17 Haziran 2010 Perşembe

Yok Aslında Zeynep’ten Bir Farkımız !

Zeynep's Eight DaysYönetmen Cemal Şan’ın sinemasıyla ilk tanışmam oldu senaristliği ve yönetmenliğini üstlendiği 2007 yapımı Zeynep’in Sekiz Günü / Zeynep’s Eight Days filmi. Cemal Şan’ın kalp, ruh ve aklı temsil eden üçlemesinin kalbi temsil eden ilk halkası olmuş Zeynep’in sekiz günlük öyküsü. Ruhu ikinci film olan 2008 yapımı Dilber’in Sekiz Günü / Dilber’s Eight Days, aklı ise 2009 yapımı Ali’in Sekiz Günü / Ali’s Eight Days filmi temsil ediyor. Henüz ruh ve akıl halkalarını izlemedim.

Bir Pazartesi sabahı, saat 06:30’da saatin çalan alarmıyla başlar film. Alarmla uyanan Zeynep’in “renksiz” hayatının röntgencisi oluruz. Tuvalete gider Zeynep, dişini fırçalar, mutfağa geçer, iki yumurta kırar tavaya, tepsiye bir bardak su, ekmek ve tavadaki yumurtayı koyar, salona geçer, kahvaltısını bitirir, koyu renk etek bluzunu giyinir, evden çıkar, kapısının alt ve üst kilitlerini kilitler, asansör bozuk olduğu için merdivene yönelir, bir dolu kutu kutu daireden oluşan oturduğu bloktan çıkar, otobüs durağına gider, durakta her zamanki yerinde bekler, otobüs gelir, otobüse biner,her zamanki yerinde oturur, işe gider, monoton işini yapar, öğle arasında yemeğini yer, kimseyle konuşmaz işyerinde, akşam olur, işten çıkar, otobüse biner, markete gider, makarna alır, öğlen de makarna yemiş olmasına rağmen eve gidince yine makarna pişirir, televizyon karşısında kabak çekirdeği yer, yatar. Pazartesi biter. Aslında birbirinin aynısı olan, aynı düzende geçen tüm günleridir biten.

Film başlangıçta siyah beyazdır. Zeynep’in renksiz, çevresinden soyutlanmış, izole, asosyal dünyası siyah beyaz görüntülerle tekrarlanır. Salı sabahı yine saatin alarmıyla kalkar Zeynep, işe gider ama o gün işyerindeki bir kız arkadaşı gece Beyoğlu’nda bir barda kutlayacakları doğumgününe davet eder Zeynep’i…. Gitmemek için dirense de birden kendini barda buluverir. Kendi başına masada sessizce otururken, etrafına bile bakmazken, bardakileri coşturmayı kendine iş edinmiş, fırlama Ali’nin ilgisini çeker. Zeynep ve AliBirden “içimden geldiği gibi yapıyorum” diyen Ali’yle kendini dans pistinde bulur, içer, dans eder, tüm kontrolünü yitirir. Soyutlanmış kontrollü dünyası darmağan olur ama renklenir… Zeynep Ali’ye tutulur… Geceyi birlikte geçirirler. Çarşamba günü yani üçüncü sabah yine saat çalar, Zeynep kalkar, Ali’nin notunu bulur. O gece tekrar gelecektir Ali… Zeynep yemek hazırlar Babazula’ın müziği eşliğinde. Faklı bir elbise giyer. Bekler, bekler, bekler… Ali yok ortada elbette. Ne yapar Zeynep ?

Umutsuzca Ali’yi arar. Yok olan, giden, ellerinizden kayan, yitirilen en kıymetli olandır. Aranılandır, ulaşılmak istenendir. Zeynep’e “Bana aşka dair bir şey söyle” diye söylenildiğinde “Ali” der. Ali aşktır Zeynep için, ciddi bir tutkudur. Renksiz hayatına renk, çölüne yağan yağmurdur. Zeynep’in yolculuğudur Ali.

Hüsn ü aşktır, kavuşsa da kavuşmasa da…

Cemal Şan’ın anlatımı inanılmaz yalın, Zeynep’i canlandıran Fadik Sevin Atasoy’un oyunculuğu öylesine dokunaklı ki, üçlemenin kalp halkası doğrudan kalbimi vuruyor. Son karedeki Zeynep’in yüzü usumda uzun bir süre asılı kalıyor.
Baba Zula'nın Bir Sana Bir Bana şarkısı muhteşem bu arada!