reformu, Köy Enstitüleri’nin kurulması, dünya klasiklerinin çevrilerek Türkçe’ye kazandırılması, Devlet Konservatuarı’nın açılması gibi pek çok önemli iş gerçekleştirilmiştir.
Oğlu Can Yücel’in “Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim” şiirinde dediği gibi;”…. Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi…”/ “…En son teftişine çıkana değin…” yaşamı boyunca eğitim için hep koşturup durmuştur.
Öğretmenler Günü vesilesiyle güzide kurumumuz Darphane’nin 1998 yılında bastırdığı, Cumhuriyetimizin en önemli öğretmenlerinden ve Milli Eğitim Bakanları’ndan Hasan Ali Yücel’in portresinin yer aldığı hatıra parayı günceme konuk ediyorum. 19 Aralık 1922'de öğretmenliğe başlayan Hasan Ali Yücel, 1934 yılında milletvekili seçilerek Meclis’e girmiş, 28 Aralık 1938’de Milli Eğitim Bakanı olmuştur. Yedi yıl beş ay sürdürdüğü bakanlık döneminde ünivesite reformu, Köy Enstitüleri’nin kurulması, dünya klasiklerinin çevrilerek Türkçe’ye kazandırılması, Devlet Konservatuarı’nın açılması gibi pek çok önemli iş gerçekleştirilmiştir.


İzdüşüm(ler)
NÜMİSMATİK,
ÖZEL
22 Kasım 2011 Salı
...Ve Karşınızda Nepal...
"Taaaaaa Nepal'e gitmeliyim; Himalayalar'ı görmeliyim!" diyen "Kaz Dağları Perisi" arkadaşım döner dönmez Nepal'den daha ayakkabılarının üzerindeyken Nepal tozları buluştuk bu öğlen. Bize göre başka bir dünyadan, daha yavaş akan bir zamandan, eğitimini tamamlamış olarak bir dolu anı ve fotoğrafla dönmüş arkadaşım. Sığdırabildiği kadarını aktardı gözleri ışıl ışıl... Gitmiş, görmüş ve hatta bir süre o başka dünyada yaşamış kadar oldum dersem yalan olmaz... Şimdilik arkadaşımın çektiği iki fotoğrafı, Katmandu'ya genel bakış ile Pokhara Vadisi'ndeki Phewa Gölü fotoğraflarını paylaşıyorum.

Nepal bozuk paralarım, Nepal çayım ve el yapımı defterim dışında sinema arşivimizi de unutmamış "Kaz Dağları Perisi" ve Hint yönetmen Pan Nalin'in 2001 yapımı Samsara filmini getirmiş. Himalayalar'da geçen mistik bir aşk öyküsü olan Samsara'yı elbette Nepal çayı eşliğinde ve mümkün olabilecek en kısa sürede izlemeyi planlıyorum.




Boğaziçi İskeleleri
Ne zaman Boğaz gezisi yapsak, aklımda hep Orhan Veli Kanık’ın “…Urumelihisarı’na oturmuşum / Oturmuşta bir türkü tutturmuşum…” dizeleriyle Boğaziçi İskeleleri’nde dolaştığımın ayırdına vardım.
Fotoğraf klasörlerini düzenlerken, bugünden tam bir yıl bir gün önce yaptığımız Rumelihisarı'ndan Ortaköy’e Boğaz gezisi fotoğraflarını ayırdım bugünkü günce notlarımda kişisel müzeme eklenmeleri için…
Dönüşte her zamanki gibi Ortaköy’ün yaramaz kedilerinden biri yolumuzu gözlüyordu.






[Fotoğrafların üzerine tıklayın, büyüsünler!]
Fotoğraf klasörlerini düzenlerken, bugünden tam bir yıl bir gün önce yaptığımız Rumelihisarı'ndan Ortaköy’e Boğaz gezisi fotoğraflarını ayırdım bugünkü günce notlarımda kişisel müzeme eklenmeleri için…
Dönüşte her zamanki gibi Ortaköy’ün yaramaz kedilerinden biri yolumuzu gözlüyordu.







