8 Haziran 2010 Salı

Stalingrad

Stephen Daldry'in 2008 yapımı The Reader / Der Vorleser / Okuyucu filmini izledikten sonra yazdığım girdide, “II. Dünya Savaşı üzerine, Alman bakış açısından, özellikle Das Boot / The Boat / Denizaltı ve Stalingrad'ın müthiş filmler olduğunu düşünüyorum.” demiştim. Haftasonundaki sinema şölenimizde, yeniden izlemeyi tercih ettiğimiz Stalingrad, Avrupa’dan Rusya’ya sevk edilen, bir grup Alman askerinin öyküsünde, savaşın acımasızlığını ve soğukluğunu ama aynı zamanda savaşanların (hem Alman, hem de Ruslar açısından) duygusallığını ve sıcaklığını anlatıyor. Stalingrad ki artık adı Volgograd olan kent, Volga Nehri’nin batı yakasında kurulu bir Rus kenti. II. Dünya Savaşı’nda Alman Ordusu tarafından kuşatma altında tutulan Stalingrad, Sovyet Orduları'na kaynakların ulaştırıldığı geçiş noktasıydı. II. Dünya Savaşı'nın dönüm noktalarından biri olan Stalingrad’da Nazi Almanyası'nın 6. Ordusu kuşatılarak, büyük bir çoğunluğu yok edilmiş... Rusya’nın tümünü çok kısa sürede işgal edeceklerine inanan Alman askerleri, tam anlamıyla bozguna uğratılmışlardır. Adolf Hitler’in, Rusya’nın dondurucu soğuğuna Alman askerlerini neredeyse yazlık giysilerle ve botlarla göndermesi de ayrıca takdire şayandır !!!StalingradJoseph Vilsmaier’in 1992 / 1993 yapımı Stalingrad filmi şu açıklamayla başlar: “1942 yaz sonu. II. Dünya Savaşı, 4. yılına giriyor. Hitler'in orduları neredeyse Avrupa'nın tamamını ve Kuzey Afrika'nın bazı noktalarını işgal altında tutuyor. Rusya'da 2. Büyük Yaz Taarruzu devam ediyor. Hedefi: Hazar Denizi ve Kafkasya'daki petrol sahaları. Orgeneral Paulus (Friedrich Paulus) emrindeki 6. Ordu, Volga Nehri kıyısında kurulmuş olan ve yüzyılın en vahşi savaşının yapılacağı şehre doğru hızla ilerliyor: Stalingrad...” Filmde iki saati aşkın sürede, Kuzey Afrika’daki muharebelerden sonra, dinlenmek üzere İtalya’da konuçlandırılan bir Alman hücum istihkam taburunun Stalingrad’a gönderilmesi ve burada Teğmen Hans von Witzland ile bir avuç kalan adamının (Ön plandakiler: Fritz Reiser, ‘Rollo’ Rohleder, ‘GeGe’ Müller, daha sonra kendilerine katılan Otto...) yaşadıkları bize gösterilir... Bu bir avuç Alman askeri, savaşta ne kadar olunabiliniyorsa, o denli insancıl yaklaşımlarıyla (Fritz’in ateşkes esnasında bir Rus askeriyle yiyeceğini paylaşması gibi ya da kurşuna dizilecek Rus çocuk Kolya’yı kurtarabilmek için en azından gayret sarfetmeleri gibi), Alman askerlerinin üzerine yapışmış “Nazi” imajını da yıkıp yok etmek istercesine filmi bize izletir. "Ben Nazi değilim" diyen subaya "Siz daha kötüsünüz, sizi rezil subay takımı!" der Otto: "Yapılanlara dahil oldunuz, oysa başınızda kimin olduğunu çok iyi biliyordunuz." Başlarındaki Adolf Hitler bir adım bile geri çekilemeyeceklerini emretmiştir rütbeli subaylarına. Ne pahasına olursa olsun savaşılacaktır, savaşılır ! Kar soğuğunun ne olduğunu iliklerinize kadar hissettirir film. Elbette savaşın anlamsızlığını ve acımasızlığını da… Filmden ilginç bir sahne de şöyle: Açlıktan, hastalık ve soğuktan kırılan geri çekilen ordu artığı askerlere bir Alman uçağı paraşütle bir kutu bırakır. Kutunun içinden yüzlerce madalya ve azıcık çikolata çıkar. Bir de not vardır "Hitler'den sevgilerle!" diye...! Daha fazla "spoiler" yapmadan filmin şu sözlerle ekranı karartarak bittiğini yazayım: “Stalingrad Savaşı’nda 1 milyondan fazla insan düştü, dondu, açlıktan öldü: Rus, Romen, İtalyan, Macar, Alman, Avusturyalı... Kuşatılan 6. Ordu'ya mensup 260.000 kişiden 91.000'i esir alındı. Bunların sadece 6.000’i yıllar sonra vatanlarına geri dönebildi.” Mutlu bir son veya azıcık bir umut bile yok bu filmde.