
30 Mayıs 2011 Pazartesi
Ay'dan Dünya'ya...
``Ay'dan İzlenimler´´ dört yılı geride bırakıyor bugün. Zamanın çabukluğuna yetişemiyorum !

29 Mayıs 2011 Pazar
23 Mayıs 2011 Pazartesi
B i u t i f u l
Meksikalı yönetmen Alejandro González Iñárritu ve senarist Guillermo Arriaga birlikte kotardıkları üçlemenin ( Amores Perros / Paramparça Aşklar – Köpekler [2000], 21 Grams / 21 Gram [2003] ve Babel / Babil [2006] ardından yollarını ayırmışlardı. Bu üçleme ile ilgili izlenimlerimi başka bir zamana bırakarak Alejandro González Iñárritu’nun 2010 yılında çektiği Biutiful filmine değinmek istiyorum. Arriaga’nın her bir üçlemede yer alan kahramanların birbirleriyle kesiştikleri sarmal öyküleri dışında tek bir ana öyküyü anlatıyor gibi gözükse de Biutiful, kızımın yorumuyla izlemesi üçlemelere göre daha karmaşık bir film olmuş.
Alejandro González Iñárritu kamerasını bu kez sihirli kent Barcelona’ya çevirmiş. Elbette yaklaşık ikibuçuk saat boyunca turistik, süslü, eğlenceli bir Barcelona değil izlediğimiz, arka sokaklarından hüzünlü öykülerin aktarıldığı hayli kötümser, karmaşık bir Barcelona… Salt kentin yerlilerinin dokunaklı öyküsü değil aktarılan, Çinli ve Afrikalı kaçak göçmenlerin hayli acıtan öyküleriyle nasıl çözüleceği hiçbir zaman bilinemeyecek mülteci sorunu da son derece keskin bir biçimde hissettirilmiş Biutiful filminde.
Kahramanımız Uxbal (Javier Bardem için bu rolü yazdığını söylüyor Alejandro González Iñárritu) kanser olduğunu ve ölüme çok yaklaştığını öğreniyor. Uxbal’ın başetmeye çalıştığı kanseriyle yüz göz olurken, diğer yanda bulaştığı yasadışı işler üzerinden Barcelona’nın arka sokaklarında her türlü acınası durumla, çileyle, sefaletle karşı karşıya olan kaçak göçmenlerin de (düpedüz hastalıklı yoksa doğrudan kanserli mi desek acaba Uxbal'ın kanserine de gönderme yaparak) yaşantılarını gözlemliyoruz. Uxbal’ın son günlerine tanık olduğumuz filmde yavaş yavaş hayatınının detaylarını öğreniyoruz. Uxbal iki yönde geçimini sağlıyor; bir yanda kaçak çalıştırılan, olması gereken insani haklardan zerre kadar yararlanamayan kaçak göçmenlerin üzerinden yasadışı yollarla parasını kazanıyor diğer yanda ölülerin ardından ruhlarıyla yaptığı konuşmaları ölenlerin yakınlarına aktararak geçiniyor. Para kazanma derdiyle uğraşırken çocuklarının annesinin dengesiz davranışları, tam bir kötülük timsali olan işbilir ağabeyinin kendi arkasından çevirdiği işler tuzu biberi oluyor sorunlu hayatının.
Çok sevdiği iki çocuğunun geleceğini kendi ölümünün ardından bir şekilde garantiye almaya çabalarken bulaştığı yasadışı olaylardan dolayı Uxbal’a kızamıyorsunuz. Öylesine dokunaklı, çocuklarının hayatları için çırpınan ama hep kaybetmiş ve kaybetmeye devam eden bir baba profili çizmiş ki González Iñárritu, filmdeki çocukları için çabalayan bu “baba” profilini olan biten yasadışı işlerden, açlıktan, sefaletten, kaçak göçmenlerin içinde düştükleri acımasız cendereden daha önde görüyorsunuz hep. Erken ölen babasını hiç tanıyamamış olan Uxbal’in kızı Ana’ya, kendisini hiç unutmamasını söylediği sahne filmin en hüzünlü sahnesiydi bence ve filmi izlediğimden beri halen o sahneyi düşündüğümü farkettim şimdi bu satırları iz düşerken…
Filmin adı “Biutiful”, İngilizce güzel demek olan “Beautiful” sözcüğünün İspanyolca’daki söyleniş karşılığının yazılı olarak aktarılmış hali. Filmin bir sahnesinde ders çalışmakta olan Uxbal’ın kızı Ana, “beautiful” nasıl yazılır diye soruyor babasına, Uxbal da muhtemelen bu şekilde yazıyor Ana’nın defterine; “beautiful” oluyor “biutiful”. Adı güzel olmasına güzel de filmin, izlediklerimiz güzel değil, hayli acıtıyor her anlamda !