21 Kasım 2011 Pazartesi
Ömer Lütfi Akad geçti bu Dünya'dan.
Türk Sineması’nın “Koca Çınar”’ı, ustaların ustası, en önemli ve
en üretken yönetmenlerimizden Ömer Lütfi Akad 19 Kasım 2011’de aramızdan ayrıldı…
Kanun Namına filmiyle sinemamızın polisiye filmleri arasında,
Vesikalı Yarim filmiyle de aşk filmleri arasında birer klasik yaratmış olan Ömer Lütfi Akad, diğer tüm nitelikli filmleri, Işıkla Karanlık Arasında adındaki kendi anıları doğrultusunda Türk Sineması’nı ölümsüzleştirdiği kitabıyla sinemamızın unutulmayacak yönetmenlerinden biri olarak her zaman saygıyla anılacak.
İzdüşüm(ler)
KİTAPLAR,
SİNEMA,
TÜRK SİNEMASI
16 Kasım 2011 Çarşamba
Caco'nun Yolculuğu




İzdüşüm(ler)
İÇİNDEN TÜRK MOTİFLERİ GEÇEN FİLMLER,
MÜZİK,
SİNEMA,
YOL FİLMLERİ
15 Kasım 2011 Salı
Swing
"Manouche Jazz ya da Jazz Manouche", Fransa'da Çingene kökenli müzisyenlerin yarattığı bir caz türüdür. (‘Manouche’ Fransızların Çingenelere verdikleri adlardan biridir.) "Gypsy Swing" olarak da adlandırılan bu akımın kökeni 1920'lerin sonu ile 1930’ların başlarına dayanır ve efsanevi Çingene gitarist Django Reindhardt tarafından tüm dünyaya tanıtılmıştır.
Tony Gatlif’in 2002 yapımı Swing filminde, büyükannesinin Alsace’daki evinde yaz tatilini geçiren, Çingeneler'in yaptığı müziğe hayran 10 yaşındaki zengin Fransız çocuğu Max’in gözünden Çingenelerin mahallesinde konuk oluruz; evlerine, müziklerine, yaşantılarına... Max duyup aşık olduğu Çingene müziğinin peşinde koşmaya kararlıdır.
Filme adını veren "Swing" adındaki 10 yaşındaki Çingene kız çocuğu yaşıtı Max’e, diskçalar karşılığında takas ettiği gitarı, Django Reindhardt ‘ın gitarı diye yutturur! Max, Swing’in babası olan gitar virtüözü Miraldo’dan gitar dersleri almaya başlar, aldığı gitar dersleri karşılığında okuma-yazma bilmeyen Miraldo’nun, resmi makamlara gönderdiği mektupları yazar.
Bir yanda Çingeneler'in müziği üzerinden kültürlerinin içinde dalıverirken, öte yandan kendi başına buyruk, erkek gibi bir kız olan Swing’in albenisine kapılır Max… Swing'le birlikte dağ, tepe, bayır doğayı tanır; muhtemel ilk aşkını yaşamaktadır ama bilirsiniz işte; yaz gelir ve geldiği gibi geçer ! Üstüne üstelik o bir “gadjo”´dur Çingeneler arasında !

Tony Gatlif’in 2002 yapımı Swing filminde, büyükannesinin Alsace’daki evinde yaz tatilini geçiren, Çingeneler'in yaptığı müziğe hayran 10 yaşındaki zengin Fransız çocuğu Max’in gözünden Çingenelerin mahallesinde konuk oluruz; evlerine, müziklerine, yaşantılarına... Max duyup aşık olduğu Çingene müziğinin peşinde koşmaya kararlıdır.
Filme adını veren "Swing" adındaki 10 yaşındaki Çingene kız çocuğu yaşıtı Max’e, diskçalar karşılığında takas ettiği gitarı, Django Reindhardt ‘ın gitarı diye yutturur! Max, Swing’in babası olan gitar virtüözü Miraldo’dan gitar dersleri almaya başlar, aldığı gitar dersleri karşılığında okuma-yazma bilmeyen Miraldo’nun, resmi makamlara gönderdiği mektupları yazar.
Bir yanda Çingeneler'in müziği üzerinden kültürlerinin içinde dalıverirken, öte yandan kendi başına buyruk, erkek gibi bir kız olan Swing’in albenisine kapılır Max… Swing'le birlikte dağ, tepe, bayır doğayı tanır; muhtemel ilk aşkını yaşamaktadır ama bilirsiniz işte; yaz gelir ve geldiği gibi geçer ! Üstüne üstelik o bir “gadjo”´dur Çingeneler arasında !



Sokaklar Özgürdür !


Sahilde, sokaklarda yatıp kalkar, pazardaki artıklarla karnını doyurur. Aradığı aileyi bulamaz ama tahta bavulunda güvercinler olan Dadi adında evsiz bir adam, gösterilerinde yardımcı olarak çalışacağı bir sihirbaz, güzel bahçesini ve evini Mondo’ya açan bir Vietnamlı kadın, ekmek vererek karnını doyurmasına yardım eden fırıncı kadın, taşlardan oluşturduğu harflerle kendisine okumayı öğreten sahildeki balıkçı gibi dostlar edinir kendisini dışlamayan, sorgusuz sualsiz kendisini kabullenen...En ilginç sahnelerden biri de, Akdeniz'in karşı yakasından, Kuzey Afrika'dan, Atlas Ülkeleri'nden birinden deniz yoluyla gelen üzeri Arapça yazılarla bezeli portakallardır..!

