Pazar akşamı yazevinden döner dönmez, izlemeyi bir türlü tamamlayamadığım ve bu yüzden tam bir yılan hikayesine dönüşen Andrey Arsenyeviç Tarkovski (Андрей Арсеньевич Тарковский)’nin 1972 yapımı Solyaris (Солярис) / Solaris filmini bitirebildim. Üstümden koca gezegen Solyaris’in yükü kalktı ! Kısaca mutluyum ! Solyaris adlı gezegeni araştırmaya gitmiş olan astronotlar tuhaf şekilde davranmaya başlayınca ne olup bittiğini incelemek üzere uzay gemisine gönderilen psikolog Kris Kelvin’le birlikte gizemli bir yolculuğa çıkıyoruz filmde. Sularla kaplı Solyaris gezegeni, Dünya'dan gelenlerin bilinç ve bilinçaltında bir takım oyunlar oynuyor. Olmaz olmaz derler ya, incelenen Solyaris gezegeni kendisini inceleyenleri inceleyen oluyor, üstelik de en ince ayrıntılara dek ve doğrudan Dünya’dan gelenlerin bellekleri üzerinde odaklanıyor. Dünyadan gelen ziyaretçilerin belleklerini çözümlüyor, didikliyor, kurcalıyor. Kris Kelvin seneler önce intihar etmiş karısı Hari’yle karşılaşıyor uzay gemisinde ve gezegenin gizemine bırakıp kendini hayat, evren, aşk kavramlarıyla içsel bir yolculuğa çıkıyor. Kris Kelvin’in Solyaris’teki görevi kendisinin var olma amacına dönüşüyor. Asla izah edemeyeceğimiz ama deneyimleyebileceğimiz bir his olarak betimlenen aşk, filmden usuma şu sözlerle kazınıyor: “İnsan kaybedebileceklerini sever: Kendini, bir kadını (kadınlar açısından; bir erkeği), bir vatanı.”
Romanın sahibi Stanislaw Lem ama bence düşünen, düşündürten, gizemli gezegen Solyaris’i bu filmle ölümsüzleştiren Andrey Arsenyeviç Tarkovski (Андрей Арсеньевич Тарковский) olmuş.