Kahramanımız Uxbal (Javier Bardem için bu rolü yazdığını söylüyor Alejandro González Iñárritu) kanser olduğunu ve ölüme çok yaklaştığını öğreniyor. Uxbal’ın başetmeye çalıştığı kanseriyle yüz göz olurken, diğer yanda bulaştığı yasadışı işler üzerinden Barcelona’nın arka sokaklarında her türlü acınası durumla, çileyle, sefaletle karşı karşıya olan kaçak göçmenlerin de (düpedüz hastalıklı yoksa doğrudan kanserli mi desek acaba Uxbal'ın kanserine de gönderme yaparak) yaşantılarını gözlemliyoruz. Uxbal’ın son günlerine tanık olduğumuz filmde yavaş yavaş hayatınının detaylarını öğreniyoruz. Uxbal iki yönde geçimini sağlıyor; bir yanda kaçak çalıştırılan, olması gereken insani haklardan zerre kadar yararlanamayan kaçak göçmenlerin üzerinden yasadışı yollarla parasını kazanıyor diğer yanda ölülerin ardından ruhlarıyla yaptığı konuşmaları ölenlerin yakınlarına aktararak geçiniyor. Para kazanma derdiyle uğraşırken çocuklarının annesinin dengesiz davranışları, tam bir kötülük timsali olan işbilir ağabeyinin kendi arkasından çevirdiği işler tuzu biberi oluyor sorunlu hayatının.

Filmin adı “Biutiful”, İngilizce güzel demek olan “Beautiful” sözcüğünün İspanyolca’daki söyleniş karşılığının yazılı olarak aktarılmış hali. Filmin bir sahnesinde ders çalışmakta olan Uxbal’ın kızı Ana, “beautiful” nasıl yazılır diye soruyor babasına, Uxbal da muhtemelen bu şekilde yazıyor Ana’nın defterine; “beautiful” oluyor “biutiful”. Adı güzel olmasına güzel de filmin, izlediklerimiz güzel değil, hayli acıtıyor her anlamda !

"İzlemesi Zor Bir Film": Bir Zamanlar Anadolu'da...

Nuri Bilge Ceylan filmi için "izlemesi zor bir film" yorumunu yaptı ödülünü alırken.
20 Mayıs 2011 Cuma
"Atilla Dorsay’ın Seçtiği En İyi Yemek Filmleri"