14 Kasım 2011 Pazartesi
Zano’nun Yolculuğu

İnancı sorulduğunda “müziğe inanırım” diyen Zano ile kendisi gibi anne babası Cezayirli olan sevgilisi Naima’nın Paris’ten başlayıp, İspanya ve Fas üzerinden Cezayir’e ulaşma öyküleri bir bakıma “Doğu’dan Batı’ya Göç” olgusunu da tersyüz ediyor. Arapça bilmeyen Arap Naima kendisine nereli olduğu sorulduğunda ‘Fransız Cezayirlisi’ diye tanımlıyor. Atalarının ülkesinde iki yabancı Zano ve Naima. Kartpostallarda görünen turistik bir Cezayir değil elbette buldukları. İki sevgilinin Cezayir yolcuğu boyunca yaşadıkları, Zano’nun Cezayir’de dedesinin evinde yaşadıkları, Naima’nın kendini hiçbir yere ait hissedememesi, çok uzun tutulmuş olsa bile izleyiciyi başka dünyalara sürükleyen zikir sahnesi ve elbette yine baştan sona Exils'in tüm müzikleri, Gatlif’in bu filmini de muhteşem kılmaya yetiyor.

İzdüşüm(ler)
MÜZİK,
SİNEMA,
YOL FİLMLERİ
10 Kasım 2011 Perşembe
4 Kasım 2011 Cuma
Stéphane'ın Yolculuğu

Film çok hoş bir sahneyle açılıyor. Ölmeden önce babasının sürekli dinlediği kasetteki “Nora Luca” adındaki Çingene şarkıcıyı bulmak için Romanya’ya gelen Stéphane adında bir Fransız karlı bir yolda yürüyor. Ayakları donmuş durumda yürümekten bıkmış durumdayken birden duruyor, “hayır, artık yürümeyeceğim” deyip bir Mevlana Dervişi gibi yolda kar üstünde dönmeye başlıyor !




Stéphane’ın Romen yollarında, Nora Luca’nın peşindeki serüveni kendisinin bile ummadığı noktalara taşıyor kendisini. Bilirsiniz, aşkın başınıza ne zaman, nasıl ve nerede geleceği hiç belli olmaz. Stéphane bir sesin peşinde hayatının sesini bulurken oluşturduğu tüm kayıtları kendi belleğinde saklamaya karar vermesi ise filmin en hüzünlü, en vurucu sahneleriydi diyebilirim. Çingeneleri umursamayanlar müziklerini duymaya da layık değiller der gibiydi Stéphane kayıt yaptığı kasetleri kırarken !

Filmdeki en inanılmaz, müthiş sahnelerden birinde Tutti Frutti şarkısı çalıyor. Izidor yakın arkadaşı olan bir müzisyenin öldüğünü öğrendiğinde, arkadaşının oğlu ağlayarak sarılıyor Izidor'a… Perişan haldeki Izidor arkadaşının mezarına içki serperek O'nun oğlunun çaldığı Tutti Frutti şarkısı eşliğinde kah dansediyor kah ağlıyor (-Bu Tutti Furitti meşhur 1950'lerden kalan Little Richard'ın "Rock'n'Roll" Tutti Frutti şarkısı değil, daha başkası -). Hüzünlü ama en samimi sahnelerden birisiydi bu sahne…

3 Kasım 2011 Perşembe
Du Sköna / Die Beauty

Yönetmen, gelmiş geçmiş pek çok ünlü yönetmenin, Internet'ten, kendi zamanlarında olmadığından yararlanamadıklarını ve bu sebeple dünya genelinde daha dar kitlelere ulaşabildiklerine dem vurarak, daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşabilmek için, filmini yasal olarak "Net" üzerinden paylaşıma açtığını belirtmiş...
Nehir kıyısındaki, küçük bir köyde yaşayan dört doğal ve bir sonradan olma beş kızıl saçlı kızın tuhaf öykülerini yazıp anlatmış Stina Bergman. Bu arada hemen belirteyim, yukarıdaki fotoğrafından da görebileceğiniz üzere yönetmenin kendisi de kızıl saçlı! Film dokuz bölümden oluşuyor ve açılış sondan başlıyor şu etkili cümleyle: “Herhangi bir şeyin ortadan tamamen kaybolma ihtimali neredeyse sıfırdır. Herşey sonunda geri gelir !”Bölümler, 9. yani son bölüm ilk olmak üzere, 1,2,3,4,5,6,7,8 ve yeniden 9. bölüm ile Epilog / final olarak sıralanmış....
Filmde, doğal kızıl saçlı kızlardan ikisi kardeş, biri oldukça tombul ve biri de diğerlerine mesafeli davranan bir tip. Başta sarışın olup sonradan saçlarını kızıla boyatan beşinci küçük kızın üzerinden, tüm öyküyü izliyoruz.


