Sevdiğim Leh yönetmenlerden Andrzej Wajda, AY'dan İzlenimler'e Kanal filmi ile konuk olmuştu. Kanal filmi ile ilgili notlarıma şöyle başlamışım; 20. yüzyıl Polonya halkı (Lehler) için çok büyük acılar ve yıkımlar getirmiş bir yüzyıl. Önce Naziler tarafından bütünüyle yokedilmeye mahkum edildiler. Ardından Sovyet işgalini yaşadılar ve daha sonra da totaliter bir yönetimin uzun yıllar sürecek baskısına karşı ayakta durmaya çalıştılar. Leh sineması tüm bu yıkımlara karşı Lehlerin sadece sığınaklarından biri olmamış aynı zamanda olanı biteni bize aktaran en büyük anlatıcı da olmuştur. Leh sinemasının ustalarından Andrzej Wajda da Polonya'da sinemasal mücadelenin en büyük ustalarından, yaratıcılarından biridir.
1965 yapımı Kanal / Canal / Kanal II. Dünya Savaşı sırasında Armia Krajowa / The Polish Underground Resistance Army / Polonya Direniş Ordusu'ndan 43 direnişçinin Varşova kanalizasyonlarındaki son saatlerini anlatmaktaydı. 1975 yapımı Ziemia Obiecana /The Promised Land / Vaatler Ülkesi filmi ise izleyiciyi Polonya tarihinde 19. yüzyıl sonlarına götürüyor.
Andrzej Wajda, Vaatler Ülkesi'ni Wladyslaw Stanislaw Reymont'un 1898 tarihli aynı isimli romanından uyarlayarak senaryosunu yazmış ve yönetmiş. Wajda, filmin dilsel ve görsel zenginliğinin en büyük kaynağının Reymont'un romanının kendisi olduğunu belirterek üç ana karakterin etnik (Leh, Alman ve Yahudi) farklılıklarına rağmen biraraya gelerek iş kurmalarının ve "Lodzermensch" diye adlandırılan Lodzlu işadamlarının oluşturduğu gruba dahil olmalarının, üstelik de her bir karakterin kendi dillerinde konuşmalarının Leh literatüründe benzersiz olduğunu eklemiş. Sonuç olarak Wajda'nın sakin yer yer duru sinema anlatımıyla Reymont'un benzersiz romanından 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında Polonya'nın kapitalizme geçiş sürecinin anlatıldığı destansı bir film ortaya çıkmış. Ön planda Polonya'nın sanayi şehri Lodz'da bir Leh (ki aristokrattır da), bir Alman ve bir Yahudi üç genç arkadaşın bir araya gelerek ortak bir tekstil fabrikası kurma çabalarını izlerken, arka planda gördüklerimiz ise Polonya'nın kapitalizme geçiş sürecinde (filmin sonlarında gördüğümüz kızıl bayrağı da unutmadan sosyalizme geçiş sürecini de sıkıştırabiliriz burada) yaşadığı gelişmelerdir diyebiliriz, yoksa sancılar mı demek daha doğru olacak? Büyük balık küçük balığı yutar derler; Vaatler Ülkesi'nde de herkes gücünün yettiğini ezmektedir. Sonradan görme köylüler burjuvalaşırken (burjuva sınıfını oluştururken) aristokratları, büyük patronlar küçük patronları ama elbette küçük ya da büyük patronlar en alttaki köleleri yani işçileri ezmekte, yutmaktadır ! İş koşulları güvensizdir; kolu kopan işçi kolunun kopmasıyla kalmamıştır bir de kanıyla kumaşı heba ettiği (!) için suçlanmaktadır. Mülkiyet el değiştirirken para gören görgüsüz Alman köylüler burjuvalaşıp Leh aristokratların sadece mallarını ele geçirmekle kalmayacaklar, gözünü para hırsı bürümüş o sınıfa mensup bireylerini de kendilerine benzeteceklerdir. Paraya hükmeden sınıflar kendi aralarında birbirleriyle didişirken, ezilen işçilerde de yavaş yavaş bilinçlenmenin başladığını gözlemleriz filmde. Kapitalizm vahşi mi vahşi, acımasız mı acımasız ama yine de kamera ağır aksak direnişteki işçilerin üzerinde dolaşırken tüm olumsuzluklara rağmen kızıl bayrağın yükselişini görmek bir umut oluyor diye düşüncelerimin yönlendiğini görüyorum filmi izlerken, hüzünleniyorum.
Polonya'nın sanayi kenti Lodz için son bir notu da elbette neredeyse tüm ünlü Leh yönetmenlerin yetiştiği Lodz Film Okulu ile ilgili düşeyim. 1948 yılında kurulan salt Polonya'nın değil Avrupa sinemasının da yüzakı olan okul, Wajda'nın sözleriyle "sinema tutkusuyla bezeli inatçı insanların biraraya geldiği ve geleceği bir sığınak" olmaya devam edecek...