*Politiki kouzina (Πολίτικη Κουζίνα) / A Touch of Spice / Bir Tutam Baharat
*Babettes gæstebud / Babette's Feast / Babette’nin Şöleni
*L’Aile ou la Cuisse / The Wing and the Thigh / Eti Senin, Kemiği Benim
*Tampopo
*The Cook the Thief His Wife & Her Lover / Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı
*Delicatessen / Şarküteri
*Vatel
*La Grande Bouffe / The Big Feast / Büyük Tıkınma
İzdüşüm(ler)
SİNEMA,
YEMEKLERLE BEZELİ FİLMLER
"Leziz yemekler, keyifli sohbetler !"
``Yemek bahane, sohbet şahane !´´ derler, çok doğru söylerler :-) Bu kez kalkan balığı şerefine bir sürpriz yaptı "Kaz Dağları Perisi" arkadaşım... Bunca severim, pişiririm, yerim enginarı, doğrusu hiç denememiştim dolmasını. Yarın "Enginar Amca"nın gününde alıp denemeli hemen... Karadeniz'n ünlüsü fırında kalkan balığı da enfesti, ilk kez yediğim az tereyağında, tarçın eşliğinde fırında kabuğuyla pişmiş muz da... Maharetli "Kaz Dağları Perisi" arkadaşım tez vakitte bir yer açmalı diye düşünüyorum. Ceylan çiçeği güzel (yaprağı beş köşeli pembe çiçek açan bitki pek yakışmış yeni geldiği balkona), park güzel, ev güzel, yemek leziz ve de sohbet keyifli... Daha ne olsun ?!




19 Mayıs 2011 Perşembe
19 MAYIS 1919 - 19 MAYIS 2011



80.Yıldönümü parası, daha estetik. Bandırma Vapuru görülmekte Tura yüzünde. Bu paranın nominal değeri 4.000.000 TL.

çalışma içeriyor. Bu paramızın nominal değeriyse 50 TL. Türk Lirası'ndan altı sıfır atıldıktan ve YTL süreci bittikten sonra çıkan paralarımızdan. 19 Mayıs'ın 100.Yıldönümü olacak 2019'da çok daha estetik bir paranın çıkarılması dileğiyle, nice 19 Mayıs'lara...

İzdüşüm(ler)
NÜMİSMATİK,
ÖZEL
18 Mayıs 2011 Çarşamba
İlber Ortaylı'nın Notlarından Aktardığı Portreler

Hazır Leo Tolstoy'a değinmişken 5 Mart 2011'de kızımla birlikte gezdiğimiz Pera Müzesi'nde fotoğrafladığımız Nikolay Yaroşenko'nun Tolstoy portresini de "AY'dan İzlenimler"´e konuk edip, Savaş ve Barış'ı anımsamamak olmaz diyorum ! (Bakınız: Zamanının Rusya’sının benzersiz bir tablosu: Voyná i mir / Savaş ve Barış)


Afiyet Bal Şeker Olsun !
İki ay kalmak üzere 23 Mart tarihinden beri Roma’da (bakınız; Bütün Yollar Roma'ya Çıkar !) olan Alman arkadaşım artık son haftamıza girdik diyor yolladığı mesajında... Brikofro adıyla çok hoş bir seyahat güncesi tutan arkadaşım sayesinde diyebilirim ki henüz gitmediğim Roma'yı ve çevresindeki gezilecek yerleri çok ama çok iyi öğrendim, hatta gitmiş kadar oldum. 1500'den fazla fotoğraf çektiğini söylüyor arkadaşım... Hani hep "yediğin içtiğin senin olsun, anlat bakalım neler gördün, neler yaptın?" derler ya, tam tersini yapacağım şimdi; Alman arkadaşımla yemek sohbetleri yapmak her zaman en keyif aldığımız noktalardan biri olduğundan ve ben de O'nun gibi sadece gördüklerimi değil yediğim içtiğimi de fotoğrafladığımdan yemek zevkime en çok hitap eden üç tabağı seçtim Brikofro'dan ve adlandırdım sırasıyla: Akdeniz'in muhteşem sebzesi enginar solo / Taze kuşkonmaz ve kum midyeli [vongole] makarna / Buram buram keyif kokan közlenmiş sebze demeti ! Afiyet olsun ! 