Şunu da eklemeliyim : İzlediğim süre boyunca hep tekrarladığım üzere, Du Sköna / Die Beauty filmi bana Peter Greenaway’in Drowning by Numbers / Sayılarla Boğulmak filmini anımsatıp durdu. Yeniden bu filmi de izlemeliyim en kısa sürede.
2 Kasım 2011 Çarşamba
Transylvania
“Ben yol filmleri yaparım çünkü yollar memleketimdir.” diyen Tony Gatlif, 2006 yapımı Transylvania / Transilvanya filminde yollara düşen Zingarina ile yollarda hayatını sürdüren Tchangalo’nun Transilvanya'da kesişen öyküsünü anlatır.
Zingarina (Asia Argento canlandırıyor) deliler gibi aşık olduğu, adını sayıkladığı, Fransa’dan sınırdışı edilen Çingene sevgilisi Milan’ı bulabilmek için Fransız arkadaşı Marie ile birlikte Romanya-Transilvanya’ya gelir. Sormadığı kişi, aramadığı yer kalmaz Milan’ı. Herkesin dans edip eğlendiği bir barda Zingarina mutsuz mutsuz otururken Tchangalo (Çangalo) adındaki çok dil konuşan, evi, yurdu, bağı olmayan özgür gezgin “Senin gibi bir kadını ne getirdi buraya ?” diye sorduğunda “Bir adam…” der Zingarina. Birol Ünel’in canlandırdığı serseri ruhlu Tchangalo ile Zingarina’nın tanıştıkları bu anda izleyici olarak hemen beklentiye gireriz.Her ne kadar Zingarina adamını arasa da var bir iş bu işte, böyle bar köşesinde bitemez bu tanışma diye umutlanırız. Her ikisinin içki kadehleri birbirine vurduğunda aslında Tchangalo ile Zingarina’nın hayatlarının kesiştiğini anlarız. Ama o da ne, tam o sırada Zingarina birden bir müzik sesiyle kendine gelir, müziğin geldiği noktaya doğru koşar ve işte en sonunda bulmuştur adamını, aşkını. Milan karşısındadır. Ama bulduğu gibi kaybeder adamını. Çünkü aslında Milan sınırdışı edilmemiştir, Zingarina’dan kaçmıştır! Tutkulu, aşık bir kadın için olabilecek en berbat durum bu durum. Sen kalk, kendisinden hamile kaldığın sevgilinin peşinden O’nu bulmaya git, adam gözünün içine baka baka “Ben sınırdışı edilmedim, sadece senden kaçtım” desin…
Hayat Zingarina için o an Transilvanya’da durur ! Arkadaşı Marie’den kaçarcasına ayrılır, izini kaybettirir ve küçük bir çingene kızının ardından yollara düşer. Oradan oraya sürüklenerek çingeneliğini yaşamaya başlamıştır Zingarina, artık tam anlamıyla uçsuz bucaksız yollarda, Drakula’nın ülkesi Transilvanya’da kayıp bir ruhtur. Tchangalo Zingarina’ya tekrar rastladığında öylesine yitik, öylesine derbeder, öylesine berbat durumdadır ki şaşkınlık içinde kalır Tchangalo. Ama hiçbir beklentisi olmaksızın sarıp sarmalar Zingarina’yı, şefkatle kucaklar O’nu. İki yitik ruhun yolları kesişmiştir tekrardan. İzleyici olarak derin bir nefes alırız ! Bakalım Tchangalo, bir başka adamın kalbini yaraladığı, kanatlarını acımasızca kırdığı Zingarina’yı iyileştirebilecek midir? Daha fazla “spoiler” vermeden Tony Gatlif’in şu ana dek izlediğim filmleri içerisinde en sevdiğim filmi olarak arşivimize kaydediyorum Transylvania / Transilvanya’yı. Kategori olarak da “içinden Türk motifleri geçen filmler” kategorime yerleştiriyorum. Çünkü filmde Zingarina’nın doğum sancısı geldiğinde Tchangalo karlarla kaplı yolda yardım ararken at arabasıyla gelen köylülere birden Türkçe seslenir; “Arkadaş, bir kadın var..O’na doktor. Doktor lazım” der. Tony Gatlif en başta Fransızca olmak üzere, Romence, Romanca (Çingene dili), İngilizce ve Almanca olmak üzere pek çok dille harmanladığı filmine bir de Türkçe’yi eklemiş bu cümlelerle. Acaba Tchangalo’yu canlandıran Birol Ünel’in Türk asıllı olmasından mı kaynaklanıyor güzel Türkçemizin filmde arz-ı endam eylemesi yoksa ülkemizi birkaç kez ziyaret eden ve 1993 yapımı Latcho Drom / Safe Journey filminde Çingenelerin Hindistan’dan başlayan göç yolları kapsamında Türkiye’deki Çingeneleri de filminde anlatan Tony Gatlif’in kişisel tercihinden mi bilemiyorum ama oldukça hoş karlar altında birinin “Arkadaş...” diye koşarak yaklaşması…
Son bir not filmin başrol oyuncularından Birol Ünel’le ilgili. 2006’da Antalya’da 2. Uluslararası Avrasya Film Festivali’de bizzat Birol Ünel’in katılımıyla “Eleştirmenler Ödülü” bölümünde gösterilen Transylvania / Transilvanya filminin hemen gösteriminin ardından yapılan söyleşide Birol Ünel şunları söylemiş: “Çalışma koşulları çok zordu. Çoğu sahne müzisyenler ve halkla beraber oynamayı gerektirdiği için bir aktör gibi davranamazdınız. Siz de onlardan biri olmalıydınız. Ben de olmaya çalıştım. Eksi 20-25 derece soğukta çalıştığımız için ayaklarım neredeyse donuyordu. Bir çok yara-bere aldım.
Ayrıca yoksunluk içindeki halkı, özellikle de çocukları yakından görmek 10 hafta süren çekimleri benim için gerçekten zorlaştırdı. Ancak sonuçta başarılı bir çalışma ortaya çıktı” demiş. “Transylvania”nın asıl başarısının altında yatan sebebi çok çeşitli diller kullanılarak bir kültür karması yaratılması olarak açıklamış Birol Ünel ve eklemiş; “Ben kültürler arasındaki farklılıklar yerine benzerlikler üzerinde durmayı seviyorum. Bu filmde en çok sevdiğim taraf da çeşitli kültür, dil ve yaşam biçimlerini içinde barındırması. Zaten Transilvanya gibi çok küçük, bir o kadar da karışık bir yeri konu ediniyorsanız böyle bir tarz kullanmak zorundasınız. Filmde kültürleri birleştiren ana unsur çağdaş müzikti.”
Tony Gatlif’in tüm filmlerinde müziğin, bir "üst karakter" olduğunu söylemiştim. “Kemanların yaylanan sesleri, gitarın tıngırtısı, şarkı sözlerinin içe işleyen ağırlığı olmadan, Gatlif’in filmleri de dört dörtlük olamazdı; eksik kalırdı kanımca..!” sözümü yineleyerek, "Tchiki Tchiki" şarkısı ve Zingarina’nın bu şarkıdaki dansı olmadan da bu film olmazdı diyorum.