17 Mayıs 2011 Salı
Bu gece AY dolunay !

"gümüş hançer karanlığın içinden
beyaz pencere bilinmeze açılan
ay hilal, hep dolunay
canım ay, canım ay!"
"Koyu Mavi"
11 Mayıs 2011 Çarşamba
Cannes Film Festivali Başlarken...
Cannes Film Festivali başlarken bugün, elbette gönlüm Nuri Bilge Ceylan’nın Bir Zamanlar Anadolu’da / Once Upon a Time in Anatolia filmiyle “Altın Palmiye”´yi almasından yana ama bu yıl yarışan filmlerden en çok merak ettiğim filmin sevdiğim Fin yönetmen Aki Kaurismäki'nin Le Havre / Liman filmi olduğunu da eklemek istiyorum. Le Havre, Aki Kaurismäki'nin “Kaybedenler” üçlemesinin son halkası.
Üçlemenin ilk filmi olan Kauas pilvet karkaavat / Drifting Clouds / Sürüklenen Bulutlar filmini maalesef henüz arşivimize katamadığımızdan izleyemedim ancak ikinci halka olan Mies vailla menneisyyttä / The Man Without a Past / Geçmişi Olmayan Adam filmi, adının üzerine tıklayarak ulaşıp göreceğiniz üzere, başrol oyuncularının mantar toplama sahnesiyle (Edip Cansever'in `masa da masaymış hani´ dizesine öykünerek diyebilirim ki; mantarlar da mantardır hani !) en romantik bulduğum sahnelerden birine sahiptir.
Günceme daha önce konuk olmuş diğer Aki Kaurismäki filmleri için başlıklara tıklayabilirsiniz:
Kibritçi Kız
Leningrad Cowboys
Pidä huivista kiinni, Tatjana

Günceme daha önce konuk olmuş diğer Aki Kaurismäki filmleri için başlıklara tıklayabilirsiniz:
Kibritçi Kız
Leningrad Cowboys
Pidä huivista kiinni, Tatjana
9 Mayıs 2011 Pazartesi
Der Untergang

Sinema tarihinde henüz izlemediğim ve arşivimizde de şimdilik bulunmayan Georg Wilhelm Pabst’ın 1955 yapımı Der letzte Akt / The Last Act / Son Perde filminden sonra Adolf Hitler’in son günleri üzerine çekilmiş ikinci film Der Untergang filmi. Olivier Hirschbiegel filmi yönetmeyi kabul ettiğinde Adolf Hitler için aklına gelen ilk oyuncu Bruno Ganz imiş. Joachim Fest’in kitabını, sonrasında Bernd Eichinger ‘in senaryoyu okuyan Bruno Ganz rolü üstlenmeden önce Pabst’ın Der letzte Akt filmini de izlediğini belirtiyor. Hitler’i canlandırabileceğine kanaat getirdikten sonra da rolü kabul etmiş. DVD’deki söyleşilerde rolünü yorumlama konusunda nasıl titizlikle davrandığını da hemen sezebiliyorsunuz. Gerçekten de rolün hakkını inanılmaz bir başarıyla vermiş Ganz. Hemen bu noktada ister istemez kızımın da etkisiyle (favori oyuncusudur Marlon Brando bu filmindeki Don Vito Corleone yorumlamasıyla) The Godfather / Baba filmindeki Marlon Brando’nun canlandırdığı (özdeşleştiği mi desem acaba?) Don Vito Corleone’yi düşünmeden edemiyorum. Tereddütsüz diyebilirim ki Bruna Ganz – Adolf Hitler eşleşmesi Marlon Brando – Don Vito Corleone kadar iyi bir eşleşme olmuş !
Der Untergang / Downfall / Çöküş, Berlin’deki sığınağında Adolf Hitler’in son 10 gününün özel sekreteri Traudl Junge’nin bakış açısından aktarımı. Salt Almanya’nın çöküşü değil filmde anlatılanlar, Hitler’in, nasyonal sosyalizmin sona ermesi ve nasyonel sosyalizmin olmadığı bir dünyada yaşamak istemeyenlerin de hayatlarını nasıl sona erdirdiklerini belgesel tadında aktaran bir film bu film. 8 Mayıs 1945’te Almanya’nın teslim olmasına dek geçen son 10 günü sığınağın içerisinde Hitler’in sekreteri Traudl Junge’nin gözlerinden izlerken, hemen sığınağın üstünde, Rus ordusu tarafından kuşatma altındaki Berlin sokaklarında, Hitler’in beyni yıkanmış genç kuşak mensubu Peter Kranz’ın yaşadıkları ve tanık olduğu olaylar aracılığıyla izleriz olan biteni, öfkeleniriz, ibret alırız.

6 Mayıs 2011 Cuma
"Erguvan, Enginar ve Zeytin ! Bir de Armut !"

"Kaz Dağları Perisi" arkadaşım dedi ki karşımdaki parktaki açmış erguvan beklemez daha fazla. Bu yüzden "Koyu Mavi" ile birlikte "Kaz Dağları Perisi" arkadaşımızın parka karşı olan evinde oturup erguvan ve kumruları seyre daldık bizim için taptaze pişirdiği birbirinden lezzetli vejeteryan yiyeceklerin eşliğinde. Hep bir yerlere koşuşturmanın, itiş-kakışın, sürekli acele edişlerin arasında bir küçük kaçamak oldu bu öğlen yemeği. Her ne kadar cep telefonumla çekildikleri için çok iyi kalitede olmasa da bugünün fotoğrafları, günceme resimli not düşmemi sağladığı için iyi ki cep telefonu var hayatımızda diye de düşünüyorum !



4 Mayıs 2011 Çarşamba
"Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da !"
3 Mayıs 2011 Salı
Mayıs '68
43 yıl önce bugün yani 3 Mayıs 1968 günü Paris Sorbonne Üniversitesi'nde bir miting çağrısı yapılır. Fransız öğrenciler o gün başlayan eylemlerle meclisi dağıttıracak kadar ileri giderler. Mayıs '68 başkaldırısı Paris'ten tüm Fransa'ya oradan da dünyanın pek çok yerine sıçrayacak, Paris sokakları barikatlarla kesilirken Jorge Semprun'un dediği gibi "perspektifler açılacaktı."
Mayıs '68 üzerine çok yazıldı, çok çizildi. Pandora Kitabevi'nden son siparişimde Prof. Dr. Ertan Yılmaz'ın 68 ve Sinema kitabını da eklemiştim, dün ulaştı kitaplarım. 68 rüzgarını arkasına alarak çekilen siyasi içerikli filmlerin sinema dünyasına yansımalarını incelemiş Ertan Yılmaz bu kitabında. 68 ve Sinema hem keyifle okunacak hem de izlediğim filmlere (ilk aklıma gelenler Jean-Luc Godard'ın La Chinoise / Çinli Kız filmi ile Costa-Gavras'ın Z / Ölümsüz filmi oluyor) farklı bir gözlükle yeniden bakmamı sağlayacak diye düşünüyorum.
Mayıs güzeldir !
Mayıs '68 üzerine çok yazıldı, çok çizildi. Pandora Kitabevi'nden son siparişimde Prof. Dr. Ertan Yılmaz'ın 68 ve Sinema kitabını da eklemiştim, dün ulaştı kitaplarım. 68 rüzgarını arkasına alarak çekilen siyasi içerikli filmlerin sinema dünyasına yansımalarını incelemiş Ertan Yılmaz bu kitabında. 68 ve Sinema hem keyifle okunacak hem de izlediğim filmlere (ilk aklıma gelenler Jean-Luc Godard'ın La Chinoise / Çinli Kız filmi ile Costa-Gavras'ın Z / Ölümsüz filmi oluyor) farklı bir gözlükle yeniden bakmamı sağlayacak diye düşünüyorum.