Son bir not filmin başrol oyuncularından Birol Ünel’le ilgili. 2006’da Antalya’da 2. Uluslararası Avrasya Film Festivali’de bizzat Birol Ünel’in katılımıyla “Eleştirmenler Ödülü” bölümünde gösterilen Transylvania / Transilvanya filminin hemen gösteriminin ardından yapılan söyleşide Birol Ünel şunları söylemiş: “Çalışma koşulları çok zordu. Çoğu sahne müzisyenler ve halkla beraber oynamayı gerektirdiği için bir aktör gibi davranamazdınız. Siz de onlardan biri olmalıydınız. Ben de olmaya çalıştım. Eksi 20-25 derece soğukta çalıştığımız için ayaklarım neredeyse donuyordu. Bir çok yara-bere aldım.

Tony Gatlif’in tüm filmlerinde müziğin, bir "üst karakter" olduğunu söylemiştim. “Kemanların yaylanan sesleri, gitarın tıngırtısı, şarkı sözlerinin içe işleyen ağırlığı olmadan, Gatlif’in filmleri de dört dörtlük olamazdı; eksik kalırdı kanımca..!” sözümü yineleyerek, "Tchiki Tchiki" şarkısı ve Zingarina’nın bu şarkıdaki dansı olmadan da bu film olmazdı diyorum.
İzdüşüm(ler)
İÇİNDEN TÜRK MOTİFLERİ GEÇEN FİLMLER,
MÜZİK,
SİNEMA